HAYAL PAZARI
Sayısız olasılık var yaşayabileceğimiz hayatlara dair ama sonuçta tek bir hayatımız var her birimizin. Seyircisi olduğumuz başkalarının hayatları var bunun yanında… Küçük bir köyde doğup ömrünü orada sonlandırabilen insanların yaşadığı bir dünyaydı bir zamanlar burası… Yalnızca komşularının, yakın çevrelerinin hayatlarının tanığıydı insanlar. Modernitenin ilk sosyoloğu olarak tanımlanan Georg Simmel’i okuyordum geçen gün. Yirmi beş kitap ve üç yüzü aşkın makaleden oluşan bir külliyat bırakmış 1918 yılında ölürken… Yüz yıl öncesinden izleyip yazmış dünyayı ama bir serüvenin başlangıcını anlatıyor olması çarpıcı…
Doğrusu konsantrasyon problemi yaşıyorum son sıralar… Dün uçakta devam etmek istedim kitaba ama boş gözlerle bakıp durdum sayfalara. Yazın romanlara dalmalı insan… Yolculukta yanıma akademik bir kitap almakla hata etmişim. Belki Simmel’i de okumuş olmanın etkisiyle günümüz hayatları üzerine düşünüp durdum yol boyunca… Uçaktan sonra metroda insanları izledim. Ellerindeki akıllı telefonlara dalanlar, spor gazetesi okuyan bir adam, telefonla konuşup bizi çetrefil iş problemlerine ortak eden bir başkası… Sadece izlemek istedim bulundukları yerden başka yere kaçan bu insanları… Çoktandır düşünüyordum bunu… Artık olduğumuz yerde olmadığımızı, yanında bulunduğumuz insanın aslında uzağında olduğumuzu. Aynı odada iki insan olarak başka yerlere seyahat ettiğimizi… Eş ya da sevgili dediğimiz kimsenin yanında başkalarıyla ekranlar önünde gönül yolculukları sürdürebildiğimizi… Evdeyken evde, sokaktayken sokakta olmadığımızı artık… Manzaralara hiç bakmadığımızı fark ettim; içinde bulunduğumuz anı değil de başka zamanları yaşadığımızı… Sürekli başkalarının hayatını gözlemlediğimizi…
Sayısız uyarıcı ve imgeyle sersemlemiş haldeyiz. Duygular, intibalar hızla geçip gidiyor içimizden ve anında yok olup bir başkasına dönüşebiliyorlar. Her şeyi birer ekranın önünde çözmeye çalışıyoruz.
Büyülü bir yanı var kuşkusuz böyle uzaklara gidebilmenin… Bir Tanrı gibi her an her yerde olabilmenin… Bu boşluklarda dolaşmanın ruhu acıtan, bedeni yalnızlaştıran bir tarafı da var ama… Her şeyin böyle uçucu olması, birden elimizden kayıp gidebilmesi… Bir şeylerin ne tam içinde ne de dışında olabilme durumu…
Kendi hayatımızdan memnuniyet taşımamız pek mümkün değil şimdilerde… Ulaştım sandığın anda başka bir yere doğru kayıyor hedefler. Birini kucakladığında geçiciliği hissediyor, her an ruhsal ve bedensel olarak başka bir yere taşınabileceğini biliyorsun. Sayısız hazlar ve tatların çağrısı esir alıyor hayatı…
Metroda ilerlerken gerçekten metroda giden bir kadın olduğumdan ve elimde bir elektronik aletle uzaklara kaçmadığımdan sayısız hatırlamalara daldım. Aynı metro hattında bir başkasıyla yolculuğuma, varılan semtlerde yaşayan arkadaşlarıma, bir zamanlar birileriyle inilen duraklara dair karmaşık çağrışımlar yumağı içinde çırpındığım bir bellek yolculuğuna çıktım. Keşke benim elimde de bir akıllı telefon olsa da başka yerlere kaçsam diye düşünmedim değil.
Hem çok kalabalık hem de çok tenha olmak günümüzün en temel durumlarından. Çok beğenilip kendini bir hiç gibi hissetmek… Sevildiğini işittikçe sevgi açlığı çekmek… Sahte, krallığını ilen etmişken hiçbir şeyin gerçek olduğuna gönülden inanamamak…
Çok yalın hayatlar da var elbette… Geçenlerde uzandığım sahilde el ele denize giren yaşlı çift mesela… Nasıl bir hayat geçirmişler bilinmez tabii… Ama kopmaz bağlarla bağlandıkları kuşku götürmez.
Günümüz hayatlarının en temel duygularından biri de kıskançlık. Başkalarının hayatlarının dikizleyicisi olarak gözümüze sokulan mutluluk tablolarını kıskançlıkla izliyoruz. Oysa her şey gerçekten çok yalana yakın… Her şey her an aksine dönüşmeye hazır…
Biricik bir hayatımız var her an elimizden kayıp giden… Dünyanın ürkütücü gündemleri içinde sarsılarak ilerliyoruz. Üzüntülerimiz de eskiyor çabucak… Birinin yerini diğeri alıyor çünkü…
Bunca geçicilik içinde ağır bir bellekle sürüyor yaşam. Kaçmak istiyoruz, bir biçimde uyuşmak ve unutmak istiyoruz…
Bunun için seçenekler sunuluyor bize… Bağlanma yeteneğimiz biliniyor çünkü… Ekranda beliriyor seçenekler. Peşinden yürüyoruz bedenlerimizden çıkıp... Hayallerin ardından koşup heyecanlara dalıyoruz. Hızla tüketilip yenilerine yönelinen, pazarlanan hayaller dünyası bu…