1. YAZARLAR

  2. Tayfun Çağra

  3. Harnıp ağacı
Tayfun Çağra

Tayfun Çağra

Harnıp ağacı

A+A-

Evimize 21 sene önce geldiğimizde binanın ön bahçesinde bir harnıp ağacımız vardı… Hâlâ var. O zaman geldiğimizde denizden gelen rüzgârlarla dağa doğru yan yatmış vaziyetteydi.

Deniz kenarında oturuyoruz sanmayın sakın… Belki de 500 metreden fazla, 1 kilometreye yakın bir mesafe var denize… Düzlüklerde, bayırlarda olan ve esen rüzgârlara açık, o doğa olaylarından biri olan rüzgârlardan etkilenen ve rüzgârın estiği yöne doğru boynunu büken bütün ağaçlar, bitkiler gibi bizim harnıp ağacımız da doğaya karşı çıkmamış ve aldığı rüzgârların etkisiyle dağa doğru boynunu bükmüş vaziyette yıllar boyu dayanmıştı.

Denizden bu kadar uzakta bir harnıp ağacı nasıl rüzgârdan bu kadar etkilenirdi! Etkileniyordu çünkü o zamanlar dağ etekleri sayılan bir yerde olan harnıbın denizle önünde engel yoktu. Eski Girne’nin oraya buraya dağılmış kırmızı kiremitli veya liman bölgesindeki beyaz badanalı evlerinden başka evler, binalar yoktu. Şimdi olduğu gibi hem önünde hem arkasında güneşini, rüzgârını kesenler yoktu. 

Belki de bu nedenden dolayı, belki de gücenmesinden artık, bilemiyorum; Geçtiğimiz yıl en sonunda o eğilen beden yer çekimine daha fazla dayanamadı ve toprağa verdi kendini… Belki de artık “o denizden esen meltemi hissedemiyorum, sabahın ilk ışıklarını, gecenin son kırmızısını alamıyorum madem, artık rüzgâra verdiğim bedenimi daha çok ayakta tutmaya gerek yok” diye düşünmüş de olabilir! Bıraktı bedenini toprağa… Devrildi diye hemen kesmedim, kestirmedim, odununu fırınlarda yaksınlar diye birilerini çağırmadım. Kuruyacak, çürüyecek diye endişeyle bekledim öte yandan ama yapmadı. Kökünden yakaladığı toprağı bir türlü bırakmadı, yeryüzünün ürettiği vitamini, canı, kanı almaya devam etti, o devrik halde meyvelerini vermeyi de ihmal etmedi. Bir şeyi daha ihmal etmedi harnıp ağacı… Gelecek için başka canlar üretti. Kökünün hâlâ toprağa tutunduğu yerde başka filizler de attı. Her ihtimale karşı türünün yaşaması için bebekler üretmeye devam etti.

Harnıp ağacı bunları yaparken ben endişe etmeye devam ediyorum… Binanın diğer sakinleri çoğalan arabalara yer açmak için aniden bir sabah kalktığımda, bir akşam işten eve geldiğimde o harnıp ağacının direncine son verecekler diye korku yaşıyorum.

Bu düşüncelerini dillendirdiklerinde, yani harnıp ağacıyla birlikte yine binaya geldiğimizde diktiğimiz çam ağacımız, diğer iki ağacımız ve kaldırıma kondurduğumuz palmiyeler gidebilir endişesiyle yapmamalarını, bu düşüncelerini bir daha dillendirmemelerini söylüyorum ama endişem hiçbir zaman yok olmuyor.

Birileri başkalarının yaptıklarını örnek alır çünkü… Yapanın yanına kaldığı, herkesin istediği herşeyi yapabildiği, kişisel giderlerini halka ödeten yöneticilerin olduğu, başkalarının haklarını ayaklar altına alarak mutlu olduğu bir düzende harnıp ağacının arabalarına yer açmak için aniden ortadan kaldırıldığı zamanın da ‘normal’ bir durummuş gibi algılanmasından öyle endişe ediyorum ki!.. Onun için de kökünden verdiği filizlerin en güçlüsünü bırakıp, gelecek için verdiği emaneti koruduğumda, etrafını temizlediğimde, ağaca ve diğerlerine sahip çıktığımı gösterdiğimde belki olumlu anlayışların artacağını düşünerek ikna etmeye çalışıyorum kendimi… Hiçbir şey olmasa bile o zeytin ağacının bizden önce oradaki varlığı ve bizimle beraber ondan sonraki varlığıyla, geldiğimizde diktiğimiz ağaçlarla birlikte oradaki varlığımız oldular.

O varlığı bir yerden yok etmek ve bunu normalleştirmek ve bunun da farkında olmamak ama belki de bilerek yapmanın bir cinayetten farkı olmasa gerek.

 


 

İskelenin ayakları

iskele-tayf.jpg

Mağusa Balıkçı Barınağında 114 yıllık olduğu söylenen iskelenin beton ayaklarının çürümesi ve çökmesi aslında ‘devlet’ dediğimiz bu yapıyı düşündürüyor bana... Gerçi bu ‘devlet’ henüz 34 yaşında ama zaten doğduğu günden itibaren ayaklarının çok sağlam olduğunu söylemek mümkün değil. 114 yıllık iskele denizin bütün doğa olaylarına bu kadar yıl karşı dururken belki biraz bakımla biraz daha göğüs gerebilirdi ama ancak bu kadar… İnsanına gereken hizmeti veremeyen bir idarenin bir balıkçı barınağının iskelesine hizmet vermesini beklemek çok gerçekçi olmazdı. İskelenin üzerinde dolaşan bir kişi son saniyede denize düşmekten kurtulurken umarım bu idareyi güçlendirecek adımlar atılır, ayaklar çoğalır, bir barışla güçlenir ve denizi boylamaktan son anı beklemeden kurtuluruz diye umut ediyorum.   

 


Yüzümüzü yıkar gibi…

İki lider görüşüyorlar yeniden ama sanki öyle bir şey olmuyormuş gibi… Başladıydı, kesildiydi, bittiydi, yeniden başladıydı derken sanki de kanıksadık. Sanki de müzakereler de sabahtan kalkıp işe gider gibi, akşam eve gelir gibi günlük olağan bir durum haline gelmiş gibi… Bu durumdan çıkması için ciddi bir şeyler olmasına gerek var. Yoksa bunu da her gün yüzümüzü yıkar gibi algılayıp alışıp gideceğiz.

 


Ne zaman çocuk bayramı olacak!

23 Nisan etkinlikleri hâlâ çocukların bayramı olmaktan uzak… Bayram ne demek? O günde bayramı olanlar gezerler, tozarlar, eğlenirler ama çocuklarımızın bayramında hâlâ o çocuklar başkalarını eğlendirmeye devam ediyorlar. Başka programlar yapılsa,  o gün çocuklar eğlendirilse, gezdirilse, onlar da mutlu olsa! Ama olamıyor, bir türlü militer programlardan kaçamıyoruz… Bir de galiba okullar çocukların kıyafetlerinden elde ettikleri gelirleri bırakamıyorlar… Bakanlık’tan para gelmeyince okullar artık bir ticarethane olmaya başladılar.

 


 

Sultan, haksız olarak bir köylüden bir yumurta alsa, adamları köylünün tüm tavuklarını alır.

Sadi

Bu yazı toplam 2100 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar