1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. HAYATIM ROMAN BENİM – SARI KEHRİBAR’I TANIMLAMAK
HAYATIM ROMAN BENİM – SARI KEHRİBAR’I TANIMLAMAK

HAYATIM ROMAN BENİM – SARI KEHRİBAR’I TANIMLAMAK

HAYATIM ROMAN BENİM – SARI KEHRİBAR’I TANIMLAMAK

A+A-

 

Ahmet YIKIK
[email protected]

Yazar, alt ve üst dünyaların arasında yaşar, nihayetinde başlıca bir yol olma amacıyla yola koyulur. (Henry Miller)

Müze roman diye lanse edildi önce, otobiyografik öğeler içerdiğine vurgu yapıldı ve neticede, ‘üç kız kardeşin hikâyesi’ne kulak vermek okurun işine geldi… Çünkü Mehmet Yaşın’ın Sarı Kehribar adını verdiği son eserini tanımlamak, bir kategoriye oturtmak pek de kolay değildi. Nostaljik olmasına nostaljikti fakat klasik bir anlatım tekniğinden söz edilemezdi; ‘tanrı anlatıcı’ kullanılmamıştı sözgelimi. Ne de kolaylaştırırdı oysa alışıla geldik ve kolay kavranan bir yöntem, işini ‘tembel okur’un… Ancak önceki romanları Soydaşınız Balık Burcu (1994) ve Sınırdışı Saatler(2003)’de uyguladığı postmodernist anlatı teknikleri göz önüne alındığında, Yaşın’ın yine ‘öncü’ bir romancıya yakışır farklı bir biçemle karşımıza çıkmasına şaşırmak da yersiz olurdu doğrusu. Zaten roman türünde verdiği eserleri elle tutulur, gözle görülür, somut ve değişmez özellikler aracılığıyla tasnif etmenin pek de mümkün olamayacağının ipucu, daha ilk romanının içindekiler bölümünde, bizzat yazarın kendisi tarafından verilmişti: ne anı ne roman ne deneme hepsi hikâyedir  (Yaşın, Soydaşınız Balık Burcu).

Sarı Kehribar; Hayalet Bakıcısı, Üçüncü Hayat ve Ziyaretçi şeklinde adlandırılan üç bölümden oluşur. Hayalet Bakıcısı adlı ilk bölüm başlar başlamaz, okur kendini gergin bir atmosferin hüküm sürdüğü kurgu dünyasında ilerlerken bulur. Nereye varılacağı belirsiz bu gezintide ona kılavuzluk eden kimliği belirsiz 1. tekil kişi (ben) anlatıcının sesini takip eder. Kulağı ‘ben’ anlatıcıdayken gözü de ister istemez sayfadaki forma takılır. Üzerinde “27 Mayıs, Pazar, 2:37” diye hangi yıl olduğu es geçilmiş bir tarih ve saat düşülmüş günlüğü andıran bir düzyazı biçimiyle başlar kitap. Arka sayfalara vardıkça üzerinde tarih belirtilen söz konusu günlükvari parçacıkların kitabın bütününe yayıldığını anlar. Bu esnada, kendini takdim eder anlatıcı: “Adım Aris, Aris Pantellis. Simera gazetesi yazarıyım… (Yaşın, Sarı Kehribar, s.8)”

Başından geçen araba kazasını anlatmaktadır Aris, yaralandığı için kaldırıldığı hastaneden. Etrafındakileri, özellikle de polisi kaza sırasında yalnız olmadığına ve ‘yazar’ arkadaşının da aynı arabada yolcu koltuğunda onunla birlikte seyahat ettiğine inandırmakta oldukça zorlanmaktadır. Çünkü kazada köprüden Mnemosyne  Nehri’ne yuvarlanan arabadan güç bela çıkardığı ve bilincini yitirmiş bir vaziyette etraftan yardım bulmak amacıyla nehir kenarında bıraktığı arkadaşını döndüğünde orada bulamamıştır. Adı roman boyunca hiç belirtilmeyen ‘yazar’ arkadaşının akıbetini bilememekten duyduğu kaygı an be an artmaktadır. Kısacası, okur, sinirleri bir hayli gerilen ve paranoyanın sarmalına yakalanmamak için çetin bir zihinsel mücadele veren hatta zaman zaman paranoyanın - o görünmez - eşiğinden içeri adım attığına bile tanıklık edilen Kıbrıslı Rum anlatıcının bakış açısından kavramak durumundadır, başlangıçta  akıl bulandıran olay örgüsünü. “Kaşla göz arasında kayıplara karıştığı için arkadaşıma karşı bir öfke kabardı içimde. Sakın beni şüpheli durumuna düşürmek amacıyla bile isteye kaybolmuş olmasın? (s. 13)”

