Hani KKTC? Hangi KKTC?
Neden mi bizden bir şey olmaz?
Bu sorunun tek bir yanıtı var: Yalakalıktan!
Evet, aşırı yalaka olduğumuz için, bu ülkeden “hiçbir şey” olmaz!
Sıfır şans!
-*-*-
Bakın, Adem Huduti, iki yıl bu ülkenin “en üst makamı” değil miydi?
Haydi inkar edin!
Dün de yazdım benzer konuyu!
Huduti paşa bu ülkede Kolordu Komutanlığı yaptı…
2010’dan 2012’ye kadar “O’ndan büyüğü” yoktu değil mi?
-*-*-
Allah acıdı, o iki sene içerisinde ülkede savaş çıkmadı!
Neden mi?
Çünkü KKTC’nin Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a göre, o dönemde Korgeneral rütbesinde olan, daha sonra orgeneralliğe yükselen ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2’nci Ordu’sunun komutanlığını yapan bu kişi, meğer azılı bir teröristmiş ve üstelik de “Kıbrıs’ı Helenleştirmek” gibi bir amacı varmış!
Vallahi da billahi da Ers başkan öyle biliyor ve öyle konuşuyor!
-*-*-
Abi, atacaksın, yalakalık yapacaksın ama bu seviyede zırvayla olmaz bu işler!
Bari hiçbir şey söyleme ya hu!
Sus be gardaş!
-*-*-
Haaaa, sadece Ers başkan değil bu tür abuklukları yapan!
Daha çokları var!
Ama bilinmelidir ki esas sıkıntı; Türkiye’de “iktidarda kim varsa”, KKTC’dekilerin “patronu” olması halidir!
İşte budur “bizden bir şey olmaz” deyişimin sebebi!
-*-*-
Ve evet tekrar ediyorum; sadece Ers başkan ya da siyasilerimiz değil; toplumumuz da farksızdır!
“Kişisel çıkar”, 1974’te öldürülen “toplumsal mücadele ruhumuz”la birlikte “ayyuka” çıkmış durumdadır!
Son derece benciliz.
Gemisini kurtaran kaptan durumundayız!
-*-*-
Bakın maaş artışına!
Memurumuzun, ama özellikle “üst düzeyimizin” keyfi gıcır!
60 bin TL maaş alacak olan vekil, müsteşar, koordinatör, müdürler bir yana; aynı seviyelerde maaş alacak onlarca “boşta gezen” müşavirimiz de olacak!
-*-*-
Ve inanın, kimsenin umurunda da değildir!
Maaşı alacağız, özel sektördeki garibanı unutacağız!
Mottomuz da budur, modumuz da budur!
-*-*-
Siyasi yakınlıktan dolayı efendi ya da hanım efendi “müdür – müsteşar” yapılmış; sonra siyasi yakınlık olmadığından görevden alınmış…
Şimdi ya evde yatıyor, ya da deniz kenarında tatil yapıyor…
Açlık sınırı altında asgari ücret alacak olanlar onların umurunda mı?
-*-*-
Hep böyleyiz!
Hem de çooook uzun yıllardan beri!
-*-*-
Haaaa biz kim miyiz?
Mesela, Osmanlı döneminde uçkur keyfine mülklerini dağıtanlarız…
Mesela, İngiliz Ada’yı kiraladığında veya “işgal ettim” dediğinde ses çıkarmayanlarız…
Daha da kötüsü, ilk gelen İngiliz birliklerinin öncülerinin “kapişari” ettiği kese kese paraların üzerine uçarak atlayanlarız…
-*-*-
Bir kez Gavur İmam çıkardık, adının hatırlanmasını dahi istemeyenleriz…
Rum ahali İngiliz sömürgesine ayaklanırken, gidip İngiliz’e “Auxiliary Police” adıyla “işbirlikçilik” yapanlarız…
-*-*-
Kendi devleti Kıbrıs Cumhuriyeti’ne asla sahip çıkmayıp, hep Taksimci olanlarız…
Fırsatı bulduğu anda, Rum mülklerinin üzerinden zengin olanlarız…
Rum mülklerinin “helal malı olduğuna” hala içtenlikle inanan ganimetçi hırsızlarız…
-*-*-
Ülkenin nüfus yapısının değiştirilmesine hiç ses çıkarmayanlarız…
1974’teki askeri müdahalede zafer kazandığını sanıp, sonrasında Kuzey Kıbrıs’ı, Dünya’nın en yaşanmaz pisliği haline dönüştürenleriz…
En azından dönüştürülmesini “Türk milliyetçiliği” sananlarız…
Tekrar gibi olacak ama “hiç çalışmadan 60 bin TL maaşı kabul edenler”iz…
Hep ağlayanlar ama hiç ayaklanmayanlarız…
-*-*-
Bizden bir mok olmaz!
