“Hangisi Kıbrıslıtürk, hangisi Kıbrıslırum?...”
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Anastasia Pattihi, birkaç fotoğraf paylaşıyor ve hatıralarını kaleme alıyor sosyal medya sayfasında... Şöyle yazıyor özetle:
“Sizlere iyi bir haftasonu diliyorum, sevgi dolu olsun günleriniz ve çevrenizdeki insanlarla sevginizi paylaşınız çünkü nihayetinde geride başka hiçbirşey kalmayacaktır...
Elbette bu felsefi modumu merak ediyorsunuzdur, bunun için bir nedenim var ve bunu size açıklayacağım...
Bir süre önce dedemle nenemin fotoğrafının altında Türkçe bir yorum gördüm... Neden benim Kıbrıslıtürk arkadaşlarım yok ki diye düşündüm, bu Türkçe yorumu çevirdiğim zaman, ailemizle, özellikle de dedemle ilgili çok güzel şeyler yazıldığını gördüm... Bunu yazan bir Kıbrıslıtürk’tü, onunla temasa geçtim ve konuştuk. Aycan Erkan sağlam bir hanımefendi... Birazcık Rumca biliyor ve babasının, benim dedemin arkadaşı olduğunu anlattı bana... Onu sevgiyle hatırlıyor çünkü bana anlattığına göre, dedem onlara çok yardım etmiş... Hayatta kalmak için mücadele etmekteymişler ve dedem her zaman onlara yardımcı oluyormuş... Bazan bir şişe yağ veriyormuş veya biraz patates ve bu da aileye çok önemli bir katkı oluyormuş... Bana konuşmalarındaki dürüstlük şoke etti beni ama aynı zamanda aradan o kadar çok sene geçmiş olmasına karşın, dedemin hala hatırlanıyor, seviliyor ve saygıyla anılıyor oluşundan da şoke olmuştum. Dedem 1973 yılında vefat etmişti, Aycan o zaman küçüktü... O anda benim de ölümümün üstünden 50 sene geçmiş olsa dahi, inşallah benim hakkımda da bunca övgüyle söz ederek insanlar bulunur diye dilekte bulundum...
Aycan beni kardeşi Salih Mehmet ile tanıştırdı... Onunla da konuştum ve babası Mehmet’in dedemle eski hatıralarından söz etti bana... Dedem, babasına “Mavri” dermiş, belki esmer olduğu için ve bunu sevecenlikle yaparmış... Onu hatırlıyorum çünkü dedemin evine gelen tek Kıbrıslıtürk oydu... Misafirler gelir gelmez ninem onlara hemen pişirmiş olduğu yemekten kurtarmaya koşardı... Bir gün yemek pişirmemişti, o zaman da patatesle yumurta kavurmuştu... (İnsanın başka çok daha önemli şeyleri unutup da belleğimizin böylesi seçilmiş bir takım ayrıntıları hatırlaması ne kadar tuhaf)... Bize bir kötülük olursa kaygılanmamamızı çünkü hayatlarımızı koruyacağını söylüyordu... Sindeliydi, orada askerler vardı ve Türkiye yıllar öncesinden planlar yapıyordu... Türkiye’yle ilgili ne kadar da az şey biliyordu...
Salih bana babasının bir daha Sinde yakınlarında dedemin bahçesi olan ve buluştukları yer olan yere gitmediğini, o 40 basamağı çıkmadığını anlattı... “İşgalden sonra herşey sessizleşti, kuşlar gibi çekip gitti, orada artık tek damla su yok” dedi bana Salih, tam bu sözcüklerle...
Fotoğraflarda ninemle dedem var, Mehmet’in ailesi var, ayırdedebiliyor musunuz kim kimdir?”
Salih Mehmet de bu konuda şöyle yazdı:
“Hem 1974 öncesi, hem 1974 sonrası ailelerimizin birlikte çekilmiş fotoğrafları vardır... Bir resmimiz vardır ki Pezunu teyze ve kızı Tasulla’yla birlikte ağlarken çekilmişti. Çok duygusal bir yeniden buluşmaydı bu, Vadili’deki evlerinden zorla atılmışlardı... Ve Aradip köyündeki göçmen evlerinde buluşmuştuk. 1974 öncesi de, 1974 sonrası da hiçbir zaman iletişimi koparmamıştık çünkü Pezunu teyzeyle, her zaman temas halindeydik...
