HALKIN BEKLENTİSİ
Tarihteki ilk yazılı yasaları koyan’ın Lagaş Kralı Urukagina olduğu bilinmektedir.
"Fidye ve bedel", dini eksenli bir yönetim süren ve halkı ekonomik anlamda sömüren “din adamlarının”,
Urukagina tarafında bir gece devrimi ile alaşağı edilmesi üzerine yazılmış olan kanunlar bütünüdür.
Kazı yapan ve kazı raporlarını tutan arkeologlar tarafından ele geçen belgeler çözüldükten sonra, Lagaş Krallığı Kralı Urukagina’nın adına uygun olarak dönemin kanunlarına "Urukagina Kanunları" adı verilmiştir.
“Urukagina kral olmadan önce bir Ensi’ydi (Ensi: Kent ya da bölge sorumlusu-Vali).
Urukagina, Lagaş kentinde yaşayanlara inanılmaz bir özgürlük getirir. Rüşveti ve “din adamlarının” halktan haksız yoldan mal almalarını yasaklar, orta sınıf için yeni vergi adaleti getirir.
Onun bu reformlarını duyan -belki de dönemin “emperyalist devleti” olarak kabul edilebilecek olan- komşu kent Krallığı Umma Kralı diktatör Lugalzaggazi, kıskançlık ve korku sendromu yaşar.
Kendi halkı da ayaklanıp, aynı özgürlüğü isteyecek korkusuyla Lagaş kent krallığına saldırır.
Kenti yakar, yıkar ve yerle bir eder. Kral Urukagina’yı da tahttan indirir..."
(Tarihçi yazar Ali Narçın arşivleri).
Tarih boyunca, insanlar toplumsal ilişkilerini hep bir takım normlar ve kurallar oluşturarak,
belli bir düzen etrafında yürütme çabası içerisine girmişlerdir.
Bunun için yasalar oluşturulur...
Yasalar çerçevesinde düzeni sağlamak amacıyla yargı ve ceza sistemleri geliştirilir...
Buradaki en temel hedef, ilişkilerdeki haksızlığı ortadan kaldırıp, adalet ve güveni sağlamaktır.
Kısacası hukuk, bir açıdan da insanların ve devletlerin hayatını barışçıl yoldan düzene koyma çabasıdır.
Bu bağlamda "Uluslararası hukuk" nedir?
Uluslararası hukuk, hukuk düşüncesinin uluslararası alandaki en önemli temsilcisidir.
Kişilerin ve ülkelerin ilişkilerini düzenleyen normları ifade eder...
1648 Vestfalya Antlaşması ile genel bir nitelik kazanmış ve yerleşmiştir...
Bireyler, insan haklarının uluslararası hukukun konusu olmasıyla, evrensel ve bölgesel sözleşmelerin koruma mekanizmalarından yararlanmaya başlamışlardır.
Yine de, bireylere temel hak ve hürriyetler tanıyan sözleşmeleri devletler yapar...
Demek ki, bireyin uluslararası mercilere şikayet hakkına sahip olması, bir açıdan devletin takdirine bağlıdır...
Mesela bir Kıbrıslı Rum ya da Türkiye vatandaşı,
Güney Kıbrıs ve Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olduğu için, uluslararası alanda hak arayabilirken; örneğin bir Belarus vatandaşı, kendi devleti bu sözleşmeye katılmadığından dolayı aynı ehliyete sahip değildir...
"Çözümsüzlük çözümdür" zihniyeti,
statükocu, hukuk tanımaz, plansız, öngörüsüz, kültüre değer vermeyen, alan-veren/buyuran-uygulayan anlayışında bir zihniyettir...
Şimdi son zamanlarda bir de Kıbrıslı Türk kimliği yerine KKTC'li kimliği ile özdeştirme yaklaşımları benimsenmeye başlandı...
Burada amaç ne?
Amaç: KKTC devletinin bütünlüğünü koruyarak, kendisini bu devlete yeterince ait hissetmeyen birey ve grupları devlet ile barıştırmak.
KKTC vatandaşlığının bir "biz" duygusunu yeterince oluşturamadığı, dolayısıyla da bir yurttaşlık bilinci yaratılamadığı çok açık...
Çünkü bu yapılmaya çalışılırken, büyük oranda evrensel hukuk ve Kıbrıslılık kimliği göz ardı ediliyor.
Onurlu bir hayatın önkoşulu olan, hukuka ve insan haklarına saygının bir önemi yok mu peki?
Var mı?!
Biz olgusu yaratmaya çalışacaksın bir taraftan, ama diğer taraftan da insanları evrensel hukuk ve "Kıbrıslılık’tan vazgeçirip", kendilerini statükoya adamalarını bekleyeceksin...
Bu yaklaşım doğru bir yaklaşım, bu "akıl" da doğru bir akıl değil!
Hegemonik anlayışlar dünün anlayışlarıydı; bizler ise bugünden geleceğe giden anlayışları temsil ediyoruz.
Buna devam etmek, giderek "akılsız" kalmaktır...
KKTC'de uzun yıllar sürdürülen bu uygulamaların ve hatta "bilinçsizliğin" cezasını ve yıkımını hep birlikte ve toplum olarak paylaştık!
Neden hep hukuksuz ve “akılsız” kalalım?
Dünyanın siyasal ve resmi olarak tanımadığı, izolasyonlar altında yaşayan KKTC'de bile, "insan olmak" ciddi bir anlam taşır...
Buna inanan sürekli olarak hemen ger dönemde ortaya konmaya çalışılan bir "B Planı" çerçevesinde "mandırada" yaşayan hayali bir cemaat durumunda kalmaz.
Halkın büyük bir umut beslediği, yeni kurulan 4’lü koalisyon hükümetinin ortakları, halkımıza verdikleri “taahhütler” kapsamında çalışmalarını yürütmeli;
Toplumla güveni yeniden tesis etmeli ve KKTC'yi de sanki bazı kesimlerin çıkarları için inşa edilmiş coğrafi bir sınır olmaktan çıkarmalıdırlar…
Halkın talep ve beklentileri bellidir:
Bu devleti; bireyin hak ve özgürlüklerini üstün tutan, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi esas alan, demokratik bir hukuk devleti anlayışına taşımak...