Üzgünüm!
-*-*-
Çocuklarımız kaçıyor – kaçacak!
Kendi kendimizi yönetemiyoruz; üç beş Türkiyeli hırsız – rüşvetçi memurun emrinde saçmalıyoruz!
Bir de çıkıp çıkıp, “Rum tarafına öneri sunduk, başımız bu önerilerle göğe erecek” gibi dangalaklıklar yapmıyor muyuz?
-*-*-
Neyse…
Bu filim bitmiştir!
Kıbrıs Türk toplumu diye bir toplum yoktur…
Tayyip Erdoğan’ın, Fuat Oktay’ın “adamları” ile onların “çıkarları” vardır…
-*-*-
KKTC mi?
Ziligurti çıkarasınız ama “hani KKTC? Hangi KKTC?”
Tuz da koktu!
Hırsızlıkları, ganimetçilikleri, her türlü yasadışılıkları sürsün diye çırpınanların tamamına yakınına bir bakın; “KKTC’ci” olduklarını göreceksiniz!
-*-*-
Bunlar, kurulu düzenleri değişmesin diye; Perşembe akşamı meyhane masasına oturur, Cuma öğle alkollü vaziyette, “Besmele” çekmeyi bile öğrenmeksizin, bilmeksizin Cuma namazı kılmaya giderler!
Ama yanlarında “TC Lefkoşa Büyükelçisi” de olmalı namaz sırasında!
-*-*-
İnandıkları devletleri gibi, bunların her şeyleri sahtedir!
Hatta, çok ender durumlarda kendilerinin değilse bile evlatlarının ceplerindeki pasaport, “düşman” saydıkları devletin pasaportudur…
-*-*-
YÖDAK diye işlevsiz bir kurumları vardır!
Buraya kimin başkan olacağı, kimin üye atanacağı meselesini bile “torpile” bağlarlar!
Sonuçta YÖK verir kararları Türkiye’den!
-*-*-
Ve sahteliğin, iğrençliğin, çökmüşlüğün boyutu o kadar ileridedir ki; YÖDAK ya da YÖK’ün “parayla diploma satıyor” diye raporlar hazırladığı üniversitenin yönetim kurulu üyelerinden birini Türkiye’den gelen talimatla “Bakan” diye kabineye alabilirler!
-*-*-
Sonuç mu?
Ortalık “Profesör” dolu!
Ve ne yazık, ne acı ki, “profesörlüklerimiz” da “tartışılıyor”…
Birincisi, “kendi kendimize profesörlük” tartışması!
İkincisi, “kendi kendimize verdiğimiz profesörlüklerin”, uluslararası alandaki “geçerliliği” ya da “itibarı” meselesi!
-*-*-
Ne diyor Ersin tatar?
“Egemen ve eşit devlet” mi diyor?
“Sahte devlet! Sahte!”…
Her şeyi hem de!
-*-*-
Sonuç mu?
Tuz da kokmuştur!
Zizziro ganadı… Fotoğrafı ben çektim… Sanal medyada paylaşıp, “bu nedir?” diye sormayı düşündüm bir an… Vazgeçtim… Bu sayfada paylaşmayı daha uygun buldum… Evet, bu gördüğünüz, bir günlük ömrünü tamamlamış bir zizzironun kanadıdır… Rüzgar, oturduğum masanın üzerine, tam önüme uçurmuş… Çocukluğumdan beri, özellikle yaz sıcağını, çıkardıkları acımasız sesle daha da çekilmez kılan bu hayvancıklar bile, artık tükendiğimizin kanıtlarından biri gibidir… Neden mi? Kaç kişi kaldık “zizziro” diyen? Bilmem anlatabildim mi? İnanın gidişat, “zizziro” diyenlerin en iyi ihtimalle dışlanacağı günleri gösteriyor… “Ne zizzirosu lan! Ağustos Böceği bu!”…