HASAN

HASAN

Hasan dönecek mi yani?Tepemizden gürültüyle geçen uçağın havaya attığı çiziğe bakıyordum ki bunu sordu.- Dönüyor ya uçaklar... Savaş bitti, he mi kızım?

A+A-

Özgür Tosun
[email protected]

Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk, bahçenin erik ağaçlarıyla dolu kısmında oturuyordu. Hava güneşliydi, güneş çok havalıydı. Erik gözlü, sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk bahçe duvarında oturuyordu. Hasan’ın oğluydu.

.........

-     Hasan dönecek mi yani?

Tepemizden gürültüyle geçen uçağın havaya attığı çiziğe bakıyordum ki bunu sordu.

-     Dönüyor ya uçaklar... Savaş bitti, he mi kızım?

“Bitti” dedim çok da düşünmeden. Sonrasında gözlerimin ta içine öyle bakıp Hasan’ı soracağını ne bilirdim.

.........

Aylardır aynı otobüs durağında rastlaşıyorduk yaşlı kadınla. Üstünde hep aynı etek, aynı hırka, aynı baş örtüsü. Üstünde hep aynı koku. Kendi kendine konuşup durur. Yürürken arkasından gelenler  var  gibi  dönüp  dönüp  seslenir  ha  bire.  Hep  duraktadır,  hiç  otobüse  bindiğini görmedim.

Bir  ben  kaçmam  yanından  onu  görünce.  Niye  bilmem  ama  ben  kaçmam.  Dururum.  Koku çekilmez de olsa. Hafif ürksem de. Gelir bir şey sorar bazen. Evet derim ne dese, onaylarım.

-     Küslük mü olurmuş kızım bu yaşta hiç? Koca adamlara bak hele, görüyor musun? “Olmaz teyzeciğim tabii, ne ayıp”

-     Ekmek pişirdim kızım, akşama görümcemler gelecek, taze taze yesinler. “Ellerine sağlık teyze, yesinler afiyetle”

-     Gitme bugün sen güzel kızım iyisi mi. Çok yağmur yağacak bak bir iki saate. “Dönerim hemen teyze merak etme”

.........

Emek’in deli teyzesi. O dönem orada yaşayan herkes tanır, bilir kendisini. Kimseye bir zararı dokunduğu görülmedi. Çocuklar korkar bazen, hepsi bu. Sükunetle dolaşır sokakları, durakta bekler, kokar, yürür, belirir, yok olur... Köşeden dönersin, kasabın oradan çıkar. Elinde esnafın verdiği yiyecek torbası, evine gider. Salı pazarının son saatlerine denk geldiyseniz, kararmaya yüz  tutmuş  havada  tezgahlardan  artan  meyve  sebzeleri  seçerken  görürsünüz.  Yarısı  çürük elmaları, domatesleri inceler bir taraftan, bir taraftan da seslenir olmayan tanıdıklarına.

-     Sen de maydonozcuya gitsen ya, işe yaramaz herif!

.........

“Dönecek ya teyzeciğim. Hasan dönecek. Bitti savaş.”

Başka bir şey diyemezdim. Gözlerini dikmişti gözlerimin içine, bir umut Hasan’ını soruyordu. Nasıl denir ki Hasan dönmeyecek?

Durdu birkaç saniye, bakışları deldi geçti sanki gözlerimi de arkalarında saklı Hasan’ı gördü sandım. Neler geçirdi aklından kim bilir.

Sonra aniden, bir gül bahçesi yerleştirip sanki yüzünün ortasına, kocaman güldü. Eksik dişleri, yamuk yumuk burnu, derin çizgileri... Hepsi birer güle döndü, öyle bir güldü.

.........

Kıbrıslıyım  ben.  Okumaya  geldim  Ankara’ya.  Hasan’ı  da  tutup  bindirdiler  uçağa  askerken, Kıbrıs’a götürdüler. Cenazesi döndü günler sonra. Gömdüler Ayaş mezarlığına.

