HAPSEDİLMİŞ DÜŞÜNCELER, ZİNCİRE VURULMUŞ ZİHİNLER
İnsanın düşünme yeteneğini köreltirseniz yönetilen, güdülen bireyler ve toplumlar haline gelirsiniz. Bir köle, bir kuklasınızdır.
Seyide Akgünlü
[email protected]
Felsefe nedir? Bu soruya verilecek cevaplar o kadar çoktur ki, bunlara birkaç örnek verdikten sonra “ ne kadar felsefeci varsa o kadar felsefe tanımı vardır” deriz. Felsefenin ne olduğu ile ilgili birkaç anahtar kelime söyleyin desek herhâlde şu kelimeler birçok filozof tarafından söylenirdi: sistemli düşünme, düşünceyi temellendirme, eleştiri, merak… bu özellikler felsefeyi insanlığın gelişmesinin ve güvenilir bilgiye ulaşmanın temel unsuru haline getirir. Felsefe medeni toplumlarda değer verilen temel alanlardan biri haline gelirken, baskıcı yönetimler için yasaklanan, korkulan bir alan olarak görülmesine neden olmuştur.
Hem insan hem de onun bir bakıma yansıması olan toplum mutlu ve kolay bir hayat arzular. Bunu gerçekleştirmenin en basit yolu katılaşmış “düşünce kalıpları” kullanmaktır. Bu kalıplar evde düzeni sağlamak için eşyalarımızı koyduğumuz kutulara (dolaplara) benzer. Her şeyi etiketleyip kaldırırız ve böylece aradığımızda kolayca buluruz. Bu pratik uygulama bize zaman kazandırır ve enerji tasarruf etmemizi sağlar. Bu düşünce kalıplarının bazılarını biz kendi deneyimlerimizle kazanırken (örneğin yalan söyleyen insanların bize verdiği zararları yaşayınca, yalan söyleyen bir insanla arkadaşlık edilmez fikrinin bizde oluşması gibi) bazıları ise bize küçük yaştan itibaren aile, toplum ve medya tarafından aktarılır. Bu kalıplar sayesinde enerji harcamadan nerdeyse otomatik olarak yaşarız. Ezberlediğimiz, eleştirmeden, üzerinde düşünmeden kabul ettiğimiz bu kalıpları karşılaştığımız birçok problemi, durumu yorumlamak, çözmek için kullanırız. Peki bu kalıpları nasıl kullanırız? Kim haklı, kim haksız; kim doğru, kim yanlış; kim iyi, kim kötü; kim güzel, kim çirkin bunlarla karar veririz ya da neye inanıp, neye inanmayacağımızı ve hatta neyin lezzetli, neyin lezzetsiz olduğunu; neyi giyip neyi giyemeyeceğimizi bile bu kalıplar yoluyla belirleriz. Bu liste o kadar uzundur ki bireylerin hayatlarının hikayesi gibidir. Bizim hayatımızı kolaylaştıran bu kalıpların çoğu aynı zamanda bizim hapishanemiz, içinde hapsolduğumuz kısır bir döngüdür. Kullanılan yanlış bilgiler, düşünceler yüzünden toplumun ve insanın ilerlemesi durmuştur. Tarih bilimi yoluyla ortaçağ Avrupa’sında bu kalıpların, sorgulanmayan bilgileri kabul etmenin insana, topluma, insanlığa verdiği zararları öğrendik. İnsanlığın bu durumdan çıkabilmesi felsefeye, düşünen, sorgulayan insanın varlığına bağlıdır. Ta ki Sokrates gibi bir filozof insanları bu ebedi döngüden uyandırana kadar, karanlık devam etmiştir. Sokrates kendini bir at sineğine benzetir, sorularıyla insanları rahatsız eden, böylece insanların zihninin zinde kalmasını sağlayan, onları zihinsel uykularından uyandıran bir filozof. Sokrates döneminin hatta tüm insanlık çağlarının en zeki, bilge kişilerinden biri kabul edilir(Her ne kadar en ünlü sözlerinden biri “tek bildiğim şey hiçbir şey bilmediğimdir” olsa da!)
