HATIRLAMAK DİRENMEKTİR AVRUPA 68’İ
Aradan 50 yıl geçti. 1968 hareketleri bir anlamda başarısız oldu ve bitti. Çünkü politik olarak yenildi.
Hasan Yıkıcı
[email protected]
Bundan tam 50 yıl önce Dünya’yı kasıp kavuran 68 ayaklanmaları başladı. Her ülkenin kendine özgü koşullarında, Avrupa’da, sömürge ülkelerinde, ABD’de ve doğu ülkelerinde milyonlarca öğrenci ve işçi sokaklara dökülerek uygarlık krizine karşı bayrak açtı. Enternasyonalizm, anti-kapitalizm/ anti-emperyalizm, otoriterlik ve konformizm karşıtçılığı ve özyönetim odaklı hareketler Dünya’nın pek çok coğrafyasında boy gösterdi. Hareketin genelinin herhangi bir stratejisi veya iktidarı ele geçirme gibi bir amacı yoktu. Fakat hem Batı’da hem Doğu’da verili iktidar ilişkilerini aşmayı ve geleneksel muhalefet biçimlerinden kopmayı arzuluyorlardı. Aradan 50 yıl geçti. 1968 hareketleri bir anlamda başarısız oldu ve bitti. Çünkü politik olarak yenildi. Fakat kültürel, entelektüel ve toplumsal mücadelere sunduğu katkıları anlamında yaşam izlerini bugünün mücadelelerinde dahi görmemiz mümkün. Biraz bellekleri tazelemek maksadıyla Avrupa 68’inde küçük bir tura başlayalım.
Fransa
1968 yılı içerisinde hem diğer ülkelerdeki hareketleri etkilemesi, hem taşıdığı devrimci potansiyel hem de bir ’68 mitolojisi’ oluşmasına sunduğu yaratıcı katkıdan dolayı Fransa 68’i toplumsal mücadeleler tarihi içerisinde de, o dönemin güncelliği içinde de ayrı bir öneme sahip oldu. Kuşkusuz bunda Fransız toplumunun geçmişten gelen devrimci geleneğinin de avantajı var. Her ne kadar Mayıs 68 ‘beklenmedik’ bir isyan olarak yorumlansa da, 1960’dan itibaren radikal-sosyalist öğrenciler katı bir stalinist kültür ve Sovyetler Birliğine sarsılmaz bir irade ile bağlı olan Fransız Komünist Partisi’nden tamamen kopmasa da, ondan uzaklaşarak veya ona artık devrimci bir anlam yüklemeyerek yeni oluşumlar arayışı içerisindeydi. Bu arayış Troçkist, Çin Kültür Devrimi’nin etkisiyle Maoist ve anarşist akım ve örgütlerin oluşmasına vesile olmuştu. Her üç akım da daha sonra Mayıs 68’e damgasını vuran hareketler olarak tarihe isimlerini yazdıracaklardı. Bunun yanında 1967 yılında Fransa’da grev dalgaları da söz konusuydu. Yeni sanayileşen, kırsal kesimlerden merkezi ve sanayileşen yerlere doğru göç akımları, çalışma koşullarının ağırlığı 1967 yılında pek çok bölgede dalga dalga grevler, ücret artışlarının kazanılmasıyla sendika liderlikleri tarafından sona erdirildi. 68’de yaşanacak kırılmaları müjdelercesine, işçiler sendikal liderliklerin –ki Fransız Komünist Partisi ile aynı geleneği paylaşan Genel İş Konfederasyonu (CGT)- grevleri bitirme kararına rağmen grevlerine bir süre daha devam ettiler. Fransa için 67 artçı sallantılarla kapanırken, 68 yılının başlarında kimse tüm Avrupa’yı ve Dünya’yı sarsacak gelişmelerin yaşanacağını aklının ucundan bile geçirmemekteydi. 2. Dünya Savaşı öncesinde 42 milyonluk Fransa’da yalnızca 60 bin öğrenci bulunuyordu. 68 yılında ise Fransa’nın nüfusu 50 milyon, öğrenci sayısı ise 600 bindi. Üniversitelerde eğitimin seviyesi düşük, disiplin kuralları fazlaca sıkıydı. De Gaulle’ün on yıllık iktidarı toplumun büyük bir kesimi için boğucu gelmeye başlamıştı. İşçi sınıfı %30 büyümüştü ve taşradan kentlere gelen veya sanayileşen taşralardaki genç işçi sınıfı gittikçe huzursuzlaşıyordu. Tarık Ali’nin ifadeleriyle Fransa patlamaya hazırdı.
