“Hayatımda hep bir eksik parça var gibiydi... Şimdi bu eksik tamamlandı...” (2)
Mustafa Behiç, 13 Nisan 1950 tarihinde Küçük Kaymaklı’da dünyaya gelmişti. Bayraktar Ortaokulu’ndan mezun olduktan sonra mücahitliğe başlayan Mustafa Behiç, 1974’te Doğruyol çarpışmalarında Kıbrıslırum askerler tarafından öldürülmüştü… Geride sevgili eşi Ayla’yı ve üç evladını bırakmıştı... Sevim, Behiç ve Serhan, öksüz kalmışlardı... Artık bambaşka bir hayatları olacaktı – babasız büyüyecekler, anneleri büyük bir ızdırap içerisinde, annesi ve babasının yardımlarıyla evlatçıklarını yetiştirmeye çalışacaktı...
Mustafa Behiç’in oğlu Behiç, henüz 42 yaşındayken bir kalp krizi sonucu hayatını yitirecekti...
Ayla Hanım, geçen sene bir bypass ameliyatı geçirecek, İngiltere’deki oğlu Serhan’ın yanına gidecekti...
Kıbrıs’ta bir tek sevgili kızı Sevim Çemender kalacaktı Mustafa Behiç’in ve Tekke Bahçesi’ndeki kazılarda yedi kişinin defnedildiği mezardan babasının kalıntıları çıkarıldığı zaman ve DNA testleriyle bu yedi kişiden birisinin Mustafa Behiç olduğu anlaşılınca, cenazeyi defin işlemini de o üstlenecekti...
Bu güzel yürekli, savaşın babasını alıp götürmesi nedeniyle büyük bir travma yaşamış olan kadın, babasına yaraşır bir cenaze töreni yapmayı, en nihayet onu huzur içinde yatacağı kabre defnetmeyi üstlenecekti...
Sevim Çemender, babasının yedi kişilik mezardan çıkarılmış olan kemiklerini görmeye de gidecekti... En son yedi yaşındayken görmüştü babasını ve şimdi babasından geride kalanlarla veda etme zamanı gelmişti...
“Hep eksik bir şey oldu hayatımda” diyecekti bana, babasıyla bu veda ve o defin töreni, bu eksikliğin bir yerde giderilmesi anlamına gelecekti...
Babasına 48 yıl sonra veda etti, onu başından öptü... Kurşunların girdiği kemiklerine dokunup babasının neler hissetmiş olduğunu hissetmeye çalıştı...
Bu güzel kadın cenaze törenine iki kızı ve damadıyla geldi... Babasını gururla, onurla defnetti... Biz de, hepimiz de yanında durduk, acısını paylaştık... Mustafa Behiç’e hepimiz çiçeklerimizle veda ettik... Kızgın Kıbrıs güneşi altında onu Boğaz Şehitliği’ne defnettik 28 Mayıs 2022’de...
Ardından bir süre sonra Sevim Çemender’le buluşup duygularını aktardığı bir röportaj yaptık...
Mustafa Behiç’in sevgili kızı Sevim Çemender’le röportajımız şöyle:
Sevim Çemender, kızları ve damadıyla babasının Boğaz Şehitliği'ndeki kabri başında...
SORU: Kaç yaşındasın Sevim Hanım?
SEVİM ÇEMENDER: Ben 55 yaşındayım… 1974’te yedi yaşındaydım… Yedi yaşımdayken babamı kaybettim. 48 yıl sonra, “Yeniden buldum” mu diyeyim, gururla hüzünü bir arada yaşadım...
SORU: Cenazedeydim zaten... Gördüm bunu...
SEVİM ÇEMENDER: Evet... Yani içim huzurludur, onun da bir mezarı oldu, gideceğimiz bir kabri oldu. O da huzura erdi diye düşünürüm. Bir huzursuzluk vardı benim içimde, demek ki buymuş...
SORU: Üç kardeştiniz...
SEVİM ÇEMENDER: Evet, üç kardeştik. Bir kardeşimi 42 yaşında kaybettim, kalp krizi sonucu. İsmi Behiç idi... Önce ben dünyaya geldim, sonra Behiç, sonra Serhan. Babam şehit olduğunda ben 7, Behiç 4, Serhan da 2 yaşındaydı...
SORU: Yani sen hatırlan babanı...
SEVİM ÇEMENDER: Hayal meyal hatırlarım.
SORU: Neyini hatırlan en çok?
SEVİM ÇEMENDER: Neyini hatırlarım? Ben babamı hep asker kıyafetleri içinde gördüm... Her gün bir askeri otobüs gelip babamı alıp götürürdü – babam hep askeri kıyafetleriynandı... Yani sivil nasıl hatırlayabilirim? Pikniğe, denize gittiğimizi hatırlarım biraz. Bize ne kadar düşkün olduğunu hatırlarım. Hep yanımızdaydı...
Limasol taraflarında bir yerlere giderdik sanırım, yanlış hatırlamazsam. Mağusa tarafında denize giderdik... Hayal meyal ailece denize gittiğimizi, denizde olduğumuzu hatırlarım. O güzel anıcıkları hep böyle parça parça hatırlarım.
1 Ocak doğumlu olduğum için beni okula yazdıramadılardı, çok ağlamıştım o gün... Beni okula yazdırmaya götürmüştü. “Tamam” dedi babam, “sen üzülme, ben seni bir okula yazdıracayım...”
Ayşegül Anaokulu’na yazdırdıydı beni babam, hiç unutmam.
Sanırım bu, Lefkoşa’nın içinde bir yerdeydi... Tam mahallenin adını bilmiyorum ama Lefkoşa’nın içindeydi.
SORU: Annenizin adı nedir?
SEVİM ÇEMENDER: Annemin adı Ayla...
SORU: Anneniz İngiltere’dedir...
SEVİM ÇEMENDER: Evet. Kardeşimle İngiltere’dedir. Orada yaşar...
SORU: 1974’te anneniz kaç yaşındaydı?
SEVİM ÇEMENDER: Annem, babamdan bir yaş büyüktü. Babam 23’saydı, annem da 24 yaşındaydı. Yani küçük evlendiler. 16-17 yaşında evlendilerdi. Annem Sindeli’ydi aslında ama Lefkoşa’da yaşadı hep.
SORU: Babanız Kaymaklı’daydı ama galiba babası Vasilyalı’ydı...
SEVİM ÇEMENDER: Evet. Babaannem Turunçlulu’ydu (Stroncilolu). Lefkoşa’da yaşadık biz daha çok, ben öyle hatırlarım. Babam da Kaymaklı’daydı en son...
SORU: İşte babanız, eşim Zeki Erkut’un ilkokuldan, ortaokuldan arkadaşıydı... Beraberdiler... Ben gece eve getirdiğim zaman sayfanın prova baskısını ve onu gördüğü zaman canyoldaşım, babanızın resmini görünca şoke oldu... Çünkü bilmiyordu... Bilmiyordu çünkü 1970’te o üniversiteye gittiydi okumaya – o da beşbuçuk sene mücahitlik yaptıydı 14.5 yaşından itibaren. 70’te Türkiye’ye gitti, 74’te burada değildi... 78’de kesin dönüş yaptığı için bilmiyordu babanızın savaşta öldürüldüğünü... Bilmediği için babanızın resmini görünce çok şoke oldu o akşam... Kaymaklı’da beraberdiler...
SEVİM ÇEMENDER: Kaymaklı İlkokulu’nda ve ortaokulda evet...
SORU: Anneniz ondan sonra nasıl hayatta kalabildiydi üç çocuknan?
SEVİM ÇEMENDER: Ben o zamanlar çok iyi idrak edemezdim yani... Evimize hep böyle gelip ağlayan insanlar, niçin ağlarlar, neden ağlarlar diye düşünürdüm. Annem çok perişan olduydu. Annemi hatırlarım, saçlarını çektiğinde elinde kalırdı saçları, o kadar etkilendiydi, o kadar bir üzüntü yaşadı... Dedem-nenem inanmazdı, gelecek diye düşünürdü. Amcam araştırırdı, yok şehit olmadı, gelecek, bir yerlerden çıkacak gelecek...
Babam yaşar diye düşünürdüm ben de, çıkarken bu insanlar niçin başımı okşar çıkar diye düşünürdüm, neden başımı okşayıp çıktı – yani böyle farklı duygular içindeydim, hiç anlayamadıydım o zaman.
Babamı henüz kaybettik... Bir gece öncesinde ağlamışım, “Babam, babam” diye.
Bilmiyorum, içime mi doğduydu, olayın gecesi miydi... Bilmiyorum.
Ama 48 sene sonrasında çok daha farklı yaşadım.
Zaten hayatım boyunca mutlu günlerde bile buruk geçirirdim ben, hep eksikti bir yanımız... Yani anlatılmayacak birşeydir gerçekten.
SORU: Annenize kim yardım ettiydi?
SEVİM ÇEMENDER: Anneannem ve dedem yanındaydı... Biz zaten hep beraber kalırdık. Daha sonra annem Yenişehir’den ev aldı... Anneannem hayatta değildir – o büyüttü beni, dedem-nenem büyüttü. Dedemin adı Behiç. Anneme şehit maaşı bağladılardı, çalışmazdı. Kurayla bir ev seçtim ben, bir numara, Yenişehir’den 1 numara, anneme çıkan oydu 74’ten sonra... Oraya yerleşti. Nenem-dedem tabii ki yanlarında, ona destek oldu. Daha sonra evlilik yaptı annem, bir kardeşim da ondan oldu, Engin.
SORU: Hangi sene evlendiydi?
SEVİM ÇEMENDER: 74’ten 4-5 sene sonra sanırım...
SORU: Ne zaman gitti anneniz İngiltere’ye?