Kullandığımız düşünce kalıpları hayatımızı kolaylaştırır, basit kararlarda enerjimizi harcamak yerine bize onları daha hayati konularda kullanabilme imkanı sunar, zaman ve enerji kazandırır demiştik. Yani yüzyıllar içinde evrimleşen bu durumun altında yatan mantık budur. Ancak günümüzde geldiğimiz noktada bunun bize yarar değil zarar verdiğini söyleyebiliriz. Bu durum toplum ve insan için tehlikeli bir hal almıştır. Peki acaba neden?
İnsanın düşünme yeteneğini köreltirseniz yönetilen, güdülen bireyler ve toplumlar haline gelirsiniz. Bir köle, bir kuklasınızdır. Size kolaylık sağlayan o düşünce kalıplarının artık esirisinizdir. Kendi zihninizin efendisi siz değil, o kalıplardır. Sizin sesiniz yoktur konuştuklarınızda. Hayat kolaydır, ancak rengini ve coşkusunu yitirmiştir. Düşünen akıl saf dışı kalmış, dogmatizm hayatın çoğunu ele geçirmiştir. Toplumun ve insanın ilerlemesi durmuştur. Düşünmeyi, eleştirmeyi unutan toplumlar karanlıklara mahkûm olarak yaşarlar.
Bilim felsefecisi Dr. Anooshirvan Miandiji “Beyin bir donanımdır, herkeste vardır; akıl ise yazılımdır, herkeste yoktur” demiştir. Bu söze küçük bir ekleme yaparsak, aklın yazılımı ise felsefedir diyebiliriz. Aklı kullanabilmek için düşünmeyi ancak doğru düşünmeyi, yani felsefe yapmayı, eleştirmeyi bilmemiz gerekir. Yani yazılımı yükleyebilmek için felsefe yapmalıyız.
Hep eleştiriden bahsettik ancak eleştirinin ne demek olduğunu açıklığa kavuşturmadık. Birçok kavram gibi bu kavram da toplumların kafasında gerçek anlamından saptırılıp bir kalıp içine hapsedilmiş olabilir. Önce bu kavramı kalıbından çıkarıp özgür bırakalım. Eleştiri bize verilen bilgileri olduğu gibi kabul etmeyip, önce aklın süzgecinden geçirme durumudur. Yani bizim toplumumuzda çoğu insanın eleştiri deyince anlatıldığı gibi karşıdaki insanı, durumu ya da fikri kötülemek için yapılan bir faaliyet değil; “gerçeğe” ulaşma çabasının aracıdır. Aklı kullanarak yapılan eleştiri bizi doğruya götürebilir. Düşünmenin zor, enerji ve zekâ isteyen kısmı budur. Bu enerjiyi harcamak çoğu insana zor geldiğinden eleştiri yapmak yerine çoğu insan öğrenilmiş kalıpları kullanmayı tercih eder; tabii bu kolaylık uğruna feda ettiği şeylerin, bunun etkilerinin farkına varmadan. Hayatımızda bazı temel konular vardır ki enerji kazanmak ya da kolaylık uğruna vazgeçmemeliyiz. Çünkü bu kazanımlar uğruna kaybettiğimiz şeyler aslında çok daha büyüktür.
Acaba Kıbrıs’ta insanların “felsefe” konusundaki öğrenilmiş kalıpları nelerdir? Benim en sık karşılaştığım kalıp şudur: Felsefe yapmak, derin düşünmek insanın akıl sağlığına zarar verir! Ve insanı mutsuz eder. Bu düşünce kalıbı öylesine derine yerleşmiştir ki felsefi veya derin düşünme gerektiren herhangi bir konu açtığınız anda nerdeyse karşıdaki kişiler şu cümleyi kurar “aman boş ver kafayı yersin, çok düşünme” ve konudan hemen uzaklaşırlar. Felsefeyi paketleyip zihnin derinliklerine hapsederler ve otomatik yaşamaya geçerler.