Bir yıl önce Che’nin öldürülmesi, Cezayir’in sömürgeleştirilmesi, Vietnam Savaşı ile ilgili dehşet görüntülerin tüm dünyada öfke ve tepki ile karşılanması ve Vietnamlı gerillaların başlattığı Ted saldırısı Fransa gençliğinin hareketlenmesindeki ve isyanındaki önemli etkenlerden biriydi. Fakat Fransa 68’inin fitilini ateşleyen pratik etken kadın ve erkek öğrencilerin üniversite yurtlarında birbirlerinin odalarını ziyaret etme anlamına gelen “serbest dolaşım” talebi idi. Üniversitelerdeki katı disiplin, eğitimin niteliksizleşmesi, tüketim toplumu ve yeni kapitalizmin eleştirileri ile Vietnam savaşı protestolarının birleşmesi bardağın taşmasına yeterdi bile. Nanterre, Sorbone gibi üniversitelerde eylemler ve yürüyüşlerle başlayan 68 ilkbaharı, polisin ve De Gaulle’ün şiddet politikasıyla daha da kabarmaya ve bir ayaklanmaya dönüşmeye başladığında takvim yaprakları Mayıs ayını göstermekte, duvarlarda ise “tüm iktidar hayal gücüne” yazmaktaydı. 3 Mayıs günü polis Sorbonne üniversitesini işgal edince, muazzam bir ayaklanmanın da yolunu açtıklarından haberleri yoktu. İlk kez bir üniversitenin polis tarafından işgal edilmesi sayıları her gün katlanarak artan öğrencilerin ayaklanmaya dahil olmasını sağladı. Takvim yaprakları 10 Mayıs’ı gösterdiğinde Fransa tarihe “Barikatlar Gecesi” diye geçen ve olağanüstü bir direnişe, ‘Quartier Latin’ direnişine sahne olur. Polisin amansız şiddetine öğrenciler, mahalle sakinleri, genç işçiler kaldırım taşları ve devasa barikatlarla karşılık veriyordu. Belçikalı Troçkist Ernest Mandel olayları seyrederken arabasının devrildiğini görür ve “İşte devrim budur” dediği rivayet edilir. Barikatlar Gecesi’nin ardından polis Qartier Latin’den püskürtüldü, 13 Mayıs günü yaklaşık 1 Milyon kişi Paris sokaklarında büyük bir miting yaptı. Ardından De Gaulle ilk geri adımını attı ve Sorbonne üniversitesinde polisi geri çekti. Fakat bu, hareketin dinmesini sağlayamadı. Henüz tarih daha Dünya’nın en büyük işçi grevine şahitlik etmemişti. Eric Hobsbawn’a göre Fransa Mayısının 3 kırılma noktasının sadece ilki gerçekleşmişti; öğrencilerin ayaklanması. Sıra ikincisindeydi, yani işçi sınıfının da ayaklanmasında.