Aris’in Güney Lefkoşa’daki bir hastanede tedavi gördüğü - romanın şimdiki zamanında geçen - ilk günlerden itibaren olay örgüsünün realist ve fantastik olmak üzere iki boyutlu paralel bir düzlemde yürüyeceğinin ipuçları verilmeye başlar.  Aris garip şeyler hatırlamakta fakat bunların gerçekliğinden kuşku duymaktadır. Çünkü sık sık uykuya dalıp rüyalar görmektedir. Bu yüzden de almakta olduğu ilaçların etkisiyle bilincinin ona oyun oynayıp oynamadığından emin olamamaktadır. Kendisini ziyarete gelen tuhaf görünümlü, pejmürde kıyafetli kadının gerçekliğinden şüphe eder örneğin. “Kadının görünüşünü falcıya benzettim. Manyak karı Tanrıça’yım, demişti. Bunu rüyamda mı demişti, yoksa sabahki ziyaretini rüyamın içinde tekrar mı düşünmüştüm, emin değilim…(s.17) Bahsedilen gizemli kadın, dokuz şiir perisinin annesi  Mnemosyne olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla, ileride karşımıza anlatıcı rolüyle çıkacak, Sarı Kehribar’ın temel taşlarından biri olan kadın karakterle tanışmamız, gerçekle gerçeküstü arası, buğulu bir ortamda gerçekleşir. Gerek kaza sırasında arabanın içine düştüğü nehre gerekse sonradan zararsız bir meczup olduğu belirtilen kadın karaktere aynı adın verilmesi elbette bir tesadüf değildir. Belli ki Yaşın, romanın anlam katmanlarını mitolojiye göndermelerde bulunarak derinleştirmeyi ve çoğaltmayı hedeflemektedir. Mnemosyne, Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasında (ahirette) akan nehrin adıdır. Reenkarnasyon öncesi suyundan içen ölülere, önceki hayatlarına dair her şeyi hatırlatır. Yine aynı mitolojide hafızanın tecessümü ve Baştanrı Zeus’tan dokuz kız çocuğunun (şiir ve ilham perileri olarak bilinen müzlerin) annesi olan tanrıçanın adı da Mnemosyne’dir (Wikipedia/Mnemosyne).

Romanı, başta ‘yazar’ olmak üzere roman kişilerinin, çağrışım yüklü anı ve imgelerin birbirine karıldığı belleklerinden süzdükleri olaylarla öreceklerini de sezdirmektedir,  Mnemosyne adı (veya lakabı). Nitekim sayfalar birbirini kovaladıkça, Sarı Kehribar’ın hatırlama-bellek üzerine kurulan bir roman olduğu enikonu ayırt edilir. Zihnin saydam duvarlarıyla çevrili yuvarlak bir odada, ‘yazar’ın etrafında halkalanmış gibidir roman kişileri.  Ellerindeki aynayı ‘yazar’a doğru tutarak onu yansıtırlar, her biri kendi açısından. Bazen dolayımsız, bazen ailesinin hikâyesini dillendirerek. Hafızalarının eskimeyen kapılarını aralayarak okuru içeri davet ederler. Tabii, zaman zaman aynayı diğer roman kişilerine ve kendilerine doğru çevirdikleri de olur…  (Yoksa ‘yazar’ kendisini, ailesini ve yakın çevresini onlara mı anlattırıyor demeli?!) Ayrıca onlarla arasında geçen diyaloglar sayesinde ‘yazar’ın da anlatımı diğer roman karakterleriyle paylaştığını gözden kaçırmamalı…

