1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Hayat mıydı o?”
“Hayat mıydı o?”

“Hayat mıydı o?”

“Hayat mıydı o?”

A+A-

 Hakkı Yücel

 [email protected]

 

“Hayat mıydı o? Peki o zaman! Bir kez daha!”
Nietzsche


Zamanın, kaotik sürekliliği yanında aynı anda, karşılığını başka birçok şeyde olduğu gibi tabiatın kendisinde de ifadesini bulan, düzenli ritmik bir akışkanlığı da var. Bir yanıyla bir değişkenliği ifade ederken bu akışkanlık -artık hiçbir zaman başladığımız yerde olmayacağız-; bir yanıyla da  bir tekrarın, -yeniden başlamanın, bir kez daha denemenin- gizil gücünü taşır. Sözgelimi mevsimler bu düzenli ritmik akışkanlığın bir örneğidir. İlkokuldan itibaren bazen bir şiirde, bazen bir şarkıda ezberimize yerleşen, bülbül gibi ‘ilkbahar-yaz-sonbahar-kış’diye şakıyarak yaptığımız sıralama, aynı anda zamanın hem ‘kronolojik’ akışkanlığını (bir yıldan diğerine, bir mevsimden ötekine doğru seyreden, yani “kronolojik zamanı”), hem de o mevsimlerin hiç değişmeyen, birbiri ardısıra tekrarını, onun gizil gücünü (“tekrarın zamanı”nı) ima eder. Bir bakıma ‘mümkün olanla-imkânsız olan’, ‘yaşamla-ölüm’ diyalektiğinin biraradalığıdır bu. Öyle ya, hem sonlu birer fani olduğumuzu hatırlatır bize (“kronolojik zaman”: zaman geçip gider, o hiç bitmez, ama biz biteriz), hem de yapamadığımız şeyleri yapabilmemiz, düşünemediğimiz şeyleri düşünebilmemiz  için sonsuz kez yaşanan tekrarın fırsatını sunar. (“tekrarlanan zaman”: yeniden başlamanın zamanı). Felsefenin de konusu mudur bu? Nietszche’nin pos bıyıklarına asılarak, ışığı gün güne azalan gözlerinin alacakaranlığında satır satır kafa patlattığı o tartışmalı “bengi döngü (ebedi dönüş-ebedi tekrar)” doktrini bu değil mi? Ama önce şu mevsimler... Bize, hayat(lar)ımızın akıp gittiğini gösterdiği kadar, tekrarını da hatırlatan o mevsimler.

Sonunda yaz bir kez daha geldi ve bir kez daha bitti işte. İyi ki de bitti... Miskinliğin kıvamı ağır uyuşturucu bir zehir halinde damarlarımıza zerk edildiği mevsimdir yaz. Hele bizim gibi güneşin ateşten oklarını aylarca en kuytu köşelere kadar namütenahi yağdırdığı coğrafyalarda, erimenin, uyuşukluğun zamandır. Belki bu yüzden, her şeyi ‘unutmanın’ zamanıdır asıl yaz. Gamsızlığın, tasasızlığın zamanı; ya da öyle hissedildiğinin, bunun bir alışkanlık olarak yer etmişliğinin zamanı. Hayatın ağır yükü kalkar insanların üzerinden, kuş gibi hafiflerler birden. Gidebilenler çekip giderler soluk alacakları başka yerlere; kalanlar ise ya uzun yaz uykusuna yatarlar ya da keyfini çıkarmaya çalışırlar, yükü hafiflemiş, bir bakıma her şeyin ertelendiği, adı tatil olan bu zamanın. Hoş, her ne kadar bu yıl Temmuz ayında ülkemizde yapılan seçimler, öncesi ve sonrasıyla biraz hareketlendiriyor gibi olduysa da bu ‘unutmanın’ ve her şeyi ‘ertelemenin’ mevsimini,  rehavetimiz çok fazla sarsılmadı yine de. Tatil modundaki hayatlarımız, bir saman alevi gibi parlayan siyasal hareketliliği pek takmadı, enikonu sürdürdü keyfini. Zaten görüşmelerdi, konuşmalardı, tartışmalardı, koalisyon pazarlıklarıydı, hükümetti, bakanlıklardı, bakanlardı derken, siyasi ortam istediği kadar kızışa dursun, sıradan insanlar için vakit daha çok bekleme durağında, beklentiler biriktirmekle geçti. Neyse ki artık yaz bitti. ‘Unutmanın’ rüyası sona erdi. Bu arada siyasi pazarlıklar tamamlandı, hükümet kuruldu, siyaset yeni dönem için start aldı.