Karısı  sinir  krizi  geçiriyordu,  gidemedi  cenazeye.  Hatta  belki  düzelir  diye  bir  gün  fazladan beklettiler  morgda  ama  nafile.  Oğluysa  oradaydı,  erik  gözleriyle,  ne  olduğunu  anlamadan, şaşkın şaşkın baktı etrafa.

Beş yıl yattı karısı akıl hastanesinde. Sonra zararsız diye bıraktılar dışarı. Ailesi baş edemedi. Ha bire kaçıp kaçıp gidiyordu başka köylere. Yollardan bulup getiriyordu tanıdıklar. Allah bilir neler geldi başına o kayıplık zamanlarında.

Sonra  bir  gün  yine  kaçtı,  kimse  gitmedi  aramaya,  kimse  de  bulup  getirmedi.  Oğlu  zaten kaportacının yanında işe girdiğinden beri hiçbir şeyi takmaz olmuştu. Daha on beşinde bile değildi.   Sigarayla,   içkiyle   tanışmış,   birkaç   ay   geçmeden   de   arkadaşlarıyla   ot   çekmeye başlamıştı. Bir süre sonra da artık ne bulursa kullanır hale gelmişti. Annesi kaçtıktan iki yıl sonra sanayide bir dükkânın arka tarafında ölüsü bulundu. Annesi bilmedi öldüğünü.

.........

Balkonda  oturmuş  sigara,  bira  içiyor,  sohbet  ediyorduk.  Ev  kalabalıktı.  Ankara’nın  en  güzel zamanlarıdır yaz akşamları. Hele de Bahçeli’de, Emek’te. Finaller yeni bitmiş, bugün yarın tatil için dönülecek Kıbrıs’a.

Aşağıdan biri seslendi aniden.

-     Hanım kızım bir sigara at hele bana.

Çevirdim başımı, baktım. Teyzeyi Hasan’ı sorduğu o günden beri aylardır görmemiştim. Dikmiş gözlerini  bana  bakıyordu.  Uzandım,  masanın  üzerindeki  paketlerin  birinden  iki  dal  sigara çektim. “Al teyze” dedim attım. Aldı sigaraları, baktı, inceledi.

-     -Malbora yok mu kızım bunları atıyorsun?

Döndüm  masadan  bu  kez  Marlboro  paketini  aldım.  Birkaç  tane  çıkardım  içinden,  attım teyzeye. Aldı yerden sigaraları, birini hemen yaktı, diğerlerini cebine götürdü. Sonra kaldırdı kafasını baktı.

-     Hatırlamadın sen beni kızım zaar. Ben seni görüyorum her gece rüyamda. Hasan’la seni görüyorum. Söyle Hasan’a durağa gelsin. Oğlanla bekliyoruz her gün. Gelsin de gidelim gayrı.

Bir fırt çekti, üfledi karanlığa bembeyaz. Sonra döndü yavaşça, arkasındakilere seslendi. Kendi önde, ruhlar peşinde, yürüdüler caddeye doğru.

Parmak  uçlarıma  kadar  buza  kestim.  Karşımda  sigara  dumanından  yüzüyle  Hasan.  Daha öncesinde   hiç   görmediği   topraklarda,   benim   evimde   ölüme   yollanan   Hasan...   Seneler öncesinden baktı yüzüme.

.........

On beş on altı yaşlarında bir çocuk, sanayinin çıkışına doğru bir rot balansçının arka tarafında oturuyordu. Hava güneşliydi, güneş çok ağlamaklıydı. Erik gözlü, on beş on altı yaşlarında bir çocuk kaldırım kenarında oturuyordu. Hasan’ın oğluydu. Damarlarına doldurmuştu babasının hayalini, kimseler görmeden Hasan’la konuşuyordu. Sonra kapandı gözleri yavaş yavaş, sustu dili. Ertesi sabah bulduklarında kaskatı bedenini, yüzünde bir gül bahçesi, gülüyordu.

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2247 defa okunmuştur
Gaile 463. Sayısı

Gaile 463. Sayısı