Hani o bizim meyveler
Pencereyi açardık ve gün içimize doğardı.
Göz kapaklarımız güneşle cilveleşirdi.
Neredeyse ağzımızın içine doğru büyürdü üzümler, portakal çiçeği kokardı sabahlar, limon çiçeği kokardı.
Onca meyveyi, bal arılarının kursağında taşıdığı öz gibi bilirdik.
***
Markette meyvelere gözüm ilişti, çilekler “elma” gibi!
Üzüm de var her mevsim, kavun da…
İyi de “kokusu” değişti.
Ne bunlar?
Öyle “zamansız zamansız”.
Her aşk kendi mevsimini beklemeli.
***
Fark ettim ki, biz çocukken, neredeyse dışarıdan hiç meyve satın almazdık.
Belki muz, sadece…
O dahi bazen “küçük küçük” gelir, salona asılır, kendi loşluğunda pişerdi.
Ayıptır söylemesi kiwiyi hiç anımsamam, ananasın suyunu bilirdim, hindistan cevizinin tozunu!
***
Niye meyve almazdık, çünkü hemen hepsi bahçemizde vardı.
Daha “çiçeğinden” bilirdik mandarini.
Yusufçuk derdik!
Geçenlerde yine söyledim, birisi bana tuhaf baktı.
***
İncirin her rengi vardı bahçede, karası, beyazı, içi pembelisi, kan kırmızısı.
Nar vardı, ekşisi, tatlısı.
Alıç üç ağaç, yusuf iki....
Yenidünya bir ağaç önde bahçede, iki arkada…
Üzüm mü?
O kocaman talvarın altında yürüyüş yapsanız, yorulurdunuz.
Üç günde budayabilirdik, yavaş yavaş…
Şeker portakalı hiç eksik olur mu?
Ve zerdali, şeftali, ağaçların en dertlisi...
İllaki böceklenirdi.
***
Niye meyve almazdık, çünkü, hepsi bahçemizde vardı.
En hüzünlü yanı da şu ki, bu ağaçların hiçbirini biz ekmemiştik.
Meyvelerini yemiştik, sadece…
Biz, hani o meyve ağaçlarının fidelerini dikenler kovulduktan sonra gelmiştik!
Ne çalıştayı?
“Gece Kulübü Çalıştayı” ne demek?
Sektörel bir mesele gibi!
Sanki dondurma sektörünün paydaşları buluşacak, konuşacak.
Ya da giyim!
“Gece Kulübü” dediğin aslında “eğlence” yeri.
Böyle bir sorunumuz yok ki.
Mesele “seks işçiliği...”
“Köle pazarı” kurulmuş.
“Fuhuş” var.
***
Onca gece kulübü, yüzlerce seks işçisi kadın var...
Ama örneğin, halen, okullarda “ergenlik” yaşında erkeklere, kadınlara “korunma yöntemleri” anlatılmıyor!
“Prezervatif”in lafı geçmiyor liselerde...
Cinsellik konuşulmuyor.
***
“Gece Kulübü Çalıştayı” daha ilk adımdan adıyla kırılgan bir duruş sergiliyor.
Ve sadece “gece kulüpleri” üzerinden gidersek, eğitimi katmazsak işin içerisine, sağlığı katmazsak, cinsiyet eşitliği ya da cinsel yönelimleri konuşamazsak...
“Mış” gibi olacak sanki...
Umarım, yanılırım.
Umarım...
Şu güzel fotoğraf
Editörler ‘haber’ üzerine bir not düşer:
“Bakanın fotoğrafı ile birlikte kullanalım.”
Grafik tasarım yapanlar ise “arşiv”deki fotoğrafı alır ve hemen işi bitirir.
Böyledir bizim meslekte!
“Bize akıl veriyor” diyerek, kibirli bir yerden okumayınız, lütfen...
Ancak meslekte biraz eskiyince, kurumsal iletişim ve medyayla ilişkilere dair öneri yapmak ihtiyacı duyuyorum.
Bakan Ayşegül Baybars’ın “seçim” döneminden arşivlere giren bir fotoğrafı var.
