Hamitköy’ün Sözlü Tarihi (3)
Hamitköy’ün Sözlü Tarihi (3)
Tuncer Bağışkan
MEHMET BUBA VE EŞİ HACI SİDDİGA BUBA’NIN HACCE GİTMESİ
Mehmet Mustafa Buba’nın anlattığına göre 1950’li yılarda bazı köylüler ve Mehmet Buba ile eşi Hacı Sidika Buba Hacce gitmeye karar verdiklerinden bir otobüs tutmuşlar. İlkin otobüsle Hz. Ömer Tekkesi’ne gidilip ziyaret edilmiş. Sonra da Girne Limanı’ndan sandallarla içerde demirleyen Aksu adındaki gemiye binmişler. O sırada gökyüzüne havai fişekler atılıyormuş. Mehmet Buba’nın boynunda para kesesi asılıymış. Beraberlerine ihtiyaçları olan yiyecek içeceklerin yanı sıra bir de islim almışlar. Yolculuk boyunca yemeklerini kendileri hazırlıyorlarmış. Önce Türkiye’nin güney sahiline gitmişler, sonra da Hicaza geçip hacı olmuşlar. Dönüşte gemide islimde yemek yapmaya kalkışıncalar kaptanın kendilerini azarladığı ve yerde bulunan islimi tekmelediği anlatılmaktadır. Haç sonrasında hacı olan Mehmet Buba o günden sonra ‘Hacı Dede’ lakabıyla anılmaya başlanmış.
MANDREZLİLERİN KIZLARINI KÜÇÜK KAYMAKLI’YA EVLENDİRMELERİ
Küçük Kaymaklılı Bacavuzlar ile Hamit sülalesinden gelen Mustafa Ali Hamit Özmen’in söylediğine göre, Mandrezliler, kızlarının rahat etmeleri için onları Küçük Kaymaklı’ya evlendirirlermiş. Özellikle Ali Buba sülalesine evliliklerle Küçük Kaymaklı’dan çok karışmalar olmuş. Eskiden Mandrez’in suları kurtlu olduğundan, süzülerek içilirmiş. Küçük Kaymaklı’da ise bol ve temiz su varmış. Bu nedenle Küçük Kaymaklılılar ile Mandrezliler “İçli dışlı sarımsak başlı” olmuşlar.
TÜRKİYE’YE GÖÇ EDENLER
Bilindiği üzere 1923 yılındaki Lozan anlaşmasıyla Kıbrıs hukuken İngiltere’ye bırakılmıştı. Kıbrıs’ta İngiliz vatandaşı olmak istemeyen Türkler İngiliz vatandaşlığına geçirilirken, İngiliz vatandaşı olmak istemeyenler ise Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. 1878’de, 1914’de ve 1917’de yaşanan göçlerden sonra, Lozan Anlaşması ile Kıbrıs kesin olarak İngiltere’ye bırakılınca büyük bir göç olayı daha yaşanır. O sıralarda Türkiye’den kaçan Ermenilerle Rumlardan kalan boş alanlara yerleşmek üzere Mandrez’den de Anadolu’ya (özellikle Anamur’a) bir göç başlar. Göçün nedenleri arasında; köyün gelir kaynaklarının kısıtlı olması, yoksul aile sayısının artması ve Türkiye ile İngiltere arasında yapılan “Hıyar Hakkı”nı yaratan antlaşma (Kıbrıslı Türklerin uyruk seçme hakkı) gösterilmektedir. Mandrezlilerin çoğu Girne’den kalkan Hamit Kaptan’ın gemisiyle, ya yasal yollardan, ya da kaçak olarak Anamur’a gitmiş. 1936 yılında gemisiyle Kıbrıs’a 50 kilo haşaş (esrar) sokarken yakalanıp altı ay hapse çarptırılan Türkiyeli Hamit Kaptan’ın, aynı dönemde hapishanede bulunan Mustafa Babardi’ye: “Mandrezlilerin çoğunu, kimisini parasıyla, kimisini duasıyla Anamur’a taşıdım” dediği öğrenilmektedir. O dönemlerde Cebbarlar (Cebbar Hüseyün ile oğlu Cebbar Hasan), Mustafa Arif, Cici Mehmet, Osman dayı, Paşa dayı (Paşa Yörün) Türkiye’ye gitmiş, ancak oraya gidip de beğenmeyenlerden dönenler de olmuş (yaklaşık on aile). Köye dönenler arasında, Olen abla, Mehmet Salih, Salihor, Lord, Beyaz Mehmet, Galliga, Tahir ve Mehmet Salih İbro ailelerinin adları sayılmaktadır. Hatta, Anamur’a gittikten sonra köyün hasretini çeken Mehmet Salih İbro’ya, Kıbrıs’a döndükten sonra toprağı öpme alışkanlığı geldiği ve gaminiler için ovaya maca (çalı) sökmeye gittiğinde, sökeceği macaların başucunda iki rekat namaz kılmadan onları sökmediği söylenmektedir.
