1. YAZARLAR

  2. Serhat İncirli

  3. Hayatımın en mutlu günlerinden birini yeniden yaşamak...
Serhat İncirli

Serhat İncirli

Hayatımın en mutlu günlerinden birini yeniden yaşamak...

A+A-

Savaş yani 1974’teki o zor günler bitmişti veya ateşkes henüz başlamıştı...

Türk askerleri, Gemikonağı’nı az geçtikten sonra, Bağlıköy’e dönülen yola kadar ilerlemiş, durmuştu... Daha sonra ise bugünkü Yedidalga’nın beş kilometre dağ istikametindeki Ömerli köyüne kadar gitmişlerdi...

-*-*-

Babam ve en küçük dayım Limasol’da esirdi...

Biz de çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve saklanan bazı gençler 21 Temmuz’dan Ağustos’un 16’sına kadar Gaziveren’de esir tutulmuştuk...

Sonra 16 Ağustos 1974’te kurtarılmıştık...

-*-*-

Babamın köyü Yeşilırmak...

O köy “düşmemişti”...

Yani Rumlar Yeşilırmak’a girememişti...

-*-*-

Nenem, dedem, halalarım, amcam oradaydı...

Ve Yeşilırmaklılar, köylerine kadar gelmeyen Türk askeri ile kendileri yürüyerek “bütünleşmişti”...

Bu köyde her yıl 5 Eylül tarihinde bu yüzden “kurtuluş” ya da “kurtarılma” günü değil, “bütünleşme günü” kutlanır...

-*-*-

Tam tarihi hatırlamam ama amcam Fadıl İncirli, dayısının oğlu ve silah arkadaşı Melih Kusella ile birlikte Yeşilırmak’tan Gaziveren’e gelip, babamın ve bizlerin sağ olup olmadıklarımızı kontrol etmek isteyecekti.

Babamın esir olduğunu öğrenince bizi de alıp Yeşilırmak köyüne götürdü...

-*-*-

O günlerde tam 7 yaşındaydım...

Bir gün amcam bize bir şey demeden veya demişse bile ben bilmeden; bizi alıp, Lefke’ye götürdü...

Lefke’de şu anda polis karakolu olarak kullanılan bina, yanılmıyorsam sancaktarlık falandı...

Annem, ablam ve ben, amcamla birlikte merdivenleri çıktık.

Bir odaya girdik.

-*-*-

O odada, bir kaç üniformalı subay yanında, üzerleri başları toz içinde, sakalları uzamış üç kişi vardı ve bu üç kişiden birine öyle bir sarılmıştık ki; hiç unutamadım...

Belki de hayatımın en mutlu günlerinden biriydi...

Sonrasında, babam da esir kampından döndüğünde aynı sarılmayı bir daha yaşadığımı hatırlarım...

Ve benzer bir mutluluğu...

-*-*-

Haaa Lefke’de sarılıp bırakmak istemediğimiz adam kim miydi?

En büyük dayım, annemin abisi Erol Teralı’ydı...

Neden mi üstü başı toz içindeydi?

Dayımı asla sakallı görmeyen biriydim sonra da hiç görmedim...

Hep çok temiz, çok şık giyinen bir kişiydi...

Neyse, taaaa Tera’dan Lefke’ye, dağlardan, monobadilerden yürüyerek gelmişlerdi... Tozlu topraklı, yırtık pırtık kıyafetler bu yüzdendi...

-*-*-

Kıbrıs’ın coğrafyasını bilenler, bahsettiğim güzergahı ve mesafeyi çok iyi bilir...

-*-*-

Erol Teralı’yı elbette öğrencileri de çok iyi tanır...

Bu ülkenin, gerçekten çok seçkin bir İngilizce öğretmeniydi...

Ama Erol Teralı’yı, TMT’ciler de çok iyi bilir...

Haaa bu ülkede şu anda ahkam kesen ve gofdorozluk taslayan cehalet eminim bilmez...

-*-*-

Uzun uzadıya anlatacak değilim...

Bugün sizlerden, “yürekten inanarak” dua isteyeceğim...

Hangi dinden olursanız olun...

Ateist bile olsanız, lütfen dua edin...

-*-*-

Dayım 85 yaşında...

10 Mart’ta 86 olacak...

Geçtiğimiz Çarşamba sabahı bir rahatsızlık geçirdi...

YDÜ Hastanesi’nde ameliyata aldılar...

Bu satırları okurken, iyileşip uyanmasını bekliyor olacağız...

-*-*-

1974’ün o bilinmeyen, korku dolu günlerinde Baf’tan Lefke’ye yürüyerek geldiğin gibi; yine gel be dayı...

