1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Hatırlamanın Dayanılmaz Ağırlığı
Hatırlamanın Dayanılmaz Ağırlığı

Hatırlamanın Dayanılmaz Ağırlığı

Tekrar ziyaret ettiğimiz yerler ya da bizim için anlam ifade eden güzel sözler hikayemize yeni sözler eklendikçe -eski anlamını yitirmeyecek ancak- değişecektir.

A+A-

 

 Özgül Saygun
[email protected]

 

 

"How happy is the blameless vestal's lot! / Ne mutludur suçsuz bakirenin dostları!
The world forgetting, by the world forgot. / Unutulan Dünya’da Dünya’nın unuttuğu.
Eternal sunshine of the spotless mind! / Lekesiz zihnin sonsuz güneş ışığı!
Each pray'r accepted, and each wish resign’d” / Her isteği bırakılmış ama kabul görmüş her duası.”

Alexander Pope

 

Dilimize ismi “Sil Baştan” olarak geçen “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” filmi adını bir onsekizinci yüzyıl şairi olan Alexander Pope’un “Eloisa to Abelard” şiirinden alır. Şiir, Heloise d’Argenteuil’in öğretmeni Peter Abelard’a olan gizli aşkını ve evliliğini anlatır. Abelard toplum içindeki statüsünü koruyabilmek için Heloise’den evliliklerini saklamasını ister ancak bu dedikodu yayıldıkça Abelard Heloise’e olan güvenini yitirir ve onu manastırda sessizlik yemini etmeye zorlar. Heloise çok zor ve acılı geçen bir kaç yılın ardından Abelard’a geri döner. Aralarında geçen dört mektupta birbirlerine şaşkınlıklarını, acılarını, öfkelerini ve ıstıraplarını ifade ederler. Bu çatışmaları Heloise’e aşklarının imkansızlığını gösterir ve Heloise Abelard’la birlikte olmak yerine sonsuz sessizliği tercih eder. Heloise hissettiği acıyı ve Abelard’ı unutmak istediğini yukardaki cümlelerle anlatır. Heloise’in bu sözleri temiz bir zihne ve hiç bilmemiş olmaya özlem duymayı anlatmaktadır.

Filmdeyse Joel’un eski sevgilisi Clemintine’ı hafızasından sildirirken anılarını hatırlamasını ve işlemi tamamlamaktan vazgeçmesini izleriz. Joel ve Clementine aslında iki zıt karakterdirler. Clementine ben merkezci, kaygılı ve özgüven problemi yaşayan bir karakterdir. Film boyunca bir çok kez güzelliğinin ve gençliğinin başkaları tarafından onaylandığını görürüz. Joel ise utangaç, sessiz ve pasif agresiftir. Duygularını çizimlerle ve yazılarla anlatmayı tercih eder, birlikte görüldükleri sahnelerde genellikle Clementine konuşur. Ayrıldıktan sonra Clementine’ın hafızasını sildirdiğini öğrenen Joel aynı işlemi yaptırmak ister. Alexander Pope’un dörtlüğü ise Joel hafızasından Clementine’ı sildirirken kullanılır. Sözü kullanan karakterin ima ettiği Joel’un hafızasını sildirerek “lekesiz zihnin sonsuz güneş ışığına” ulaştığıdır. Film ve şiirdeki aşk hikayeleri arasında bir paralellik olduğu da gözden kaçmaz. Joel ve Clementine da Heloise ve Abelard da sevdikleri kişiden kaçmak, kurtulmak ve onu unutmak isterler. Acının varlığı eskiden sevdikleri kişinin hiç olmamış olmasını dilemelerine neden olur. Özledikleri temiz bir zihindir. Temizlenmek istedikleri şey ise o kişiyi sevmiş olmanın bilincidir.

İlk bakışta filmin bize aşkın engellenemez gücünü, kaderin ellerimizde olmadığını ve daha bir çok büyük ve yanlış sözlerin varlığını anlattığını düşünebiliriz. Ancak film eğer bunu anlatmak isteseydi daha geleneksel bir anlatı tarzı seçmiş olurdu. Filmin hikaye anlatısı karmaşık ve kopuktur. İlk sahnede Joel’un pijamalarını bile tanımadığı bir sabaha uyandığını ve tamamen içsel bir dürtüyle gittiği bir deniz kenarında Clementine ile tanıştığını görürüz. Daha sonra öğrendiğimiz üzere bu aslında ikinci bir tanışmadır. Hikaye bize Joel ve Clementine’ın hafızalarını sildirdikten sonra ikinci kez tanıştığını ve birlikte geçirdikleri zamanı filmin ilerisinde anlatmayı seçer. Bunun nedeni hikayenin sadece bir aşk hikayesi olmamasıdır. Film, insan ilişkilerine başka bir boyutu daha katar; hatıra ve hafıza. Filmin anlatı tarzı da hafızamız gibi dağınıktır. Aynı sahneyi birden fazla kez ziyaret eder ve sahneye her döndüğümüzde hikayeye dair başka bir şey öğreniriz. Kendi hayatımızda anlattığımız hikayeler de böyledir, anılarımıza bakışımız biz yaşadıkça değişecektir. Tekrar ziyaret ettiğimiz yerler ya da bizim için anlam ifade eden güzel sözler hikayemize yeni sözler eklendikçe -eski anlamını yitirmeyecek ancak- değişecektir.

