Hasan Kobat: Çözümü liderler barışı toplumlar yapar...
Hasan Kobat
4 Temmuz 2011 günü yaşadığım olay şu anda varolan siyasi kimliğimin ve düşüncelerimin mimarıdır.
İki toplumlu bir programla Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumları yakınlaştırmak için bir organizasyonun parçası olduk bir ay. 4 Temmuz 20011, Amerika Birleşik Devletleri'nin Massachusetts Eyaletinin başkenti Boston’dayız.
Bilmeyenlere hemen söyleyeyim Amerika, Birleşik Krallık'tan 4 Temmuz 1776 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından tüm yurtta havai fişeklerle ve törenlerle kutlanan federal tatil ilan edilen bir gündü bugün.
En başta ben de bilmiyordum fakat orada öğrenmiş oldum günün anlam ve önemini. Büyük bir panodan Washington DC’yi canlı izliyor ve siyasilerin konuşmalarını dinliyorduk. Kapitalizmin kalbinin en hızlı attığı ülkenin en milliyetçi gününde barış için bulunmuştuk. Yadırgamıyorum doğrusu bunu.
Heraklitos’un bir teorisi vardı bilmem duymuşsanız, ‘diyalektik’ diye. Her tezin bir anti tezi olduğunu savunuyordu bu teori, nasıl siyaha karşın beyazın olduğu gibi. Bizim orada barış için bulunma amacımızın anti tezi konumundaydı Amerika Birleşik Devletleri o anda doğrusu. Devlet politikası bakımından yani ABD ordusunun helikopter ve savaş uçakları üzerimizde adeta cirit atıyordu. Hani derler ya dosta güven düşmana korku verircesine. Ben korkmuştum doğrusu, hiç samimi değildi ortam bizler için.Tam o anda yanımdaki Kıbrıslı Türk arkadaş ayağa kalktı ve herkesin dikkatle ve muazzam sessizlikte izlediği siyasi konuşmaların tam orta yerinde haykırmaya başladı var gücüyle, ’KAHROLSUN AMERİKAN EMPERYALİZMİ’ naralarını. Evet dedim buraya kadar şimdi etrafta gezinen polisler ellerindeki makinalı tüfeklerle indirecekler bizim cesuru.
Daha lise 1 öğrencisiydim o zaman, bilmiyordum emperyalizmin anlamını. Tek bildiğim Amerika’nın orta yerinde Amerika’ya kötü bir şeyler söylediğiydi. Sonra öğrendim ki emperyalizm, bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıymış. Etkileyen devlet,etkilenen devletin kaynaklarından "yararlanma" hakkına sahiptir diyordu baktığım kaynak. Vay be dedim ne cesaretli çocuk. Dememe kalmadı Ruslar’ın ‘Katyusha’ şarkısını söylemeye başladı var gücüyle.
Evet 4 Temmuz’da ABD’de bir Rus şarkısı. Üstelik herkes ‘The Star-Spangled Banner’, Amerika’nın ulusal marşını söylerken. Polis bir iki mermi atsa ölüp gidecekti orada.
Benim zihnimde belki bir Demokrasi Şehidi olacaktı ama unutulup gidecekti toplumlar tarafından. İyi de olmadı. Ben de dahil olmak üzere orada bulunan yabancıların aklından geçmiştir belki o naraları atmak ama yapmadı kimse o hareketi yapamadı doğrusu.
O gün öğrendim sessiz kalmamayı haksızlıklara ve yine o gün hissettim Nazım Hikmet’in sen yanmazsan ben yanmazsam biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa sözlerinin asıl anlamını. Hayran kaldım o an bulunduğum ortama. Herkes hep bir ağızdan dolaylı yoldan kapitalizmin sesiyken biz barışın sesi olmuştuk hem Katyusha ile hem kahrolsun Amerikan emperyalizmi cümlesi eşliğinde.
Belki bilmiyordum şarkıda söylenenleri o an ama buram buram barış kokuyordu.
Kimse bilmiyordu ama büyük bir devrimdi yaptığı Amerika’nın orta yerinde her baba yiğit söyleyemez kahrolsun emperyalizm naralarını. Şimdi dökülmeliyiz sokaklara ne Türkiye durdurabilmeli bizi ne de Amerika.
Cesaretli olana her şey mümkün çünkü. O gün yaşadığımız adeta devrim niteliğindeydi, düşündüklerimizi ne zaman ve nerede olursa olsun doğruyu ve gerçekleri haykırabilmiştik. Evet devrimdi onun yaptığı bir başkaldırıştı.
Anlam veremiyordum doğrusu, dış güçlerin Kıbrıs üzerinden çıkar siyaseti yapmayı bırakıp iki toplumu yakınlaştırmak için seçtiğimiz yer neden en büyük emperyalist devletin topraklarıydı? Evet, ben o gün anladım devrim olmadan çözüm olmayacağını bu ülkede ve yine çözümün istikrarını, barışın güçlülüğü getirecekti bunu bildiğim için oradaydım.
Çözümden önce barışa ihtiyacımız var bizim bu küçük adada. Ama önce kendi içimizde. Biz daha sivil toplum örgütleri içerisinde çekişmeler yaşıyoruz.
Bırakmalıyız bu çekişmeleri. Birleştirmek istiyorsak Kıbrıs’ı,önce biz birleşmeliyiz kendi içimizde. Örgütlenmeliyiz bütünlüklü biçimde hiç bir despot emperyalist devletin etkisinde kalmayarak.
Uymalıyız Mevlana’nın şu söylediklerine,
Dünle beraber
Gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Uymuyorsa büyüklerimiz biz gençler söylemeliyiz. Barışı büyütmeli, çözüme kolaylık sağlamalıyız. Değişim istiyorsak bu ülkede, ayaklanmalıyız hepimiz. Başkaldırmalıyız. Devrimler sessiz olmaz çünkü. Kimimiz tiyatrolarda, kimimiz televizyon programlarında, kimimiz gazetelerde, kimimiz 4 Temmuz’da Amerika’da ve hepimiz meydanlarda yapmalıyız o devrimi.
Susmamalıyız hiç bir yerde.
Hani o Kıbrıslının dediği gibi ‘dan’ diye söylemeliyiz doğru bulduğumuz barışı ve savunduğumuz çözümü her an için her yerde.
Çünkü devrim barışı, barış çözümü verecek umudun bitmediği barış dolu yüreklerimize.
Devrim yapacaksak bu ülkede,çözümden önce barışı sağlamak görevimiz olmalı,çünkü ÇÖZÜMÜ LİDERLER BARIŞI TOPLUMLAR YAPAR...
ÇÜNKÜ ÇÖZÜMÜN DEVAMLILIĞI BARIŞIN İSTAKRARI İLE MÜMKÜNDÜR...