Aslen Vadili Köyünden olup ve 74 savaşından sonra göçetmek zorunda kalan Anastasia şu andayurdundan 12 bin km uzakta (Avustralya) yaşamaya zorlanan Anastasia’nın Facebook hesabından paylaştığı anılar doğrudur!
Dedesi Themistos dede 60 ve 70’li yıllarda yaklaşık 60-65 yaşlarında idi. Sinde’nin batısında bulunan bahçesinde sulu ziraatla uğraşırdı. 4 mevsim ürettiği, ürünleri satışa götürmeden önce ilk kesimi yakınlarına dağıtırdı. Bizi de yakını olarak görmüş olmalıydı ki arabasıyla bizim eve kadar gelip sebze bırakırdı. Haliyle Babamın tek ürünü süttü. Süt mahsülümüz çıktığı zaman babam da Themistos dedeye hellim veya ilkbaharda flauna/pilavuna yapmak için gerekli peyniri annem yapardı…
Bir diğer yandan da mandarada biriken koyun gübresini Themistos dede alır ve organik olarak yetiştirdiği sebzelere koyardı. Bahçede büyük bir de su havuzu vardı, bu havuzda bölge çobanları koyunlarını ilaçlı suda yıkardı. Kış aylarında tarım aletlerini korumak için ayrı iki büyük denecek kadar oda vardı. Bazen yağmura yakalandığımız zaman o evlerden bir tanesine girer ve yagmuru açık kapıdan izlerdik.
Rahmetli nur içinde uyusun Themistos Dedeyi, sadece cömertliğiyle hatırlamıyouz.
70’li Yıllarda Kıbrıs’ta EOKA-B nin NATO üyesi olan Yunan Cuntasından aldığı destekle Kıbrıs’ta terör estirmeyi bir marifet edinen EOKA’cılara karşı da babamı uyarırdı. Babama, ‘Mehmet davarınla bu bölgeye gelirken dikkatli ol, bu pislikler sana bişey yapmasınlar, Köyde (Vadili’de) bunlar artık her geçen gün daha da voyvodalaşmaktadırlar. Kahvelerde, sol görüşlülere sataşmalar arttı. Vadili polis karakolunu güpegündüz bombaladılar’ diye EOKA-B’den yakınırdı. “Yarın Türkiye burayı vurunca, önce onlar (EOKA) kaçacaklar”, diye babamla konuşurdu. 1974 Savaş’ı sona erdikten sonra babam bu sohbetini bize anlatırdı...
O yıllarda Rum Toplumunda sağ-sol diye iki zıt görüş olduğunu bilmiyorduk. Yunan Cuntası Kıbrıs’ta Sol’a karşı neden cephe açtığını yıllar sonra öğrendik... Nitekim 50 Yıl sonra Anastasiya’ya bunları anlattığım zaman, Anastasia ‘dedem, AKEL’e oy verirdi’ diye yanıtladı… Yani O da EOKA-B’nin hedefi olabilirdi...
Durum böyle olunca, EOKA-B kadroları savaşta pek de can kaybına uğramamıştır. Esas can kaybı sıradan Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında oldu. Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütünlüğü korunacaktı garanti anlaşmalarına göre.
Şimdi O Cumhuriyetin topraklarında NATO üyesi olan ülkelerin askerleri yatır kalkar… Ada’nın geleceğinde söz sahibi onlar. Fransa, Yunanistan ve İsrail bir tarafta, Türkiye bir tarafta… 1960’tan bu yana nereden nereye gelindi!
Adanın doğal kaynakları da İsrail üzerinden gidecekmiş Avrupa’ya…
Sıradan bir Kıbrıslı’nın umurunda bile değildir bu kaynağın nereye nasıl gideceği... Nasıl olsa pasta batılıların tabağında…
Rahmetli Themistos Dede hayatta olsaydı kimbilir ne diyecekti Kıbrıs’ın şimdiki durumuna...”