Mayıs 68’in ruhunu yansıtan sadece öğrencilerin anti-otoriteryanizmi, yaratıcı başkaldırısı veya üçüncü dünya ile dayanışması değildi; aynı zamanda işçi sınıfının sendika bürokrasisinden kat kat önde ve önce hareket etmesi de 68’in en önemli unsurlarından biriydi. 13 Mayıs günü büyük gösteri ve işçilerin kendiliğinden tutumu o tarihe kadarki dünyadaki en büyük genel grevin de tetikleyicisi olacaktı. Sitüasyonist Enternasyonal ile ilişki içinde olan Sud Aviation uçak fabrikası işçileri 13 Mayıs’ta fabrika yöneticilerini bürolara hapsederek kendiliğinden bir grev başlatırlar. Bu grev sendikal bürokrasiye rağmen, dalga dalga Nantes, Paris ve daha pek çok şehir ve bölgede başka grevlerin başlamasını tetikler. İşçi sendikaları ancak 18 Mayıs’ta resmi olarak greve çıkma kararı alır. 22 Mayıs’ta 9 milyon işçi dünyanın en büyük genel grevi ile hayatı gerçek anlamda durdurur. Colin Barker’in Devrim Provaları isimli kitabına göre 9 milyon işçinin sadece 3 milyonu sendikalı idi, geriye kalan 6 milyon işçi kendiliğinden ve kendi öz örgütlenmelerini sağlayarak ayaklanmaya katılıyordu. Genel grev ile birlikte yönetici elitin kabusları da büyümeye, burjuva devletinin otoriter ve şiddet yüklü tarafı daha da net bir şekilde gözükmeye başladı. Artık barikatlarda sadece öğrenciler ve kent sakinleri değil aynı zamanda fabrikalarını işgal eden grevci işçiler de vardı. Grevler, öğrenciler ve işçilerin omuz omuza gösterileri ile Mayıs sonuna kadar devam etti. Hükümetin maaş artışı teklifini kabul etmeyen işçiler sendika bürokrasisini greve devam etmeye zorladı. Fakat Mayıs sonuna gelindiğinde De Gaulle ivmenin tersine döndüğünü, ayaklanmanın hükümete talip olma amacı gütmediğini anladı ve harekete geçti. Önce Almanya’ya giderek NATO ve Fransız ordusunun güvenini tazeleyince ardından karşı bir gösteri düzenleyerek 1 milyona aşkın kişiyi sokağa döktü. Sloganları, “Yaşasın Fransa” ve “Herkes işinin başına” idi. Sokak çatışmaları ve grevler Haziran ortasına kadar ivmesinin kaybederek devam etti. Haziran sonu yapılan seçimlerde ise De Gaulle ezici bir çoğunluğun oyu ile tekrar seçildi.
Federal (Batı) Almanya:
Federal Almanya’nın Mayıs 68’ini şekillendiren temel unsurlar anti-totalitarizm, enternasyonalizm ve anti-kapitalizm/emperyalizmdi. Federal Almanya devletinin baskıcı ve otoriter örgütlenişi, Vietnam’da Ted saldırısın Almaya’daki yankısı ve küresel ölçekte ayaklanmaların baş göstermesi, Batı Almanya öğrenci hareketini derinden etkileyen unsurlardı. Federal Almanya’nın tek sol öğrenci örgütü olan Alman Sosyalist Öğrenci Birliği (SDS) tüm 68 Mayıs’ı boyunca temel işleve ve katalizör konumuna sahip olacaktı. 2 Haziran 1967’de İran Şahı’nın ülkeyi ziyaret etmesini protesto eden kalabalığın içinden Belçikalı bir öğrencinin öldürülmesi, burjuva demokrasisinin otoriter yönünü açığa çıkarmış ve öğrenci hareketi de anti-emperyalist zeminin yanında anti-totaliter de bir ivme kazanmıştı. Öldürülen Ohnesorg’un cenazesine 15 bin kişi katıldı. 