Bize sonsuz bir acı hissettiren bir olay ya da bir ilişki sonrasında içgüdüsel olarak hissettiğimiz ilk şey onu geri alma hissidir. Bir refleks olarak onun hiç olmamış olmasını tüm gücümüzle dileriz. Hatta yaşadığımız olayın büyüklüğüne göre beynimiz bu silme işlemini kendisi bizim isteğimiz dışında yapar. Genellikle ağır bir travma karşısında beynimizin verdiği ilk tepki olayı tamamen silip hatırlamamaktır. O halde beden ve ruh bütünlüğümüze ciddi bir saldırı olmadığında, görece sağlıklı bir ilişkiden kopuş anımızda yaşadığımız bu duygu ile nasıl başa çıkabiliriz? Heloise sessizliği seçiyor, Joel ve Clementine ise hafızalarını tamamen sildirmeyi deniyorlar. Ancak, Joel ve Clementine tekrar tanışıyor, birbirlerinin hafızaları silinmeden önceki düşüncelerinin kayıtlı olduğu kasetleri dinliyor ve tekrar kavga ediyorlar. Senarist burada basitçe kaderin ağlarını ördüğünü anlattığını sanmıyorum. Bana kalırsa Eternal Sunshine of the Spotless Mind bize şu soruları sorar; lekesiz bir zihin mümkün mü? Lekesiz bir zihin bizi mutlu edebilir mi? Hafızamız olmadan aynı hataları yapmaya mahkum mu oluruz?

Buna Cicero’nun ünlü bir sözü ile cevap verebiliriz; “Geçmişini bilmeyen çocuk kalmaya mahkumdur”. Cicero burada yukarıda da bahsedilen temiz zihni çocukluğa benzetir. Sosyal Bilimlerde Cicero’nun bu sözü oldukça çok kullanılır, örneğin Fatmagül Berktay kadınların ana-akım tarih bilgisinde kendi tarihlerinden mahrum bırakılmasını, kadınların hep çocuk kalmaya mahkum edilmesine benzetir. Hafıza sosyal bilimlerde önemli bir kavramdır çünkü yeniden kurulabilir, birleştirilebilir ve aidiyet duygusunu barındırır. Bu hafızadan mahrum kalmamız benliğimizin, hem toplumsal olarak hem de bireysel olarak, oluşumunu büyük ölçüde etkileyecektir. Hafızamız gerek sözsel olarak duyduğumuz gerekse birebir yaşadığımız deneyimler bütünüdür. Deneyimlerimiz onları algılayış şeklimize göre bir algı bütünlüğü oluşturur buna kısaca “kodlama” diyebiliriz. Deneyimlerimize dair kodladığımız her olay bizim benliğimizin de bir parçasıdır. Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ın yarattığı dünyada Lacuna Inc. adındaki şirketin yaptığı da bu benliğin bir parçasını tamamen silmektir. Dr. Mierzwiak’in açıkladığına göre; elimizde bize bir kişiyi ya da bir olayı hatırlatan her nesne bizim o kişi ya da olaya dair beynimizde yarattığımız anı haritasını oluşturur. Bu nesnelere baktıkça hissettiğimiz duygulara göre beynimizdeki haritayı oluşturan Dr. Mierzwiak bu haritayı silerek o kişiyi tamamen unutacağımızı iddia eder. Her ne kadar neredeyse hepimizin isteyeceği bir şey olsa da gerçek bu kadar basit değildir. Çünkü, filmde de gerçek hayatta da hatıralar bu kadar düz bir şekilde oluşmaz. Bizi bir kişiye bağlayan şey sadece onunla ortak kullandığımız bir bardak değildir. Bağımız bir kelime, bir şarkı ya da ortak bir deneyim olabilir. Filmde hafızasını sildirmekten vazgeçen Joel da bunu farkındadır. Hafızasında yarattığı Clementine ona “beni kimsenin bilmediği bir anına götür ve orda sakla” dediğinde Joel haritadan çıkar. Clementine’ı çocukluğuna dair 3 anıya götürür. Bu üç anının Clementine ile alakasız olduğunu düşünebiliriz ancak anıların üçünde de Joel’un duygusal bir bağ kurduğu bir kadın ya da kız çocuğu vardır. Joel için Clementine sadece deniz kenarında tanıştığı anda var olan bir duygunun temsili değildir. Çocukluğunda kuş öldürdüğü için utandığında elini tutan kız çocuğu, mastürbasyon yaparken baktığı kadın ve bakıcısına dair hissettiği duygulara Clementine da dahildir. Bu nedenle Joel aslında Dr. Mierzwiak’ın anı haritasından çıkmaz çünkü hafızamız Dr. Mierzwiak’ın iddia ettiği üzere çizgisel bir şekilde haritalandırılamaz. Karşımızdaki kişiye hissettiğimiz duygular bizim değişen ve gelişen benliğimize aittir. Bu nedenle kendimizi çocukluğumuzda bir oyuncağımıza hissettiğimiz bir duyguyu 30 yaşında bir kişiye hissederken bulabiliriz. Onunla hiç gitmediğimiz bir yerdeki koku bize onu hatırlatabilir. Öyle bir durumla karşı karşıya kalırız ki onun o anda kuracağı bir cümleyi adımız gibi biliriz. Örneğin Joel Clementine’ı o kadar iyi tanıyordur ki ilk anısına geri döndüğünde Clementine’ın “benimle Montauk’da buluş” dediği başka bir anı yaratır. Joel Clementine ile sadece hafızasına dayanarak tekrar tanışır.