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME İÇİN DÜNYADA NELER YAPILIYOR?
“Kosova savaşında en ucuz, en güçlü ve en etkili silah tecavüzdü...”
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BIRN’den Serbeze Hakhiyaj, savaş döneminde tecavüze uğramış olan kurbanların öyküleriyle ilgili bir inceleme yayımladı 8 Kasım 2021’de... Biz de bu yazıyı okurlarımız için geçmişle yüzleşme konusunda dünyada neler yapıldığını göstermek bakımından derleyip özetle Türkçeleştirdik. Serbeze Hakhiyaj, şöyle yazıyor:
*** Psikanalist Viola Rebeka, yeni kitabının savaş döneminde cinsel saldırıya uğramış olan tecavüz kurbanlarının Kosova’da başlarına gelenler hakkında kimseyle konuşmadıklarını, bunun da yaşamakta oldukları travmaları uzattığını anlatıyor.
*** “Evde, çocuklarımla birlikte yalnızdım. Küçük kızım henüz bir yaşındaydı o günlerde, büyüğü ise üç yaşındaydı... Onlar da oradaydı ve bana nasıl tecavüz edildiğini gördüler” diye anlatıyor Şöhret Tahir Süleymani... Nisan 1999’da Sırp askerler Kosova savaşı esnasında yüzlerini kapatıp onun evine girmişler ve iki kızının gözleri önünde ona tecavüz etmeye başlamışlar...
*** “O günden sonra tavuk pişirmekten vazgeçtim... Tavuk, çıplaklığıyla, çiğ kokusuyla bana tecavüze uğradığım günü hatırlatıyordu... Şimdi bile o görüntüleri hatırlamak beni dehşete düşürüyor ve kendimi kirli ve utanç içerisinde buluyorum” diyor Şöhret Tahir Süleymani. Kosova’da Arnavut kökenli olup da savaş esnasında tecavüze uğramış olan kurbanlardan kamuoyu önünde konuşabilen pek az insandan biri o... 2018 yılında televizyona bir röportaj vererek Sırp polisler tarafından henüz 16 yaşındayken nasıl tecavüze uğradığını anlatan Vasfiye Krasniki-Goodman’ın örneğini izlemiş Şöhret Tahir Süleymani... Şimdilerde Vasfiye Krasniki-Goodman bir milletvekili ve Kosova’da savaş esnasında tecavüzler konusunu tartışmaya açan şahıs olarak biliniyor.
*** Şöhret Tahir Süleymani, psikoanalist Viola Rebeka’nın yakın geçmişte yayımlanmış olan “Tecavüz: Bir Utanç Tarihi” başlıklı kitabında başından geçenleri anlatmış. Bu kitapta üzüntü, dışlanma, travma, travma sonrası stress bozukluğu, kuşaklardan kuşaklara aktarılan travmalar ve hayatta kalanların yaşadığı sendromlar bulunuyor... Kitapta Kosova dahil, çeşitli ülkelerde çatışmalar esnasında tecavüze uğramış olan kadınların öyküleri bulunuyor...
*** 1998-1999 yıllarındaki Kosova savaşı esnasında binlerce kadına Sırp kuvvetler tarafından tecavüz edildiği tahmin ediliyor... NATO bu savaşı 78 gün boyunca bombardıman kampanyasıyla durdurmuştu nihayetinde... O günlerde Başkan Slobodan Miloseviç’in baskıcı idaresi vardı Yugoslavya’nın bir eyaleti olan Kosova’da...
*** Viola Rebeka aslında New York’ta yaşıyor ancak çatışmalardan etkilenmiş bir dizi ülkede terapist olarak çalışmış. Bunlar arasında Rvanda, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Kosova da bulunuyor... Priştine’yi geçen hafta kitabının tanıtımı için ziyareti esnasında Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BIRN’e verdiği röportajda “Farklı çatışma bölgelerinde bir terapist olarak çalışmalarım, savaş esnasında tecavüze uğramış kurbanların deneyimlerini dinleme fırsatı sağladı bana” diye konuşuyor. Kitabını, Kosova İşkence Kurbanları için Merkez’in işbirliğiyle tanıtıyor...
