Hayalet Şehir
Seçil Besim:Hayalet şehrin gerçek insanları olmak mı yoksa gerçek şehrin hayalet insanları olmak mı?
Seçil Besim
Hayalet şehrin gerçek insanları olmak mı yoksa gerçek şehrin hayalet insanları olmak mı?
Felsefe yapmak değil amacım. Her cevap, soruyla başlar. Sorarak aslında ya hiç bilmediğimiz ya da şüphe duyduğumuz konuları aydınlatmaya çalışırız. Varlık ve yokluk arasındaki süreç böyle geçer. Verecek yanıtımız yoksa, sorulardan hoşlanmayız. Ya da bildiğinizin dışında farklı bir cevap alamayacağınıza inanırsanız vazgeçersiniz sormaktan.
Bazen sorular güzeldir ve özeldir kimliğimiz için. Anlatırsınız çekinmeden aklınızdan geçeni, hayalet bedenimiz, görünür olmaya başlar. Ne kadar görünür olursanız, sorularınızın sayısı o kadar artar. Asıl keramet hayalet olmak değil, görünür olmakta saklı bence.
Düşünebiliyor olsak da doğruları, bilsek de cevapları, susup oturmak işimize geliyor belki de. İşlem yoksa, hata da yok. Sıfır hata büyük başarı gibi görünse de eylemsizlik daha kötüdür yanlış yapmaktan. Yanlışları görünür kılamamak da daha büyük sonuçlar doğurur.
Söylediklerimizin yanlış anlaşılacağından korkmamız, aslında söylemek istediklerimizi tam olarak söyleyemediğimizdendir. Aslında ne söylememiz gerektiğini bile bile beynimizden geçenle dilimizden dökülebilen tezat bir uyum sergiler.
Düşünsenize, “bu akşam seninle görüşmek istemiyorum” cümlesinin birçok alt anlamlı cümlesiyle buluşmuşuzdur. “Aslında bu akşam biraz işim var.”, “Yurtdışından misafirim var.” Oysa misafirin adını ya da ne işi olduğunu sorsanız söyleyemez karşınızdaki o an. Ama biz de o söyleyemeyişle yüzleşmek istemeyiz çoğu zaman. İnanmış gibi oynarız rolümüzü. Hayaletleşiriz birdenbire…
Bence yaşam gelip geçici bir soyutluktur. Onu somutlaştırmaksa bizim işimizdir. Gerçek “siz”i ifade eden sorularınız ya da cevaplarınız, dobralıkla patavatsızlık arasında sallanır durur. Dengeyi kurana kadar hayalet olmaya devam ederiz.
Peki acaba neden susmayı, hayalet olmayı tercih ederiz? İnsanların bizim hakkımızda fikir sahibi olmalarını istememek doğal hakkımız. Ama fikir sahibi olmamaları, bizimle ilgili fikir yürütmeyecekleri anlamına gelmez! Bunu sosyal aktivite haline getirmiş birçok faal insan vardır çevremizde. Bir de bakmışsınız ki size ait olmayan bir gömlek giydirilmiş üstünüze, tadilat yapılıyor.
Susmanın diğer bir nedeni de söylemekte olduğumuz şeyin, karşımızdaki kişinin anlayabileceğiyle sınırlı olduğunu düşünmemizdir. Böyle bir durumda gereksiz bir enerji sarf edersiniz ama İngilizceyi Türkçeye olduğu gibi tercüme etmeye çalıştığınızda ortaya çıkan komik tablodan farklı olmaz karşılaştığınız sonuç.
Susmak çözümmüş gibi de gelebilir bazen. Herkes bilir gerçekleri ama söylemek işimize gelmez. Kelimelerin -e hali, -de hali gibi, bu durumda, çıkarcılığın masum halidir aslında. Mevcut durumdan daha iyi bir alternatifiniz yoksa, katlanmak zorunda kalırsınız hayaletleştirerek gerçekleri. Çünkü söylerseniz koparılabilir diliniz.
Sorarak farkındalık yaratmak istersiniz kanayan yaraya, ancak sorduğunuz sorular zihniyeti yaralayacaksa, rahatsız edecekse çarpıtılan samimiyetleri, böyle yapanların istikrarlı bir şekilde aldıkları cevabı siz de alırsınız. Bulunduğunuz konuma, bir son olur verilen cevap. Dersinizi almışsınızdır artık, dut yemiş bülbül gibi yeni, suskun hayata hoş geldiniz der hayalet şehir tüm misafirperverliğiyle size.
Hayaletler kadar ürkütücüdür aslında susmak. Susmaktan kastedilen gereksiz kabullenişlerdir tam anlamıyla.
Başkalarının konuştuklarıyla elde ettik sandığımız haklarımız, başkalarının susturulduğu gün bizim olmaktan çıkarlar.
Geç kalmış sorular, kolayca yanıtlanabilir geç kalmış cevaplarla. Bugün havanın nasıl olduğu, dün ne giydiğimizi değiştirmez. Ama yarın ne giyeceğimiz hakkında tedbir almamızı sağlayabilir. Tıpkı bu durumda olduğu gibi, vaktinde sorulan sorular, yaşanmasını istediğimiz gelecek için geç kalmamış cevaplarını arar.
Ya suskunluğumuzla yaratacağız hayalet geleceği, ya da yerinde konuşarak bizden sonraki kuşaklara diyeceğiz “hayal-et geleceği…”