Lord adlı kişi ise bir testi hellime tarlalarını satınca yoksul düşmüş ve bu nedenle de Anamur’a gitmiş. Orayı beğenmeyince de geri gelmiş. Bu arada Ali Buba’nın oğlu Derviş ve Mehmet Buba’nın oğlu Hasan’ın İskenderun’da yaşadıkları, ancak şu anda sağ olmadıkları bilgileri de edinilmektedir.
Nesrin Bacavuz’un bilgime getirdiği kadarıyla, o sırada Cartavliya Halil’in kardeşi Paşa’nın çok güzel bir tüfeği varmış. Türkiye’ye göç edeceğinde silahını saklamış. Kırk yıl sonra köye döndüğünde silahını sakladığı yerde bulmuş.
HAMİTKÖY’ÜN NÜFUS SAYIMI
1831 yılında Osmanlılar tarafından gerçekleştirilen genel nüfus sayımında, köyün adı sayım listesinde bulunmadığından o sıralarda kurulmamış olduğu anlaşılmaktadır. 1891-2006 yılları arasında gerçekleştirilen nüfus sayımlarında ise nüfusu şu şekilde belirlenmiştir. 1891 nüfus sayımında 112 kişi (+ 1 Rum), 1901 sayımında 163 kişi, 1911sayımında 180 kişi, 1921sayımında 249 kişi (+ 5 Rum),1931 sayımında 276 kişi,1946 sayımında 360 kişi (+ 1 Rum), 1960 sayımında 418 kişi,1978 sayımında 636 kişi,1996 sayımında1746 kişi ve 2006 sayımında 2898 kişi.
KÖY İLE İLGİLİ DİĞER BİLGİLERE GENEL BİR BAKIŞ
Eskiden, Hamitköy’de su çeşmesi, yol, okul ve elektrik yokmuş. 1952 yılına kadar köyde çeşme olmadığından, kuyulardan çekilen sular içiliyormuş. O zamanlar Mandrez’de o kadar çok kuyu varmış ki, içine düşüp ölenlerin haddi hesabı yokmuş. Söylendiğine göre, 1952 yılında Eokacı’nın biri kaçıp köye sığınmış. Köylüler onu yakalayarak İngiliz askerlerine teslim etmişler. İngiliz Hükümeti de ödül olarak köye bir çeşme yaptırmış. Üzerine ise 1952 tarihini taşıyan bir yazıt konmuş. O dönemde İngiliz Hükümeti köye asfalt yol yapmak da istemiş. Ancak eşeklerin ayakları asfaltta kayacak gerekçesiyle köylüler istememiş. Köy ilk asfalt yola ancak 1970’li yıllarda kavuşabilmiş.
Eskiden, köyde alt yapı olmadığından Mandrezlilerin çoğu evlerini Küçük Kaymaklı’ya yaparlarmış. Ayrıca ürünlerin pazarlandığı yerlerden biriymiş de Küçük Kaymaklı. Sakallı’nın oğlu Koca Tahir yoksul biri olduğundan, kendine ait babutsalıktan topladığı ürünü sepetlerle Küçük Kaymaklı kahvehanesinin önüne götürür ve orda soyarak satarmış.
Eskiden Küçük Kaymaklı’nın çiftçileri yaşlandıklarında topraklarını 3-5 liraya Mandrezlilere satarlarmış. Mandrezliler de toprak almaya meraklı olduklarından, arazileri çoğalmış. Bu arazilere Rumlardan aldıklarını da eklemişler. Ancak Çatoz’dan gelen Sarı Sakallı ile oğlu Yoğurçu Hasan’ın (Küçük Kaymaklı’nın eski muhtarı Yusuf beyin babası) Küçük Kaymaklı’dan arazi satın almaya başlamalarıyla, Mandrezliler Küçük Kaymaklı’dan arazi satın alamaz olmuşlar. Mandrezliler çoban olduklarından köyün kuzeydoğusundaki tepelik arazileri satın alırlarken, Küçük Kaymaklı yönündeki düzlükleriyse Hacı Osman ile “Yoğurtçular” satın alırlarmış. Böylelikle, Küçük Kaymaklılılara ait toprakların büyük bölümü Mandrezliler ile Sarı Sakallı Sülalesi’nin eline geçmiş olur.
