1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “HALLEDECEYİK”
“HALLEDECEYİK”

“HALLEDECEYİK”

Peki, “halledeceyik”ten “halletik”e dönebilir miyiz? Yani Kıbrıs’ta birleşme ve kalıcı barış mümkün mü?

A+A-

Çağay Dürü

[email protected]

Pek de gösterişli olmayan, artık yollardaki ömrünü tamamlamak üzere olan küçük bir İtalyan arabanın arka camının üst kısmında boydan boya büyük harflerle yazılmıştı: “HALLEDECEYİK”. Arabanın durumu göz önüne alınırsa şoförün gelir durumu pek de ahım şahım değildi; bu açıdan daha halletmesi gerekenler olduğu açıktı. Sözcüğün kullanım biçimi onun bir Kıbrıslıtürk olduğuna işaret ediyordu. Sıcaktan ve trafikten bunalmıştım, yine de gülmekten kendimi alamadım. “HALLEDECEYİK” deyimi bana Kıbrıslıtürkler arasında sıklıkla kullanılan başka bir selamlaşma ritüelini çağrıştırdı:

  • Napan?
  • Napayım… (Pek de bir şey yapmıyorum, daha doğrusu yapamıyorum, pek de yapasım yok tonlamasıyla)
  • E, napacan zaten! (Bir şey yapamamanın zaten beklendik/kabul edilir olduğu tonlamasıyla)

Bu dizgenin bir sonraki doğal takipçisi ya da diyaloğun alt metni “HALLEDECEYİK”tir. Umutsuzluk içinde bir beklenti hali ama bir şeyin hallolmayacağı gerçeğinin (en azından bugüne kadar yapılanlar/yapılmayanlar tekrarlanarak) pek de işe yaramayan yadsıması. Bir tür Godot’yu bekleme hali. Acaba “HALLEDECEYİK”, Kıbrıslıtürklerin belirteni (signifier) olabilir mi? Belirtilene (signified) bir bakalım.

Kıbrıs sorununun çözümü için toplumlararası müzakerelerin 1968 yılında başladığı ve hâlâ tamamlanmadığı gerçeği bize neyi söyler? 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti hiçbir zaman anayasasında yazan devlete dönüşmedi. 1983’te ilan edilen KKTC’nin hâlâ tanınmadığı gerçeğini de bunlara ekleyelim. Kıbrıs’ın kuzeyindeki günlük meselelere bakınca da benzer durum söz konusu değil mi? Bitmeyen yollar, yapılamayan hastaneler, çözülemeyen tam gün eğitim meselesi, kamuda çalışan hekimlerin çalışma saatleri, idari yapıda reform, nüfus sayımı, üniversitelerdeki sorunlar... Hep bir sorun içinde olma ve bekleme hali, “HALLEDECEYİK” söylemiyle kuşatılmış bir toplum. Kıbrıs’ın güneyinde de kuzeydeki yuvalara dönme beklentisi de 1974’ten beri sürüncemede.

Bir şeyi belirtmekte yarar var: Söylenenle, hatta bilinçli olarak düşünülenle niyet edilenin (arzulanılanın) genellikle zıt bir izdüşümü bilinçdışında yer alır. “HALLEDECEYİK” söylemi acaba bilinçdışındaki hangi görüngünün yansımasıdır? Yukarıda aktardığım diyaloğa içkin bir “BOK HALLEDEN!” anlamı olduğunu öne sürebilir miyiz? Üstbenlikte bilinçdışı bir şekilde içselleştirilmiş “Yapamazsın!” diyen bir ebeveyn? Çağrışımlarım çok hızlı ilerlemiş olabilir, biraz yavaşlayalım ve “Yapamazsın!” diyen ebeveyne nereden geldiğimizi analiz edelim (bu yazıda analizi Kıbrıslıtürklerle sınırlı tutuyorum).

İsterseniz anaya bakmadan önce babaya bakalım. Önce teorik bir bilgi: Babanın işlevlerinden biri, belki de en önemlisi “sınır koymasıdır”. Neyin yapılabilir olduğunu, neyin yasak olduğunu belirler. Bununla bağlantılı ikinci işlevi de ana-bebek arasındaki (sağlıksız) simbiyotik ilişkinin hafifletilmesi ve düzenlenmesine (yani ayrışmaya/özerkleşmeye) yardımcı olmaktır. Peki, Kıbrıslıtüklerin kurucu babası kimdir? Muhtelif yanıtlar verilebilir ama bana soracak olursanız, Denktaş o şansı Annan Planı sürecinde kaybetti çünkü yavrunun anadan ayrışmasına taş koydu, simbiyotik ilişkinin devamını sağlamak üzere konumlandı. Benim adayım Dr. Küçük’tür. Kıbrıslırumlara karşı verdiği mücadele değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki potansiyeli (yani anadan sağlıklı ayrışma olasılığını) sezmiş olmasından dolayı. Elbette bu sezgisinin peşinden gidemedi çünkü toplum liderleri toplumlarını bir yerden bir yere taşırlar ama aynı zamanda toplumlarının da aynasıdırlar. Kıbrıslıtürkler, Kıbrıslırumların “Enosis” ideali (bir simbiyotik ilişki daha!) karşısında kendilerini bir toplum olarak tanımlamaya çalışırken, anavatan milliyetçiliğinden kurtulamadılar ve (tıpkı Kıbrıslırumlar gibi) kendi iradelerini anavatana teslim ettiler. Dr. Küçük, Türkiye’nin göndereceği demir kazığı “hiç düşünmeden” ne yapacağını söylediği an, Kıbrıslıtürklerin üstbenliğinde “HALLEDECEYİK-BOK HALLEDEN!” diyen baba imgesi şekillendi; bunu Rauf Denktaş cilaladı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (anavatandan ayrışma ve büyüme ideali diye okuyun) bir kurtuluş olabileceği sezgisi ise günahkâr bir arzu gibi bastırıldı (unutuldu ve unutulduğu da unutuldu). Dr. Küçük’ün demir kazığın ne yapılacağıyla ilgili veciz sözündeki itaat ve kendine saldırganlık açıktır ve maalesef güncelde de toplumu harekete geçiren aynı dürtülerdir.