SEVİM ÇEMENDER: İki kardeşim gittiydi, daha çok onlar kalırdı, annem ara ara giderdi. Son geçen yaz bypass ameliyatı geçirdi annem – bende kalırdı. Ondan sonra kardeşimin yanına gitti. Şimdi oradadır... Gelmesi de zordu çok. Yoksa cenaze için gelmek isterdi tabii ki... Kardeşim de annemi bırakıp gelemezdi. En çok orada bulunamayan, vefat ettiği için orada olmayan kardeşim için üzüldüm. O gün bir da onun üzüntüsünü yaşadım... “Keşke” dedim, “Behiç hayatta olaydı... Göreydi, yanımda olaydı...” İçim çok ezikti o yönden.
SORU: Sizin iki çocuğunuz var...
SEVİM ÇEMENDER: İki kızım var benim.
SORU: Onlara hiç dedelerini anlatır mıydınız küçükken?
SEVİM ÇEMENDER: Tabii ki... Şöyle bir şanssızlıkları var kızlarımın, iki tarafta da dede yok – biri 63’te şehit oldu, biri 74’te şehit oldu. Hiç dede görmediler... Hani böyle arkadaşlarının dedeleri olduğu zaman birazcık böyle onların da ezik olduğunu hissederdim, hani “Bizim dedemiz yok mu?”
Kabre gittik, mezara gittik... İşte dedelerinin orada olduğunu, savaşta şehit olduğunu hep anlattık. Onun bilincindeydiler ama onlar da bu eksikliği bizim gibi yaşamışlardır. İki taraftan da hiç dede görmediler, dedenin ne olduğunu bilmezler.
SORU: Diğer dedelerinin adı neydi?
SEVİM ÇEMENDER: Diğer dedelerinin adı Muzaffer Selim’di. 1963 Kaymaklı şehidi idi. Gürsel Benan’ın babasıydı, Kaymaklı’da şehit oldu.
Ben hayatım boyunca bir baba eksikliğini hep içimde yaşadım... En mutlu anımı bile hep buruk geçirdim. Tabii ki hiçbir zaman savaş güzel bir şey değildir. Kimse savaş yaşamasın, hiçbir ülke, hiçbir insan... Hiçbir anne evladını yitirmesin... Hiçbir eş, hiçbir çocuk babasız, eşsiz, annesiz kalmasın çünkü anlatılamayacak şekilde büyük yaralar, anlatılamayacak şekilde büyük travmalar yaşar insan, psikolojik olarak yaşadığım da çok büyük bir travmaydı babamı o şekilde görmek... Ama iyi ki görmüşüm, iyi ki girmişim, o şekilde olsun babamı görmüşüm...
Tekke Bahçesi’ndeki kazıdan sonra DNA’sı eşleştikten sonra babamın kemikleri dizildi ve onu görmeye gittim. Kurşun yaralarına dokundum, onları hisseder gibi oldum. Çoklu kurşun yarasıyla nasıl vurulduğunu, nasıl şehit olduğunu bana anlattılar. Kemiciklerine dokundum. Ne bileyim, başından öptüm yani ben babamı... Ona bir sarıldım, bir helallik aldım... Huzur içinde yatacağına inandım. En azından bir kefenciği oldu, kefensiz yatırdı gerçekten benim babam, altı-yedi kişiynan... Biz başka bir şehidin mezarına giderdik, o mezarın üzerinde babamın adı yazılıydı fakat orada gömülü olan meğer babam değilmiş. Bu mezar, Dikmen’e giderken Lefkoşa Mezarlığı içerisindeki şehitlikteydi. Helal olsun tabii ki ona da dualarımız... Dualarımız tabii ki babama giderdi ama şimdi bir kabri var, Boğaz Şehitliği’ne gömdük çünkü benim babam Boğaz-Doğruyol’da şehit oldu... Oraya defnettik güzel bir törenle. Yani yıllar önce yapamadığımı, son görevim gibi düşündüm. Şimdi yaptım. Evet, içim buruktu, kardeşlerim yoktu, annem yoktu yanımda, biri yoktu yanımda – sevdiklerimiz yanımızdaydı, şimdi rahata, huzura kavuştuğuna inandım.
Hayatımda, içimde eksik bir parça var gibiydi, inanın hep bunu yaşardım... Şimdi bu eksik parça sanki tamamlandı... Ve bunun huzuru içindeyim ben, gerçekten. Ve çocuklarım da bunu gördü, iki kızım da törendeydi - çocuklarım da dedelerinin törenini gördüler, belki birlikte birşeyler yaşayamadılar, paylaşamadılar belki anılarını, keşke paylaşaydılar... Son görevimizi yapmak, bu şekilde bu töreni yapmak, bir onur, bir gururla, evet içimiz kan ağlayarak, içimiz o günkü acıyı yaşayarak babacığıma güzel bir törenle bir son görev yaptık. Bunun da huzuru var yani içimde. Diyeceğim bu yani...