Eskiden Mandrez’in muhtarı yokmuş. Bu nedenle, eski kayıtlarda Mustafa Hüseyin Hacı Hasan olarak geçen Küçük Kaymaklı’nın muhtarı olan Mustafa Bacavuz, Mandrez’in da muhtarı sayılıyormuş. Ancak daha sonraları, köyün okumuşlarından olan ve Evkaf Müdürü Sör Münür ile okulda aynı sıraları paylaşan Hacı Hüseyin’in oğlu Ali Bey, köyün ilk muhtarı olmuş. Ali Bey bu görevi uzun seneler devam ettirmiş. 74 yaşında öldüğünde bile köyün muhtarlığını yapmakta olduğu söylenmektedir.1940’larda Tilki Mehmet’in oğlu İsmail köyün muhtarı olmuş. Ayrıca 14.3.1952 yılı itibarıyla köyün hem destebanı, hem de imamının Ali Buba’nın torunu olan Ali Alibaba (Ali Hoca) olduğu bilgileri edinilmektedir.
Eskiden Hamitköy’de okul da yokmuş. Yaklaşık 1920’li yıllarda, Küçük Kaykamlı’daki Topal Mehmet’in oğlu Ali Göt’e ait olan ev (Terzi Mehmet’in tuhafiye dükkanı olan yer) okulmuş. Daha sonra tarihini öğrenemediğimiz bir zamanda şimdilerde askeri amaçlarla kullanılan eski okul binası yapılmış. Süleyman hoca okulun öğretmeniymiş. Hamit’in oğlu Mehmet Buba’nın okumaya önem veren bir kişi olduğu da söylenmektedir. Okumaya o kadar çok meraklıymış ki, köye bir ev yaptırmış ve evlatlarıyla köy çocuklarını okutması için Lefkoşa’dan bir de öğretmen getirmiş. Ancak kızlarına eski Türkçe okuma eğitimi verdirtmesine karşın, nişanlılarına, ya da sözlülerine mektup yazacakları endişesiyle yazma eğitimi verdirmemiş. Şu anda elli yaşlarında olduğu söylenen Mehmet Buba’nın torunlarından Erol Buba’dan “Köylün ilk üniversite mezunu” diye söz edilmektedir.
HASTALAR DİNSEL-BÜYÜSEL YÖNTEMLERLE SAĞLIKLARINA KAVUŞUYOR
Çok eskiden Hamitköy’deki hasta çocukları sağlıklarına kavuşturmak için, onları bir köfüne koyup kapı kapı dilendirirler, satarlar, delikli taştan geçirirler, cirilerler, Mevlevi Tekkesi’ne atarlar, açık bir mezara indirirler ve benzeri dinsel-büyüsel yöntemlere başvururlardı. Hastalar ayrıca Hamitköy’ün mullası olan A--- İ---- adlı bir kadına da giderlermiş. Mulla kadın hastaların yıldızına bakar, onlara muskayla hamaylı yaparmış. İyilik büyüsü yapmasını bildiği gibi, kötülük büyüsü yapmasını da bilirmiş. Bu nedenle çok kişinin canını yakmış. Nihayet yaptığı büyülerin geçersiz olmaları için yemeğinin içine gizlice kendi dışkısı konarak ona yedirilmiş. O günden sonra yaptığı büyüler bozulmuş, yeni yaptıkları ise işe yaramamış. Böylece büyü yapmaktan vazgeçmek zorunda kalmış.
YAĞMUR DUASI
Yaklaşık olarak 1920’li veya 1930’lu yıllarda Mustafa Gabardi ile Fatma Mustafa Mülazim’i okutan Süleyman Hoca, kıtlık dönemlerinde yağmur duası yapmak için öğrencileri toplayıp Mandrez ile Küçük Kaymaklı arasındaki İzzet’in Deresi olarak bilinen yere götürürmüş. Orada yemekler yenir, dua edilir ve üzerlerine “Vehüvellezi duası” (yağmur duası) okunan taşlar dereye atılırmış. Böyle yapılınca yağmurun yağacağına inanılırdı.