Toplumsal kalıplardan en yaygınlarından biri de “kadın” için yapılır. Bu kalıplar öylesine güçlü oluşturulur ki, oluşturulması nerdeyse biz doğmadan başlar. Doğduğumuz andan itibaren kıyafetlerimizin rengiyle kafamıza kazılmaya çalışılan “kadın” imajı öylesine derinlere işlenir ki kadınların kendileri bile bu kalıpların çoğunu doğal kabul edip sorgulamaz. Zaman içinde kadın imajı üzerinden yaratılan ayrımcılık ve haksızlıkların görünür olanlarının bazıları sorgulanmış ve birtakım haklar kazanılmış olsa da; daha sinsi ve derinlerdeki birçok yanlış düşünce kadınların hayatlarını olumsuz etkilemeye devam etmektedir. Bu düşünce kalıplarının etkisiyle kadınlar yönetilmeye, psikolojik, sosyal baskı altında tutulmaya devam ediliyor. Akıl ve deneyim bize kadına eşit değer veren toplumların mutluluk oranlarının ve gelişme durumlarının arttığını gösterdiği halde acaba neden hala daha kadınla ilgili birçok hatalı düşünce nerdeyse eleştirilmez, neden? Neden toplumlarda “felsefe” ve “kadın” kontrol altında tutulmaya çalışılır?
İnsanların avcılık ve toplayıcılık yaptıkları dönemde mülkiyet ve devlet gibi kurumlar yoktu. Toprağa yerleşmeyle birlikte başlayan “mülk edinme” ve “sahip olma” gibi olgular bu kavramların güçlü bir şekilde hayatımıza girmesini ve tarihe yön vermesini getirmiştir. Sahip olma duygusu beraberinde “güç istenci”, zenginlik” ve bunların anahtarı olan “iktidarda olma” ve buna sahip olma arzusunu doğurmuştur. Bu gücü eline geçirme öylesine büyük bir arzu haline gelmiştir ki, insanlık tarihi artık bu “hırs ve isteklerin” ekseninde şekillenmeye başlamıştır. Toplumlar gücü elinde bulundurmak isteyen hırslı insanların, toplulukların toplumların) yarattığı birçok olayla şekil almaya başlamıştır. Güç arzusu (sahip olma temelli) içindeki insanlar bunu elde etmenin anahtarının insanları manipüle edebilmeyle bağlantılı olduğunu keşfetmişlerdir. Manipüle etmenin yolu ise insanların zihinlerini kontrol edebilmekten geçer. Eğer insanların kafalarında düşünce kalıpları oluşturursanız, bu kalıplarla kolayca düşünce zincirleri oluşturup davranışlara yön verebilirsiniz. (örneğin, mutlu olmanın sahip olmayla bağlı olduğu kalıbını oluşturursanız bundan yola çıkarak insanların davranışlarını kontrol edersiniz) İşte güç sahibi olmak isteyen hırslı kişiler için bu kalıpların insanların kafalarına ekilmesi ve onların hiç eleştirilmemesi önemlidir. Kadının kontrol altında tutulması gerektiği düşüncesinin kaynağı tam da budur. Toplumu şekillendiren ana etken kadındır. Kadın toplumun bilgisini (örf, adet vs) nesillere aktaran ana unsurdur. Kalıplar içinde, sınırlamalar, baskılarla büyütülmüş, güçsüzleştirilmiş zayıf kadınlar artık yönetilebilmekte böylece onlara yüklenen bilgilerin gelecek nesillere sorgulanmadan aktarılmasının garantisi sağlanmaktadır. Güçlü, sorgulayan bir kadın güçlü, bireyler yetiştirecek, bu özelliklerini çocuklarına aktararak güçlü bir toplumun da temelini atacaktır. Ancak “güçlü toplum” sahip olma ve iktidar hırsı olan insan için arzu edilen bir durum değildir. Böyle bir toplumu “koyun gibi” güdemezsiniz; isteklerinizi direnç görmeden yerine getiremezsiniz. İşte tam bu yüzden dünya üzerinde birçok toplumda felsefi düşünmenin yaygınlaşmasından ve kadının özgürleşmesinden korkulmakta ve hem felsefe hem de kadın baskı görmekte, kalıp düşüncelerle kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Bunun sonucunda 21. Yüzyılda evreni anlama, başka gezegenlerde hayat kurma gibi konular yerine savaşlar, acılar ve dünyayı yok etmenin sınırında yaşıyoruz.
I.Kant’ın (D. Hume’un nedensellikle ilgili düşüncelerini öğrenince) söylediği gibi dogmatik uykumuzdan uyanabildiğimiz; “ sahip olma” ve “iktidar hırsı”nı aşıp felsefe yapmaya, eleştirmeye başladığımız; kadınların değerlerini hem kendi içlerinde hem de toplumda kazandıkları zaman “insanca yaşama”nın ne olduğunu deneyimleyebileceğiz….