Hayat sabun köpüğü gibi sönen bir pembe dizi değildir kızım, Hayat bir televole masalı değildir…
Hayat sabun köpüğü gibi sönen bir pembe dizi değildir kızım, Hayat bir televole masalı değildir…
Feminist Atölye (FEMA)
[email protected]
Eskiler “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” derlerdi. Gündelik deneyimlerin fiiliyatı ile doldurulan bir ilişkiler silsilesinin mantığını anlatırdı bu söz. Kişinin toplumsal görüntüsünün, yaptığı iş, ortaya koyduğu emek ve ürettikleri ile biçimlendiğini imlerdi. Adına ister eylem-söylem tutarlılığı deyin, isterseniz sahici olmak deyin fark etmez; topluma sunulan bir görüntüyü lafla değil, iş ile ölçen, artık unutulmuş bir muhayyileyi çağrıştırıyor şimdilerde. Sosyal hayatın medya uzmanları ve imaj yapımcıları tarafından şekillendirildiği “Görüntü Var, Ses yok” dönemine girildiğinden beridir, siyaset “gülümseyen fotoğraflar verme” pratiğine dönüştü. Jean Baudrilard’ın “toplumsalın sonu” diye adlandırdığı bu dönemde kitle iletişim aracılığı ile sunulan suretler hakikatin yerini aldı. Söz sıvılaştı, fiiliyat buharlaştı, fotoğraflarda sabitleşen sırıtışlar katılaşıp katılaşıp gözümüzün içine sokulmaya başladı. Toplumsal olan ne varsa, bir resmi kurmanın sembolik nesnesine, bir imajı inşa etmenin alacalı rengine indirgendi ve siyasetin yerini PR stratejileri, siyasetçinin yerini mumyalar aldı. Görüntülerin ışıklı dünyası öyle bir kamaştırdı ki gözlerimizi, gözlerimizden önce aklımız görmeyi unuttu. Biz, hepimiz, fotoğraflara bakarken unuttuk sorular sormayı. Oysa baktığımız her fotoğrafta vicdanımızı konuşturacak sorular da ziyadesiyle vardı. Mesela 10-16 Mayıs tarihleri arasında, Engelliler Haftası dolayısı ile Meclis Başkanı Sibel Siber’in bir şirket sponsorluğunda Meclis bahçesinde düzenlediği etkinliğin fotoğraflarına bakarken utanmadık hiç birimiz. Sayın Meclis Başkanı, başlarına “sponsor olan şirketin şapkaları” giydirilmiş, büyük bir kısmı çocuk olan fiziksel ve zihinsel engelli bireyler ile gülümserken; daha da ötesi engelli bireyleri hem sponsor şirketin reklam nesnesi hem de kendi imajının aracı haline getirirken utanmadık. Engelliliğin, insanların fiziksel ya da zihinsel durumları ile değil, çevresel, sosyal ve ekonomik faktörlerle alakalı olduğunu düşünmedik. Esas engelin bu bireylerin topluma tam ve eşitlikçi bir şekilde katılımını sağlamamak olduğunu aklımıza getirmedik. Uzun süredir mecliste olan, Başbakanlık da yapmış bir milletvekiline “Fotoğraflara gülümsüyorsunuz da peki engelli hakları ile ilgili bugüne dek ne yaptınız?” diye sormadık. “BM Engelli Hakları Sözleşmesi 2010 yılında KKTC iç hukukunun bir parçası olduğu halde neden yasalardaki tanımların sözleşme ile uyumlaştırılması için çaba göstermiyorsunuz?” demedik. Kafalarına geçirilen sponsor şapkaları ile birer reklam nesnesi haline getirilerek sömürüldüklerini belki de farkında olmayan çocukların devlet –şirket işbirliği ile istismar edilmesine suskun kaldık. "Çocuk Hakları Sözleşmesi 1996 yılında, şu an başkanı olduğunuz meclis tarafından kabul edilmişti, bu sözleşmenin gereklerinden haberiniz var mı?” demedik. “Görüntü var Ses yok” dönemine girildiğinden beridir siyaseti “gülümseyen fotoğraflar verme” pratiğine dönüştürenlere dair sessiz kaldık hepimiz. Toplum olarak görüntülerin ışıklı dünyasında gözlerimizden önce aklımız unutmuştu bakmayı, o yüzden Sayın Meclis Başkanı’na “Reklam aracı yaptığınız bireylerden ve ailelerinden özür dileyin” demedik. Kendisi bu özrü diler mi bilmiyoruz, ama biz o fotoğrafları gördüğümüzden beridir bu ülkede yaşadığımız için utanıyoruz.