Şimdi artık sonbahar mevsimidir. İşte o da bir kez daha ve yine geldi. Yazın aksine, ‘hatırlamanın’ mevsimidir sonbahar. Yükü bu yüzden ağırdır. Can acıtması, ıstırap vermesi bundandır. “Kuvvetli hafıza, kuvvetli ıstıraptır” diye boşuna yazmamıştır yazar. Çünkü ‘hatırlamak’ her şeyden önce insanın yüzünü geçmişe dönmesi demektir. Geçmiş ise artık uzakta kalandır, yitip gidendir, bitendir. Üstelik her yeni sonbahar yaşanıp bitmiş olan o geçmişi biraz daha uzağa fırlatır, yani geçmiş uzar. Ve insanın uzadıkça geçmişi, geleceğini kemirir; yani gelecek kısalmaya başlar. İşte ‘hatırlamak’ aynı zamanda bu (uzayan) geçmişle hesaplaşmaktır, o geçmişi sorgulamaktır. Neler yapılmıştır o geçmiş hayatta, neler yapıl(a)mamıştır, eksik kalanlar, yanlış olanlar, pişmanlıklar, başarılar, başarısızlıklar hep hatırlanır. Üstelik hatırlanmakla da kalınmaz, ‘kronolojik zaman’ın akışı içinde geride kalan o dönemin bir daha yaşanamayacak olduğu gerçeği ve de varılacak sonun, gelecek olanın (ölümün) adım adım yaklaşıyor olması hayatın anlamını giderek yitirmesine, bir beyhudelik hissinin ve kayıtsızlığın yer etmesine de yol açar. Bir bakıma zamanın, ileriye doğru çizgisel akıştan (kronolojik zaman) ibaret olduğu algısının sonucu ortaya çıkan bir insanlık halidir bu. Bir fani olan insan bu ‘kronolojik  zaman’ karşısında hep geç kalır, iflah olmaz hayallerinin ağırlığı altında ezilir, pişmanlıklar çaresizlikler biriktirir, ahlar vahlar içinde sızlanır.

Nietzsche’yi, onun bir kırbaç gibi şaklayan “Hayat mıydı o?” çığlığını hatırlamamın sebebi biraz da bu. Hazretin, “Böyle Buyurdu Zerdüşt’te temel problematiği olan o çok tartışmalı “ebedi döngü (ebedi dönüş-ebedi tekrar)” düşüncesinin esası tam da, “zamanın çizgisel bir akış, tarihin de süreğen bir ilerleme olarak anlaşılmasına kökten”  karşı çıkıştır. Üstada göre zaman kendini tekrar eden döngüsel bir karaktere sahiptir ve ona anlam katan da ‘şimdiki zaman’ ve o ‘şimdiki zaman’a müdahil olan ‘iradi güç’tür.  ‘Geçmiş’ ve ‘gelecek’ arasında ‘şimdi’yi (şimdiki zamanı), onları birbirine bağlayan bir “geçit” olarak kabul eder Nietzsche. Ne var ki burada “geçit” (şimdiki zaman), kendi başına, geçmişin geleceğe doğru çizgisel aktığı “kronolojik zaman”nın ara durağı değildir. Hem geçmişin (“olagelenin”) bütün yüküyle yeniden yorumlandığı (bir bakıma yeniden yaşandığı), hem de geleceği (“olagelecek olanı”) içinde barındırdığı (ebedi) ‘tekrar’ın (‘tekrarlanan zaman’ın) yaşandığı, bu bağlamda yeni başlangıçların da start aldığı  zaman aralığıdır ‘şimdiki zaman’. Hayat orada, bütün geçmişin sorgulanmasına fırsat yaratan tekrarını yaşayarak gözden geçirmelerle anlam kazanır ve yeni başlangıçları harekete geçirir. O başlangıçların nasıl olacağı ise Nietzsche’nin adeta bir çığlık halinde haykırdığı soru ve ardından yaptığı cevabi nitelikteki önermede dile getirilir:
“Hayat mıydı o? Peki o zaman! Bir kez daha!”