Daha güncel zamanlara geldiğimizde elbette Kıbrıslıtürklerin özne olma, yani iradelerini anavatandan Lefkoşa’ya alma iddiaları olmuştur (bastırılan büyüme arzusunun ve Kıbrıs’ta ortak yaşama idealinin geri dönüşü olarak). Ancak bu istek Türkiye (anavatan) tarafından kesin bir dille reddedilmiştir. Aşağıdaki habere bakalım* (Haberin dili olduğu gibi bırakılmıştır):

 

“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kuveyt'e hareketinden önce gazetecilere açıklamalarda bulundu. Erdoğan'ın hedefinde 'paralel yapı' ve KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı vardı. Erdoğan "İki kardeş ülkeyiz, yavru vatan-ana vatan ilişkisi sağlıklı değil" diyen Akıncı'yı şu sözlerle eleştirdi:

"Bu ifadeler bir sıcaklığın gereğidir. Sayın Akıncı seçilmiş bir Cumhurbaşkanıdır. Kendisini tebrik ettik. Ancak iki kardeş ülkeyiz dediğinizde bu farklı yerlere gider. Sayın Akıncı'nın ağzından çıkanı kulağının duyması lazım. Türkiye, KKTC'ye niye sahip çıkıyor? Bunun bir esbabı mucibesi var. Kardeş olarak çalışmanın bile bir yolu vardır ve bir bedeli vardır. Bu ülke KKTC'ye bir bedel ödemiştir. Hâlâ da ödüyoruz. Biz şehitler vermişiz. Bu yavru vatan ayakta kalabilsin diye. Son olarak oraya yaptığımız para yardımı 1 milyar dolar. Biz göreve geldiğimizde öğrenci sayısı 25 bin iken, 60 bin oldu. Kardeşlik bunlarla oldu. Şu anda uluslararası camiada bu kavgayı veren kim? Acaba sayın Akıncı bu kavgayı kendi başına verebileceğini mi sanıyor?  Türkiye KKTC'ye yavru vatan olarak bakmaya devam edecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, karşılıklı yapılan açıklamaların ardından KKTC'nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'yı telefonla arayarak tebrik etti.

Erdoğan, "Türkiye yavru vatan Kıbrıs için büyük bedel ödemiş, şehitler vermiştir. Ana yavrusunu bırakmak istemez, bu düşüncelerle bakıyoruz" dedi.

Akıncı da Erdoğan'a "Çocuklar da analarını çok sever ama bu çocuk da ayaklarının üstünde durmak istiyor, bizim yaklaşımımız budur" ifadesiyle yanıt verdi.”

Mustafa Akıncı ve daha önce Mehmet Ali Talat sağlıklı ayrışmayı destekleme iddiasında babalar olarak simbiyotik ilişkiyi dönüştürmeye uğraştılarsa da başaramadılar; dolayısıyla kurucu baba olma şansını da kaçırdılar. Elbette simbiyozu destekleyen kurucu baba imgesinin tasallutundan ve simbiyozu dayatan anadan kurtulmak ve büyümek zor olsa da imkânsız değildir; yeter ki acı verici gerçeklerle yüzleşilsin. İlk acı verici gerçek ise olacağı korkulan taksimin çoktan gerçekleşmiş olduğu ve Kıbrıs’ta ortak yaşama idealinin (yani Kıbrıslıtürklerin özerkleşmesi ve büyümesinin) ırzına geçilerek sürgüne gönderildiğidir. Peki, “halledeceyik”ten “halletik”e dönebilir miyiz? Yani Kıbrıs’ta birleşme ve kalıcı barış mümkün mü? Bu ancak Kıbrıslıtürk barışseverlerin Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyinde, Türkiye’de, Yunanistan’da ve tüm dünyada kendilerine müttefikleri yaratmasıyla denenebilir ve belki başarılabilir. Elbette bunun için önce kendi barış dinamiklerini harekete geçirmeleri ve gerekli bedeli ödemeleri, gerçeklerle yüzleşmeleri gerekiyor.

*https://sputniknews.com.tr/20150427/1015202378.html (8.8.2023’te indirildi)

Bu haber toplam 5164 defa okunmuştur
Gaile 504. Sayısı

Gaile 504. Sayısı