Yukarıda da bahsedildiği gibi polisiye romanlara özgü bir düğümle başlayan romanda soru üzerine soru sorularak cevaplar aranmaktadır kazanın sebebi üzerine. Olasılıklar zinciri genişledikçe mitolojiyle politika iç içe geçmekte, güncel komplo teorileri durumu daha da girift bir hale sokmaktadır. Bu arada, Platon gündeme getirilerek felsefe de katılmaktadır işin içine.  Platon’un Devlet adlı eserinin Timaios Diyalogları bölümünde değinilen kayıp ada Atlantis’in Kıbrıs açıklarında olabileceği üzerine bir rapor yazmıştır çünkü Aris. Görüldüğü gibi mitoloji bu şekilde bir kez daha çıkar okurun karşısına. Yalnız tam bu noktada, işlerin kızıştığı, Kıbrıs’ın güneyinde Akdeniz’in mavi sularının kaynamaya başladığı gündeme getirilir çok geçmeden. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti peşi sıra münhasır ekonomik alan anlaşmaları imzalamaktadır Mısır, Suriye, Lübnan gibi bölge ülkeleriyle. Diğer yandan da İsrail’le petrolle doğalgaz çıkarılması için teknik görüşmeler yürütülmektedir.  Bölgede yer alan ve hiç de küçümsenemeyecek kadar cüsseli yegâne ülkenin, Türkiye’nin, tabloda yer almadığı aşikârdır.
Aris, hastaneden taburcu olur olmaz yanında yazar arkadaşının İskenderiyeli Ermeni komşularının kızı, çocukluk arkadaşı Rachel olduğu halde Lefkoşa’nın Türk kesimine geçer, arabayla. ‘Yazar’ arkadaşlarının ona annesinden kalan evde olabileceği ihtimalidir onları bu yolculuğa iten. Yolculuk esnasında hem tasvir hem de mukayese ederler Lefkoşa’nın her iki kesimini. Bir yanda oldukça düzenli küçük bir Avrupa kenti imajını veren Kıbrıslı Rumların yaşadığı Güney Lefkoşa ki orada kaldırımların yanı sıra uzanan bisiklet yolları bile vardır; diğer taraftansa, bırakın arabalar için park yerini, yayaların yürüyebileceği doğru dürüst kaldırımların bile bulunmadığı Lefkoşa’nın Türk kesimi. “Lefkoşa’nın mimarisi devam etse de, bir sihirbaz, Türk kesimini başka bir zamana üfürmüş(…) Buralarda oturan yaşlılarla ne zaman konuşsak, ağızbirliği etmişçesine, “Biz eskiden medeniydik” deyişleri aklıma geldi (s.43). Yaşın, doğup büyüdüğü kentin de sosyal yaşamı, mimari dokusu ve sahne olduğu tarihi-politik gelişmelerle romana izlek olacağının ilk sinyallerini verir böylece. Başka bir ifadeyle, eserin, kronolojik bir zaman düzleminde ve hep aynı istikamette devam etmeyeceğini hissettirir.

Aris ve Rachel’ın, ‘yazar’ın -annesinden kalma- evine varması romanın başlıca dönüşüm noktasına gelindiğini imler. Zili çalarlar, ‘yazar’ arkadaşları onları (okurla birlikte) içeri buyur eder. ‘İçeri’ sözcüğünü sadece somut mekânla değil, aynı zamanda metafizikle de ilişkilendirmek gerekecektir. Çünkü burası ölmüş sakinlerinin ruhlarının içinde yaşamaya devam ettiği, tarihin durduğu bir müze evi çağrıştırır. Evdeki eşyalar ve iç dekoru oluşturan malzemeler  neredeyse bir asır öncesinin zevkine ışık tutmaktadır. Bazı nesneler eprimiş ve solgun, bazılarıysa eski olmalarına rağmen oldukça bakımlı ve yeni gibi durmaktadır. Evde, kimin bu dünyadan kimin öteki dünyadan olduğu pek net değildir; boyutlar arası dolaşımı serbesttir bilinçlerin. Evin içi betimlenmeye başlar başlamaz biçimde ve biçemde değişiklikler ortaya çıkar. Mesela, fotoğraflar girer romana. ilk fotoğrafta okura gülümsediklerine tanık oluruz, ‘üç kızkardeş’in. Ardından yemek tarifleri, kart postallar, nakış-dikiş örnekleri vb. belgeler sergilenir, yeri geldikçe. Hepsi de ‘üç kızkardeş’in hatırasını canlı tutar.

 

*Yukarıdaki yazı Evrensel Kültür dergisinin Mayıs 2016 tarihinde yayımlanmıştır.
Kaynakça
Ashcroft, Bill, Gareth Griffiths ve Helen Tiffin. The Empire Writes Back(4. basım). New York: Routledge, 1993.
Ecevit, Yıldız. Orhan Pamuk'u Okumak Kafası Karışmış Okur ve Modern Roman. İstanbul: İletişim Yayınları, 2004.
Kundera, Milan. Lois Oppenheim. ile “Yazarların değil, romanların cinsiyeti.”. Notos (2014): 71-75.
Miller, Henry. «Yazma Üzerine Düşünceler.» Notos 52 (2015): 76-82.
Nayır, Yaşar Nabi. «Uzun Şiir - Destan Şiir.» Şiir Sanatı. Dü. Yaşar Nabi Nayır ve Salih Bolat. İstanbul: Varlık Yayınları, 2004. 368-369.
Wikipedia/Mnemosyne. 23 10 2014. 21 5 2015.
Yaşın, Mehmet. Sarı Kehribar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2014.
—. Soydaşınız Balık Burcu. İstanbul: Everest Yayınları, 2007.

Bu haber toplam 2940 defa okunmuştur
Gaile 375. Sayısı

Gaile 375. Sayısı