2-7 haziran tarihleri arasında binlerce öğrenci yürüyüşler düzenliyordu. Eylemlerin ardından SDS, 7 bin kişilik bir kongre organize ederek kapitalizme karşı mücadele çağrısı yaptı. Bu kongrenin ardından burjuvazinin en güçlü yayın tröstü olan Springer gazeteleri öğrenci haraketinin lideri Rudi Dutsckhe’yi “1 numaralı halk düşmanı” ilan etti. 17-18 Şubat 1968’de Ted saldırısının damgasını vurduğu ‘Uluslararası Vietnam Kongresi” düzenlenir. Burada Rudi, kapitalizme karşı uluslararası bir stratejinin öneminden söz etmekteydi. Öz yönetimden, anti-emperyalizmden ve kapitalizm karşıtı mücadelenin stratejisinden bahsedildiği kongrenin dünyanın çeşitli ülkelerinden de katılımcıları da vardı. Kongrenin ardından basının Rudi’ye yönelik saldırıları daha da sıklaştı. Yayınlardan provoke olan faşist bir işçi 11 Nisan 1968’de Rudi Dutsche’yi sokak ortasında vurur. Rudi hayatını kaybetmez ama komadan sonra yatağa mahkum olur. Rudi suikastının ardından tüm Federal Almanya genelinde muazzam gösteriler olur. Öfke daha çok Springer tröstüne yönelir. Hükümetin olağan üstü hal uygulayacağına yönelik haberlerin ardından 60 bin kişilik büyük bir miting yapılır, üniversite işgalleri başlar. Tüm bunlara rağmen olağanüstü hal ilan edilir ve 4 Kasım 1968’de o tarihe kadarki en şiddeli çatışmalar patlak verir. Federal Almanya’da 68 hareketi devlet terörü ve şiddeti ile bastırılır. Fakat devlet şiddeti, yeni toplumsal muhalefet biçimlerinin de ortaya çıkmasının tartışma zeminini sağlar. Batı Almanya’da 68 sonrasında sadece Rudi’nin ‘kurumlar içinde uzun yürüyüş’ stratejisi, cinsel devrim, nükleer karşıtı hareket veya Marcuse, Adorno, Horkheim ve Bloch gibi yazarların teorik katkıları ve popülaritesi kalmaz; aynı zamanda bambaşka bir hatta ilerleyecek olan, devrimci şiddetin kapitalizm eleştirisi ile harmanlanacağı bir kapı da açılır; uzun yıllar adından söz ettirecek olan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) kuruluşu.
İngiltere:
Diğer ülkelere göre İngiltere 68’i çok daha sakin ve kısa geçer. Hatta İngiltere 68’i daha çok Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkelerin 68’inden etkilenerek varlığını bulur. Özellikle Vietnam savaşına karşı hareketlilikle geçen İngiltere 68’inde ilk büyük eylem 17 Mart günü 20-25 bin kişilik ve çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu bir kalabalıkla, parlamento önünde gerçekleşir. Polisin müdahalesinin ardından hareket üniversiteleri, özellikle de sanat okulları işgalleri ile devam eder. Ekim 1968’de Londra’da 50 bin kişilik büyük bir gösteri yapıldı. Burada sadece Vietnam değil aynı zamanda Çekoslovakya işgaline de karşı bir tavır gösteriliyordu. İşçi sınıfının sahnede olmadığı, sadece öğrenci hareketi ile sınırlı kalan İngiltere 68’i zaman içinde tecrit olarak söndü. Geriye Tarık Ali’nin Sokak Savaşı Yılları kitabındaki, okunduğunda kendinizi içerisinde bulacağınız su gibi akan anıları ve Rolling Stones’un solisti Mick Jagger’in “Street Fighter Man” şarkısı kaldı.