Acaba diyorum, Nietzsche’nin sonsuz şiddet mertebesindeki tektonik sarsıntılara yol açan çığlığından kendimize şöyle bir sonuç çıkarabilir miyiz: Zamanın ‘kronolojik’ akışkanlığı içinde bir kez daha gelen ve bize yaşadığımız geçmişi bir kez daha hatırlatan (çünkü ‘hatırlamanın’ mevsimdir o), üzerine enikonu kafa yormamıza neden olan bu sonbaharda, birey ve toplum olarak bizim karşılığını vermek zorunda olduğumuz temel sorumuz da olabilir mi bu:
“Hayat mıydı o?”

O zaman devam edelim; ‘hatırlamak’ evet öncelikle geçmişe yönelik bir bakıştır,  ama bu kadar değildir. ‘Hatırlamanın’ iki yüzü vardır. Bir tanesi ‘geçmiş’e bakar o yüzün; diğeri ise‘geleceğe’. Bunun gerçekleştirildiği yer ise, ikisi arasındaki ‘şimdiki zaman’dır..’Geçmiş’e bakan yüzümüz (varlığımız) bütün yüküyle hesaplaştığımız, ‘olup biteni’ ile yitip gittiği için yandığımız geçmiş zamanda gezinir; geleceğe bakan yüzümüz (varlığımız) ise içinde ‘olabilecek’ olanın çeşitliliğini ve ihtimallerini içeren, bize o çeşitliliğin imkânlarıyla kendimizi var edebileceğimiz fırsatlar sunan, bir bakıma onların hayallerini kurarak teselli bulduğumuz (bir o kadar da meçhûl) gelecek zamana yöneliktir. Başka türlü söylersek, akıp geçen ‘kronolojik zamanı’nın, bazen trajik, bazen komik, bazensa patetik, büyük ölçüde kaderine mahkûm hayatlarının hikâyesidir bu..İşte o hayatların, kendi kaderinden koparılacağı, ‘iradi güç’ün belirleyeceği ve bir hakikate dönüştürüleceği yer, geçmiş zamanın (ve hayatların) sorgulanmasının ve hesaplaşmasının ‘bir daha’....‘bir daha’ tekrardan yapılacağı, ve daha üst mertebeye taşınacağı, buna imkân tanıyan gizil gücü içkin ‘şimdiki zaman’dır.

İşte şimdi bir kez daha gelen ve ‘hatırlamanın’ mevsimi olan sonbahar, o ‘şimdiki zaman’dır.. Orada geçmişi ‘hatırlamak’, o hayatla yeniden ve tekrardan hesaplaşmak, onu sorgulamak , daha üst mertebeye taşımak adına yeniden inşa etmektir. İnşa edilecek bu hayat ise artık ‘o’ hayat değil,  bizim yaratacağımız, değerini ödeyeceğimiz bedelin belirleyeceği bir hayat olacaktır. Şüphesiz bunu yapacak olmak, teker teker biz fanilerin hayatını sonsuz kılmayacaktır; sonuçta bir fani olarak insan “kronolojik zaman”ın hükmüne tabi olacak ve bir gün yok olacaktır. Ancak hayatı (bu dünyadır da aynı zamanda) “tekrarlanan zaman” aralığında insanoğlunu esenliğe çıkaracak, daha üst mertebeye ulaştıracak biçimde inşa çabası, bu (yeni) hayatın (ve dünyanın) sonsuz kılınmasına katkı yapacaktır..

O halde ‘hatırlamanın’ mevsimi sonbaharın ‘şimdiki zaman’ olarak sorusu bellidir: “Hayat mıydı o?” 
Ya sonrası: “Peki o zaman! Bir kez daha!”

Bu haber toplam 1991 defa okunmuştur
Gaile 232. Sayısı

Gaile 232. Sayısı