ÖLÜLER-MEZARLIKLAR
Çok eskiden Hamitköy’de mezarlık olmadığından ölüler Lefkoşa’daki Girne Kapısı mezarlığına götürülürdü. Ölüleri mezarlığa taşımak için eşeklerin sırtına su köfünleri konur, onun da üzerine bir yorgan konduktan sonra ölüler yorganın üzerine yatırılırdı. Daha sonraları iki öküzün çektiği bir araba taşıma amaçlarıyla kullanılmış. Girne Kapısı mezarlığının kapanmasıyla, ölüler Mandrez yolu üzerindeki eski Küçük Kaymaklı Mezarlığına gömülmeye başlamış. Bu mezarlığa Goca Hamit’in oğulları Mehmet Buba ile Ali Buba’nın ve Mandrez’in ilk muhtarı Mustafa Bacavuz’un gömülü olduğu halen anımsanmaktadır. (Mandrez’e ilk mezarlık 1963 hadiseleri üzerine yapılmış. Bu mezarlık arazisinin ise Ali Buba tarafından bağışlandığı Mehmet Altuner tarafından bilgime getirilmiştir.) Yaklaşık olarak 1930’lu yıllara kadar ölen zengin çobanların mezarlarının içine “Kabir Kurbanı” kesilmesi adettenmiş. Kurban edilen hayvanın kanı mezar çukurunun içine akıtılır; etiyse fakirlere dağıtılırmış. Ancak o dönemde Gülsün adlı bir kadının oğlu kurban etini yiyince ölmüş. O günden sonra da mezarlara “Kabir Kurbanı” kesilmemiş.
RUM ÇOCUKLARI MANDREZLİLER TARAFINDAN DÖVÜLMESİ VE RUMLARIN KÖYÜ BASMASI
Anlatıldığına göre 24.5.1921 tarihinde Rum öğrenciler başlarında öğretmenleri olduğu halde Lefkoşa’dan Vouno (Taşkent) köyü yanındaki Kutsovendis Manastırına gitmek için köyden geçerlerken Yunan bayraklarıyla ve “Zido Ellines” sloganları atmışlar. Oysa o güne kadar Mandrez ile çevredeki Rum köyleri çok iyi geçiniyorlarmış. Manastırdan dönerlerken yine ayni sloganı atmaya başlamışlar. ‘İbrahimi’ onların gelişini hanaydan görerek havaya bir el ateş etmiş. Sopasını, silahını, bıçağını tabancasını kapan oraya gitmiş. O zamanlar Goca Osman’ın oğlu Mustafa’nın belinde 45’lik tekerlekli bir tabanca varmış. Başta Galliga olmak üzere diğerleri de Rum çocuklarını dövmüşler. Çocukların kimisi Lefkoşa’ya, kimisiyse komşu köylere kaçmışlar. Kaçamayanlarsa ovalardaki demetlerin içine saklanmışlar. Ertesi gün bile demetlerin içinden öğrenciler çıkıyormuş. Öğrencileri döven iki köylüden biri üç ay, diğerleriyse altı ay hapislik cezasına çarptırılmışlar. O günlerde bu olayın intikamını almak isteyen çevredeki Rumlar plan kurmaya başlamışlar. Bu sırada buğdayını değirmende öğütmek için eşeğiyle Değirmenlik köyüne giden Mehmet Buba, Rumların değirmende Mandrez’e baskın yapacaklarına kulak misafiri olunca hemen köye gelip baskın gününü köylülere bildirmiş. Bir kısmı atlarıyla Lefkoşa’ya gidip durumu polislere haber vermiş. Bir araya gelen köylüler Rumların köye yaklaşmaya başlamaları karşısında ellerindeki silahlarla onlara ateş etmeye başlamışlar. Bu arada Mehmet Buba garabina tüfeğini doldurup havaya ateş edince, silahın top gibi gürlemesinden korkan Rumlar baskından vazgeçmişler. Gelişen bu olaylarla ilgili olarak Harid Fedai’nin Vatan gazetesinden yaptığı tercümeye göre, olayın etkisinden kurtulamayan Digomolu Rum çocuklar, Dikomo’nun arazisinde sürülerini otlattıkları gerekçesiyle iki Türk çocuğunu 25 Haziran 1921 tarihinde dövmek istemişler. Çocuklardan biri kaçıp köye durumu bildirmiş. Ali Bey ile Hacı Hüseyin Ağa, diğer köylülerle birlikte olay yerine gitmişler. Ancak Ali Bey ile Hacı Hüseyin Ağa’yı yere yatırıp topuzlarla dövmeye başlamışlar. Zaptiye Hüseyin Ağa’nın havaya iki el ateş açmasıyla Rumlar dağılmış. Darp gerekçesiyle Rumlardan 22 kişi tutuklanmış. Böylelikle Mandrezli Türklerle çevre Rumları arasındaki tahriklere dayalı suni sürtüşme de son bulmuş.
(Sürecek)