İtalya:
Gerek öğrenci hareketinin dinamizmi gerekse de işçi hareketinin radikalliği anlamında İtalya 68’i de özgün bir deneyim olarak tarihe damgasını vurur. İtalya 1962’den 1967’ye kadar ciddi ve sonuç alıcı grev dalgalarıyla sarsılır. 1967 yılında işçiler yüksek artışlar elde ederler fakat durdurulamayan enflasyon işçi sınıfının huzursuzluğunu ve öfkesini beslemeye devam eder. Bu grev dalgası esnasında geleneksel Komünist Parti siyasetinden uzaklaşan işçiler ve gençler Yeni Sol’un vizyonunu benimseyerek özerk bir işçi hareketi için de kolları sıvarlar. 1967’de işçi hareketinin zayıflamasının akabinde öğrenci hareketi, baskı ve üniversitelerin hiyerarşik-otoriter örgütlenmesine karşı ayaklanır. 1967’nin sonunda doğrudan demokrasi ve doğrudan eylem şiarlarıyla öğrenciler üniversiteleri işgal etmeye başlar. İtalya’da 68’in en güçlü ve öne çıkan örgütü Lotta Continua (Mücadele Sürüyor) idi. 68 Mayıs’ında polisin artan şiddeti ile birlikte mücadele de büyüdü. Öğrenci hareketi önce liselerle ve öğretmenlerle ardından da işçilerle ilişki kurmaya başladı ve mücadele çoklu alanlarda büyümeye devam etti. 1968’de geleneksel sendikaların örgütlenme tarzından bir kopuş sağlanarak, işçiler bulundukları fabrika ve iş yerlerinde öz yönetim odaklı işçi meclisleri de kurmaya başlamışlardı. 7 Mart günü gerçekleşen genel grev ile birlikte öğrenciler ve işçiler fabrika önlerinde kaynaşarak, işçi sınıfı mücadelesi ile öğrenci hareketinin aynı zeminde buluşmasını ve yeni bir ilişki biçimi kurmasını sağladı. Grevler dalga dalga büyümeye ve yayılmaya devam etti. Mart 1969’da FİAT işçilerinin başlattığı grev ile birlikte yeni bir dalga başladı. 1969’un sonunda milyonlarca işçi farklı farklı sektörlerde grevdeydi. Burjuvazi artık üretim süreçlerindeki denetim ve iktidar ilişkilerini kaybettiği kaygısı ile yaşıyordu. Bu kaygı devleti daha çok şiddet ve teröre sarılmaya itti. Hem devletin resmi kolluk güçleri hem de paramiliter-faşist çeteler tarafından bombalamalar da dahil olmak üzere daha sonra radikal solun üzerine atılacak veya sorumlusu olarak gösterilecek şiddet sarmalı başlatıldı. 1971 yılına kadar bir yandan devlet şiddeti diğer yandan da alternatif kanallardan toplumsal mücadeleler devam etti. 1971 yılında konut işgallerine başlayan Lotta Continua hareketi, gündelik hayatın örgütlenmesi yönünde ciddi bir atılım yaparak komünler kurmak için ev işgalleri hareketini başlattı. İtalya 68’i arından sadece Kızıl Tugaylar gibi Aldo Moro da dahil olmak üzere çeşitli cinayet ve terör eylemleri ile dünya kamuoyuna damgasını vuracak bir örgüt bırakmadı. Aynı zamanda marksizmin otonomist bir yorumunu da sağlayacak olan yeni toplumsal muhalefet ilişkilerinin gündeme gelmesini de sağladı.
Doğu Bloğu:
Çekoslovakya yada Prag Baharı
1968 Sovyetler Birliği’nin ileri karakolu olan ve Komunist Partiler tarafından totaliter ve oldukça da bürokratik bir şekilde yönetilen Doğu Avrupa ülkeleri için de hareketli bir yıl oldu. Kuşkusuz Prag Baharı ve Çekoslovakya’nın Sovyetler Birliği tarafından doğrudan işgal edilmesi Doğu Avrupa 68’ine damgasını vuran olaylar oldu. 1965 yılından itibaren Çekoslovakya Komünist Partisi’nin (ÇKP) içerisinde demokratikleşme ve temel özgürlüklerin kabul edilmesi yönünde başını aydınların ve öğrencilerin çektiği bir muhalefet başlar. Bu muhalefet stalinist ve bürokratik dogmatizme çarpar fakat varlığını sürdürmeye devam eder. 1967 yılında, 68’e giden yolda öğrenciler elektriklerin kesilmesinden dolayı yurtlarından ellerinde mumlarla sokaklara çıkarak “Okumak istiyoruz” sloganlarıyla gösteri yapar. Devletin cevabı polis şiddeti olur. Polisin saldırısı ardından durdurulamaz bir muhalefet silsilesini de tetikler. 