Manken gibi.
Ve ilgili ilgisiz her yerde bu fotoğraf kullanılıyor.
Çünkü, Ayşegül Baybars dâhil pek çok Bakan hatta Başbakan ve hatta daire müdürleri ya da vekiller için yeni fotoğraflar, görsel dosyalar medyayla paylaşılmıyor.
Oysa basın, yayın, iletişim, halkla ilişkiler gibi farklı başlıklarda görevli onlarca onlarca arkadaşımız var.
Ve böylece ne oluyor?
Trafik kazası, cezaevi grevi, batık belediye gibi çok farklı meselelerin yanı başında, sayın bakan hep aynı gülümsüyor! Mesele ciddi, dramatik, gergin falan ama bakan hep gülümsüyor.
Sosyal medya profilinden ya da arşivden fotoğraf alma kolaycılığı sırıtıyor!
Kimseler de bunu değiştirmiyor.
Hem gazeteciler dikkat, hem de basın görevlileri…
Çünkü mesleğin ilk yılında bize şunu öğrettiler, haber fotoğrafı ‘artistik’ olamaz...
“Güzel fotoğraf”tan önce haberdeki duyguyu yansımaktır, önemli olan...
SOSYAL Cinayet
Adada karşılıklı geçişler başladığından beri yanılmıyorsam böylesi ilk cinayet.
15 senedir geçişler var.
İlk kez bir Kıbrıslı Rum, kuzeyde cinayete kurban gitti.
Güneyde benzeri bir olay yaşanmadı, hatırlamıyorum.
Ancak mesele “siyasi” değil.
Türklük, Rumluk değil...
Sosyal bir mesele...
Muhtemelen “eşcinselliğini gizlemek” ihtiyacı duyan ve kendi hislerini özgürce yaşamak için kuzeye geçen birisi...
Türklük Rumluk değil...
Ne de siyasi...
Mesele insanlık.
Anlamamız gereken bu.
Tam bir yol ayırımı
Tam bir yol ayırımındayız.
Şimdi herkes yolunu seçecek.
“Kıbrıs ülkesi” ideali ile “KKTC”yi meşrulaştırma arasında bir ayırım bu.
“Bölünmüş” bir coğrafya ile “Birleşik Kıbrıs” arasında bir yolculuk.
Kendi yoluna gidecek herkes!
Ve göreceğiz...
“Yırtık” bir haritaya karşı elinde “iğne iplik” inatla ortadan dikmek için yolundan dönmeyenleri...
Bu yol ayırımı “seçim gaileli egemenlik yarışçıları” ile “barış inşacıları” arasında...
“Özne” ya da “nesne” olmaktan birini seçeceklerin yol ayırımı bu!
Yarımla bütün arasında!
Öyle bir ayırım...
Notcuklarım
-Dükkanın “tam önüne” park edince sanki alış-veriş daha ucuza geliyor!
-Meyhaneler, “hesap” geldiği zaman 5 yıldızlı otellerle yarışıyor.
Fiş, fatura yok.
“Kayıt dışı” içiyor, efkârlanıyor ve soruyoruz, “ne olacak bu memleketin hali.”
İYİ İŞLER
-Başarılı bir operasyonla YDÜ Hastanesi’nde 50 yaşındaki bir hastanın kalbinden çıkartılan tümör.
- Devlet hastanelerinde 12 yerine 14.30’a kadar poliklinik hizmet süresinin genişletilmesi.
-Yeni bir kök hücre bağışı ile 54'üncü kez insanlık için umut olan Kıbrıslı Türk.
-Kıbrıslı kürekçi Anna Ioannou’nun 500 metrede 1:37:2 derecesi ile dünya rekoru kırması!
Ve PASKA
Καλό Πάσχα
-Kıbrıslı Türklerin bayramları gibi..
Kıbrıslı Rum toplumu yumurta boyadı günlerce... Ve dün fırınlar yandı, pilavunalar pişti.
Keşke paylaşabilsek, bayramı, paskalyayı birlikte, sevinçle...
Bu pazar şunu düşünün!
-Siz en son ne zaman kaçtınız kendinize?