*** “Tecavüzle ilgili imajlar ve düşünceler o kadar yoğundur ve insanı altüst edicidir ki, bu zulmü tarif edecek sözcükler yoktur, savaş esnasında her bir tecavüz, zalim bir eylemdir” diyor. Kitabın, Kosova’daki durumun kendine özgü bir yanını da gösterdiğini söylüyor Viola Rebeka... “Savaştan sonraki atmosferde, Kosova’da tecavüzleri saklamaya ve tecavüz kurbanlarını sessiz kılmaya çalışılmış, bu da onarılması mümkün olmayan zarara yol açmış” diyor...
*** Viola Rebeka, Soykırım kurbanı olmuş olan bir aileden geliyor ve savaş esnasında Almanya’nın Ravensbruck Nazi toplama kampında kurtarılmaları esnasında sarhoş Rus askerlerin tecavüzüne uğramış olan ninesinden gelen kuşaklar arasındaki travmalarla hala başetmeye çalışan birisi kendisi de... “Kuşaktan kuşağa aktarılan travmalar, anneyle babanın travmatize edildiği ailelerde görülüyor ve travmanın etkileri de kuşaklar boyunca devam ediyor” diye anlatıyor Viola Rebeka.
*** “Bu, Kosova’da da görülüyor” diyor ve şöyle devam ediyor: “Kosova’da en ucuz ve en güçlü silah, tecavüzdü... Ne yazık ki en etkili silah da buydu... Tecavüzden sonra kurban, kurbanların ailesi ve toplum, aşağılamanın da ötesinde olan bu tür eylemlerin uzun vadeli etkileriyle başetmeye çalışıyorlar...”
*** Viola Rebeka, Kosova’da savaş esnasında tecavüze uğramış olan kurbanların acılarını sessizlik içinde ve yalnız çektiklerini ve yaşamış oldukları travmaların hala açık biçimde ele alınmadığını anlatıyor. Gerek aileleri, gerekse toplum tarafından dışlanma korkusuyla cinsel şiddete yönelik sosyal dışlanmışlık devam ediyor ve bu yüzden pek az savaşta tecavüz kurbanı neler yaşadığını açıkça anlatmış bulunuyor. “Kurbanlar tarif edilemeyecek olanı anlatabilmek için mücadele ediyorlar ve bu da bir dizi soruna yol açıyor kimi zaman” diyor Viola Rebeka.
*** 2018 yılının Şubat ayında Priştine hükümetinin Kosova Savaşı Esnasında Cinsel Şiddete Uğrayıp Hayatta Kalmış Olanların Belirlenip Tanınması Komisyonu harekete geçirilmiş ve bu komisyon savaş esnasında tecavüze uğradığına ilişkin resmi bir statüye sahip olmak isteyen insanlardan başvuru kabul etmeye başlamış... Böylesi bir statüye kavuşmak, yalnızca kurbanın acılarının resmi olarak tanınması değil, aynı zamanda ayda 230 Euro’luk bir sosyal yardım almaya hak kazanmak anlamına da geliyor.
*** Ancak pek çok kurban buna başvurmaktan çekiniyor çünkü dışlanmaktan korkuyorlar... Şu ana kadar 1,680 başvuru yapılmış, bunlardan 984’ü kabul edilmiş. 220’den fazla başvuru, yeterli destekleyici belge olmadığından reddedilmiş, 20 sene önce yaşanmış bu saldırılara ilişkin verileri belirlemenin ne kadar zor olduğunu da gösteriyor bu... Viola Rebeka, “Kosova’da toplumun karşı karşıya kaldığı şey, savaş esnasında tecavüze uğramış olan kurbanların duygusal ve sosyal deneyimlerinin karmaşıklığını anlamak ve onların başetmeye çalıştığı travmayı anlamaya çalışmaktır” diyor...
https://balkaninsight.com/2021/11/08/survivors-stories-describe-terror-and-trauma-of-wartime-rape/
(BIRN’de Serbeze Hakhiyaj’ın 8 Kasım 2021’de yayımlanmış yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).