Cicero’nun sözüne dönecek olursak, kendi hafızasına ve duygularına sahip olmayan bir benlik “çocuk kalmış” bir benlik olacaktır. Gelişen, düşünen ve yaşayan zihnimizin temiz kalması imkansızdır. Bu temiz olmama hali yukardaki gibi bir çok edebi eserde acı ile anılır. Filmde kullanılan diğer bir söz ise Nietzche’nin “Unutkanlar şanslıdır çünkü hatalarının derdini çekmezler” sözüdür. Hatırlıyor olmak bir derttir ancak filmde hafızasını sildiren herkesin aynı hataya tekrar tekrar düştüğünü izleriz. Çünkü bizi yaptığınız şeyi tekrar yapmaktan vazgeçirecek şey onu unutmak değil tam tersine hatırlamaktır. Dolayısıyla aslında bizi yaşatan şeylerden biri bu derdin kendisidir.

Didem Madak Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila şiirinde aynı acıyı söyle anlatır;

“Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.”

Şiirleri genellikle çocukluğu, annesiyle olan ilişkisi ve kendi hayatı üzerine olan Didem Madak temiz bir zihnin imkansızlığını ve hatırlamanın potansiyel gücünü hissettiğini söyleyebiliriz. Otobiyografik sayılabilecek Ah’lar Ağacı şiirindeyse bize yine aynı acıdan bahsediyor ve insanların hafızasının bir bıçağın ucunda olduğunu anlatıyor. Hatıralarımız kesilip atılabilen bir şey olabilir mi? Bana kalırsa zaten Eternal Sunshine of the Spotless Mind da hafızalarımızı kesip atmamızın onları farklı şekillerde tekrar yaratmaktan başka bir anlama gelmeyeceğini anlatıyor. Didem Madak hatıralarımızı taşımamızda bir potansiyel görüyordu diyebiliriz. Bu potansiyel sizi aynı şeyleri tekrar yapmaktan alıkoyuyor ve kişisel tarihinizi ya da toplumunuzun/dünyanızın tarihini bilmenizi sağlıyor. Yarattığımız ortak deneyimlerden güç alıyoruz çünkü her yaşadığımızı unutursak hayatın temeli olan öğrenmekten vazgeçmemiz gerekir. Tarih boyunca verdiğim örneklerde de olduğu gibi edebiyatı en çok etkileyen de budur diyebiliriz.

Her şeyi hatırlıyor olmamız ağırdır, ancak bu yükü yaratan sadece acı değildir. Geçmişimizi bilmemiz, “ben” oluşumuzun ayrılmaz bir parçasıdır. Gücümüz bireysel olarak da toplumsal olarak da hatırlayarak ilerlememizdedir. Toplumsal olarak başımıza gelenleri unutmamalı ve anlatmalıyız. Unutmamız sadece bizi daha fazla ezmek isteyenlerin işine yarayacaktır. Kendi hayatımızdaysa unutmamız, gelişmemizi, düşünmemizi ve kendimizle olan ilişkimizi güçlendirecektir zira kendimizi en iyi yaşadıklarımızla tanıyabiliriz. Bazen bir şarkı, bir koku hatta bir düşünce bile size “o kişiyi” ya da “o olayı” hatırlatabilir ancak potansiyel bu hatıranın yanından geçip devam edebilmektedir. Lekesiz bir zihin bizi eksik bırakacaktır.

 

Bu haber toplam 33665 defa okunmuştur
Gaile 451. Sayısı

Gaile 451. Sayısı