Hangisini seçeceğiz?
Uluslararası bir sorundur, Kıbrıs sorunu…
Ve bu soruna bir “çözüm” bulunacaksa uluslararası onay da gerekecek.
İlk önce de “garantörlerin”…
Türkiye’nin…
Yunanistan’ın…
İngiltere’nin…
Bu uluslararası hukuku açısından elzem.
Bunu başka bir alternatifi yok, başka bir formülü de.
1959-60 antlaşmalarının bir sonucu olarak garantörlük gibi bir ‘hak’ meydana gelmiş ve bu hak da bu güçlere sorunun nihai çözümünde söz hakkı tanıyor.
Hatta haktan öte, sorumluluk da veriyor.
Adanın bulunduğu bölgede sular zaten ısınmış.
Suriye’de birçok devletin askeri var.
Irak keza öyle…
İran desen büyük güçlerin girmek için gün saydığı bir coğrafya.
Kuzey Afrika ülkeleri kaynıyor.
Orta Doğu zaten hep kaynama halinde…
Biz de Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol geriliminin içinde yaşamaya devam ediyoruz.
Bu coğrafyada hem uluslararası aktörler var, hem uluslararası örgütler hem de şirketler!
AB var örneğin, BM var, NATO var.
***
2004’te AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti bu günlerde NATO’nun büyük gücü ABD ile silah ambargosunu kaldırmaya kadar varan bir yakınlaşma içinde…
Türkiye ABD ilişkilerinin geldiği nokta ortada, git gel dönemi ve ABD’ye de Rusya’ya da muhtaç bir hava…
Türkiye Rusya ilişkileri, Türkiye AB ilişkileri…
Böyle bir keşmekeş içinde 2020’De bir açıklama yaptı Rum lider ve dedi ki bir devletin münhasır ekonomik bölgesi müzakere masasına getirilemez!
Yani demek istiyor ki, doğalgaz konusunu Kıbrıslı Türk lider ile konuşmayız!
O günlerde Akıncı’nın Türkiye’nin de talebi ile masaya getirmeye çalıştığı “doğalgazı konuşalım” önerisini çok net bir şekilde reddediyordu Rum lider…
Akıncı Türkiye’nin talebi ile doğalgaz konusunu görüşmeyi talep ederken Rum lider böylesi bir çıkış yapıyor, yapabiliyordu.
Ne olduysa zaten bu anlaşmazlıktan sonra oldu. Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan gerilimi doğalgaz çerçevesinde ateşlenmiş oldu. Zaman zaman artsa da azalsa da sürüyor anlaşmazlık…
Peki şimdi neredeyiz biz?
***
Türkiye bir dünya devleti olarak her siyasi sorunda varlığını hissettiriyor.
Yönetimini beğenmiyor, onaylamıyor olabiliriz, ancak Türkiye iyi-kötü her yerde vardır.
Kıbrıs’ta, Kuzey Suriye’de, Akdeniz’de, Ege’de, Irak’ta hatta Libya’da…
Kıbrıs Rum liderliği, ya da daha bilinen adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti de öyle.
Peki biz neredeyiz?
Rumların lideri niyetini açıkça ortaya koyuyor ve “ben ne siyasi eşitliği kabul ederim ne de doğalgazı müzakereyi” diyerek net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Biz? Buna hayır diyorsak liderimiz ne yapıyor, buna itirazımızı nerede dillendiriyor?
Kıbrıslıların artık ayrı telden çaldıkları çok net görebiliyoruz, bu aslında üzücü bir durum.
Rum tarafının ve Türkiye’nin tavrının bir sonucu olarak Saray’da Ersin Tatar var.
Şu anda görevde olan liderlerin bakışı, meseleyi “ortak vatan/ ortak niyet” noktasından düşünemiyor, düşünmüyor, bu çok açık.
Rum lider “devleti” ve devletinin bir getirisi olarak doğalgaz için elinden geleni yapıyor, onu kaybetmemek Kıbrıslı Türklerle paylaşmamak için adeta direniyor.
Kıbrıslı Türk lider ise durumu sadece izliyor. Bu “devletin” Dış İşleri Bakanı da Fenerbahçe maçındaki Türkiye bayrakları ile ilgileniyor!
Öte yandan Türkiye doğalgaz konusunda kendince bir siyaset izliyor, bunu söylemde “Kıbrıslı Türklerin haklarına” bağlıyor.
***
Aslında şimdiki iki liderin ortaya koyduğu bu kötü performans Kıbrıs sorunu denen meselenin özünü yaratan ana unsurlardan biri…
İki toplum da 60’lardan beri kendi yolunu çizmeye çalışıyor. Kıbrıslılar kendi geleceklerini kendileri belirleme niyetlerini, yani iradelerini ortaya koymayı beceremedikleri içindir ki ‘hak sahipleri’ ve karar vericiler bu kadar fazladır!..
Müzakere masasında yeni kurulacak federal devletin en ince ayrıntısını konuşan Kıbrıs’ın liderleri yabancılara “Biz Kıbrıslıyız ve burada sorunun çözümüne biz karar vereceğiz” demiyor, diyemiyor.
Hele hele de Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıs Türk liderliği tamamen oyun dışında…
Baksanıza Doğu Akdeniz ile ilgili hemen hemen her gün Türkiye’den yeni bir açıklama yeni bir ses geliyor.
Kıbrıslı Türklerin “anavatanı” konuyu artık bizzat ele almış, kendi oyununu kendi oynuyor.
Bu Akıncı döneminde de öyleydi, şimdi de öyle…
O günlerde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Kıbrıs sorununda neyin müzakere edileceğini konuşmak için 5’li zirve öneriyordu örneğin!
Her siyasi gelişmede hem “ulusal konseyinde” hem de dış güçlerle bir araya gelen Rum lider kuzeye bakınca ne düşünüyor acaba? Kıbrıslı Türk liderle neyi görüşsün ki?
Hem iç kamuoyuna hem de uluslararası sahneye Kıbrıs’ta özne benim diyor.
***
Ve şimdi biz bu iki “özne” ile de küsüz! Kendimiz de özne olmayı terk ettik…
Hem güneye, hem de kuzeye kapattık kapıları, eskiye döndük.
Bu karmaşayı yaratan, bu içinden çıkılmaz durumu çözemeyen, krizleri yönetemeyen hatta olanların üzerine yeni krizler ekleyen siyaset şimdi herkesle iletişim ve diplomasiyi yok etme söylemini ‘yeni siyaset’ olarak öne sürüyor.
Umarım tamamen içe kapanma dönemine girmeyiz ve umarım yayılan korku düzeni bizi daha fazla yalnızlığa sürüklemez…
Çünkü bize sunulan ya da dayatılan aslında çözümsüzlük dönemidir, içe kapanma dönemidir, kimse ile iletişimi olmayan yalnızlaşma dönemidir, kısacası karanlık bir dönemdir…
Bu karanlığa mı yürüyeceğiz, yoksa derdimizi anlatan, ne istediğini bilen ve konuşan, diplomasi ile toplumun yolunu açan, bizi yeninden özne yapacak bir tarafa mı yöneleceğiz?
Hangisini seçeceğiz? Karanlığı mı? Aydınlığı mı?
Önümüzdeki yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri işte bu sorulara yanıt arayacağımız seçimlerdir.
Nereye yol alacağız?
Karanlığa mı? Aydınlığa mı?