15 Ocak 1968’de Prag Öğrenci Komitesi mevcut resmi örgütlerin vesayetini ve velayetini tanımayarak açık muhalefet çağrısı yapar. Gelişmeler ÇKP içinde de karşılığını bulur. Parti içi muhalefet Ocak başında yönetimin istifasını sağlar ve reform yanlısı Dubçek partinin ve dolayısıyla da ülkenin başına gelir. Bu andan sonra Sovyetler Birliği ile sonu Çekoslovakya’nın işgaline kadar varacak olan gerilimli bir ilişki başlar. Dubçek, “Sosyalizmin ve Çekoslovakya’nın sosyalist kazanımlarının sarsılmazlığını olduğu kadar, konuşma ve eleştiri özgürlüğünü, basın ve toplantı özgürlüğünü sağlayacak yasalar” öngördüğünü açıklar. Haziran ayında romancı Ludvik Vaculik 20 ünlü aydının imzaladığı “2000 Kelime” manifestosunu yayınlayarak reformların kitle seferberliği ile uygulanması için bir girişim başlatır. Fakat Prag Baharı başlar başlamaz Sovyet tankları 20 Ağustos’u 21 Ağustos’a bağlayan gece Çekoslovakya’ya girer. Böylece stalinizmden kopma potansiyeli taşıyan ve özügürlükçü bir sosyalizme yönelebilecek olan Prag Baharı, Sovyet tankları altında ezilir. Çekoslovakya’nın işgali tüm dünya kamuoyunda, özellikle de sosyalist kamuoyunda tepki ile karşılanır, pek çok ülkede Çekoslovakya ile dayanışma gösterileri düzenlenir. İşgal aynı zamanda 1956’daki Macaristan işgalinden farklı olarak resmi komünist hareket içinde de kırılmaların ve huzursuzlukların başlamasına vesile olur.
Polonya ve Yugoslavya’da da öğrenci hareketleri demokratikleşme ve özgürleşme için çeşitli yürüyüşler, işgaller ve mitingler düzenlediler. Demokratik (Doğu) Almanya’da Çekoslovakya işgalini protesto hareketleri baş gösterir. Her dört ülkede de aydınlar, entelektüeller ve öğrenciler hareketin başını çeken kesimlerdi.
*
1968 yılı tabii ki sadece Avrupa ile sınırlı değildi. Özellikle ABD’de gelişen anti-militarist ve sivil haklar hareketi, siyahların başkaldırısı, Vietnam Savaşı’na karşı en görkemli başkaldırı ve hippi-yuppi hareketleri tüm dünyaya ilham veren hareketler oldu. ABD’deki hippi-yuppi hareketi pasifist hareketlerin gelişimine ivme kattı. Fakat yine aynı coğrafyada ismini Bob Dylan’ın “Blowin in the wind” şarkısının bir nakaratından alan “Weatherman” gibi şehir gerillası bir grubun da doğmasına şahit olunur. Pasifist hareketin doğuşuna, üçüncü dünyadaki dikatatörlere ve işgallere karşı ayaklanmalar, gerilla hareketleri ve ulusal kurtuluş savaşları 68’in bir başka ayağını oluşturmaktaydı. Japonya belki de 1968’in en şiddettli geçtiği metropol ülkelerden biriydi. Batı’da ve bizlerin coğrafyasında fazla popüler olmamasına rağmen Japonya’da 1948’de kurulan Zengaguren hareketi 1968 olaylarına damgasını vuracak ve Japonya’nın ABD’nin bir arka üssü olarak kullanıldığı koşullarda Zengaguren militanları ellerinde molotof kokteylleri ve uzun bambularla polisle göğüse göğüse muharebelere girecekti. Almanya ve İtalya’dakine benzer bir örgüt olan Japonya Kızıl Ordusu da 1970-1990 yılları arasında pek çok terör ve banka soygunu eylemi yaparak şehir gerillası tarihine Japonya’dan bir not düşecekti.
68’de gelişen ve patlayan sistem karşıtı hareketler yenilgileri, hayal kırıklıkları, geride bıraktıkları pratik ve entelektüel birikimleri ile dünya toplumsal mücadeleler tarihinde yeni bir kapı açıyordu. 68’in 50. yılında Dünya oldukça değişmiş ve dönüşmüş olsa da, ne uygarlık krizi bitti ne de mücadelelerimizin parlayan ışığı söndü.