Bu ülkeyi çok ama çok seven, en küçük bir karşılık beklemeksizin, en zor görevleri en iyi şekilde yapan senin gibi güzel insanımız çok az kaldı be dayı...

-*-*-

Tekrar ediyorum; Tera’dan Lefke’ye yürüyerek geldin sen...

Kalk, bir daha gel, bir daha çok mutlu et bizi...

Sevgimiz, dualarımız seninle...

Lütfen kalk... 


 

Bize de mi lo lo lo!

Başbakan Faiz Sucuoğlu TAK Ajansı’na konuştu ve neler yapmak istediklerini anlattı...

Bir yabancı, yani mesela bir Türkiyeli bu haberi okuduğunda, “... vay be, bravo adama” diyebilir...

Çünkü, vaatleri, sözleri, planları, hayalleri gerçekten çok aşırı umut verici...

Ama bana biraz, hatta birazın da ötesinde “atış” gibi geldi...

-*-*-

İki konuya değinmek istiyorum...

Birincisi, Başbakan’ın şu sözleri:

“... Ülkede şu veya bu nedenden dolayı ihmal edilmiş, ötelenmiş çok şey var. Kucağımızda bulduğumuz gerçek durum hiç iç açıcı değil… Ateşten değil lavdan bir gömlek giydik, bunun bilincindeyiz…”

-*-*-

Bu sözleri okuyan sanır ki, ülkeyi uzaylılar yönetiyordu; bırakıp kaçtılar ve Faiz bey pırıl peril, yepiz yeni elemanlarla enfes bir taze hükümet kurdu!

Yani sizce böyle bir durum mu var?

Tek yeni bakan Oğuzhan Hasipoğlu ki o da “yeni vekil” değil…

Abi, Allah aşkına, kabinedeki arkadaşları ver Steven Spielberg’e, sana dört tane daha Jurasic Park çeksin!

Nasıl kucağınızda buldunuz ki?

Zaten kucağınızda değil miydi?

Tam kadro sahadasınız...

Sorry ama kucağınızda bulduğunuz lavların daha önce farkında değilseydiniz; bir şey diyemeyeceğim.

-*-*-

İkinci konu ise yüksek öğrenim meselesi…

Başbakan, yüksek öğrenimde kaliteyi artırmanın bir zorunluluk olduğunu vurguladı. 
Ülkedeki üniversitelerin bazılarının ciddi bir kalite yakaladığını, ancak bir kısmının maalesef sıkıntılı olduğuna işaret eden Sucuoğlu, bunların eğitim kalitesi anlamında belli bir noktaya taşınması gerektiğini söyledi.

-*-*-

Bu sözlerin, KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil’in bir YÖDAK üyesinin parayla uluslararası iki dergide 450’den fazla makale yayınlattığı iddiasıyla aynı günlere denk gelmesi şaşırtıcı değil mi?

-*-*-

Başbakan bu konuda ne mi yapmalı?

Vallahi da billahi da gerekirse Rus ordusundan yardım isteyip, o YÖDAK’ı resmen işgal etmeli!

Hesabını sormalı!

Yasal her hakkını kullanmalı!

Çünkü balığın baştan kokması bir yana, YÖDAK’ta tuz da kokmuştur!

Aynı YÖDAK’ın usulsüz ve yolsuz diploma verdiğini iddia ettiği üniversitenin bir yönetim kurulu üyesi kabinede bakandı ve yeniden bakan olması için Ankara’nın devrede olduğu iddiaları, mide bulandırma ötesidir…

Üzgünüm!

Ama öyle!

-*-*-

Dediğim gibi, Türkçe okuyup anlayabilen bir yabancı bahse konu TAK haberini okusa, “vay be, helal olsun” der ama biz de mi lo lo lo!


download-4.jpg

Ne güzel bir sergi... Kıbrıslı Rumlar, “Kıbrıs kahvehane kültürününve Kıbrıs Kahvesi’nin, sosyal yaşantımızdaki rolünü” anlatan bir sergiyi, Larnaka’da sanat severlerin beğenisine sunuyor... Kıbrıs Kahvesi... Ne de güzel koymuşlar adını... Turkish ya da Greek değil, “Cyprus coffee...”... 16 Mart – 16 nisan arası sergi gezilebilecek... Daha önce aynı sergi Limasol’da da açılmıştı... Bu arada belirtelim, “Kıbrıs kahvesi”; ortak yaşantımızın en ortak içeceklerinin en başında gelir... Sade, orta... Sketto, metrio... Şekerlisi de var... Ve biz “kaymak” deriz en üstteki kremalı tabakaya, Rumlar “kaimaki”... 

Bu yazı toplam 4947 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar