Hayatımızın Kabusu Şiddet
Hayatımızın Kabusu Şiddet
Nur Yeliz Gülcan
[email protected]
Şiddet, günümüz toplumsal yaşamında sıkça karşılaştığımız bir kavramdır. Bugün medyada hangi televizyon kanalını açarsanız açın mutlaka bir şekilde şiddetle ilgili bir konuya rastlarsınız. Şiddet geniş kapsamlı bir kelimedir ve genellikle yapılmaması gereken şey olarak nitelenmektedir. En genel anlamıyla şiddet, kişinin bir başka kişiye zarar vermesi olarak tanımlanabilir. Bu zarar verme davranışı içinde yaralama, vurma gibi fiziksel boyutun yanında aşağılama, tehdit etme gibi psikolojik bir boyut da yer almaktadır. Ancak şiddet tanımlarına baktığımızda genelde fiziksel zor kullanma ile şiddet özdeşleştirilmiş durumdadır. Fiziksel şiddet bedende uygulanırken, psikolojik şiddetin ise ruha yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Yalanlar, tehditler, beyin yıkamalar v.b tarz şiddet eylemleri psikolojik şiddet olarak nitelenebilir. Psikolojik şiddetin etkileri daha ağır olmasına rağmen, bu çoğu zaman şiddet olarak görülmemektedir. Galtung, fiziksel ve psikolojik şiddetin yanında bir de yapısal şiddetten söz eder. Yapısal şiddet, toplumsal yapı içerisinde güçlerin eşitsiz dağılımı sonucunda ortaya çıkmaktadır. Toplum içerisinde insanlar arasındaki sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, şiddeti tetiklemektedir. Bu bağlamda şiddetin ortaya çıkmasında en temel faktörün yoksulluk olduğu düşünülebilir.
İnsanların kendi türlerine karşı neden şiddet uyguladıkları oldukça tartışılmış ve bununla ilgili olarak çeşitli kuramlar öne sürülmüştür. Şiddetin nedenlerini tek bir başlık altında toplamak neredeyse imkansızdır, çünkü şiddetin çeşitli nedenleri vardır. Ancak şiddetin nedenlerini ailevi nedenler, bireysel nedenler ve çevresel ya da toplumsal nedenler olmak üzere belki üç temel başlık altında toplayabiliriz. Kimilerine göre şiddet insana içgüdüseldir, kimilerine göre ise şiddet öğrenme sonucu oluşur. Yani şiddet biyolojik ve sosyal boyut olmak üzere iki farklı boyutta ele alınıp, tartışılabilir. Biyolojik açıklamalara göre, saldırganlık doğuştandır ve içgüdüseldir. Dolayısıyla şiddet, insan doğasının bir parçasıdır. Şiddetin insan doğasının bir parçası olduğunu ileri süren bu biyolojik savlardan, insan davranışlarındaki saldırganlığın temellerini hayvan davranışlarıyla kıyaslayarak açıklamaya çalışan etolojik kuram daha makul görülmektedir. Sosyolojik ve psikolojik kuramlara göre ise şiddet öğrenmeye dayanır.
Özellikle çocuklar gözlem yoluyla şiddeti öğrenirler, ebeveynlerini taklit ederler. Eşini ve çocuğunu döven bir babanın çocuğuna iyi bir model olamayacağı açıktır. Psikolojik açıdan bakarsak, saldırgan davranma eğilimi yaşamın ilk dönemlerinde gelişir ve sabit bir davranış örüntüsü halini alır. Toplumda erkekler kızlara göre daha saldırgan yetiştirilir. İnsan ihtiyaçları farklıdır ve amaçlarına göre belirlenirler. Buradan da şiddetin çeşitli yollardan belirlenebileceğini söyleyebiliriz. Cinsiyet, engellenme, kışkırtma, alkol, bastırılmış duyguların ortaya çıkması, fiziksel çevre (sıcaklık, kalabalık), kültürel varyasyon vb. etkiler şiddeti tetikleyen faktörlerdir. İnsanlarda içgüdüsel olarak kendini savunma mekanizması vardır, bu da etkiye tepki verme şeklinde kendini gösterir.
Görsel medyada şiddet içerikli filmler şiddet eylemlerini körüklemektedir. İnsanlar gördüklerinin aynısını yapmaya kalkışmaktadırlar. Şiddet içeren bilgisayar oyunları ile de şiddet zararsız bir eylem olarak görünmektedir. Çizgi filmlerde bile şiddet içerikli eylemlerle karşılaşmaktayız. Bu tür şeyleri izlemek de insandaki mevcut saldırganlığı arttırmaktadır. Ayrıca şiddet sahneleri, şiddetin sonuçlarına karşı insanları duyarsızlaştırmaktadır. Bununla ilgili olarak çeşitli çalışmalar yapılmış ve televizyonla şiddet arasında doğrudan bir ilişki olduğu ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak hepimiz şiddetle kuşatılmış bir ortamda yaşıyoruz. Gazeteler, televizyon vb. vasıtasıyla sürekli şiddet içeren olaylara tanıklık ediyoruz. Toplumdaki şiddet artışı doğrudan ya da dolaylı olarak insanları etkilemektedir. İnsanlar korku içerisinde yaşamaya başlamakta ve güvensizlik artmaktadır. Bundan dolayı da insanlar kendilerini korumak amacıyla savunma sporlarını öğrenmek, silah taşımak vb. çeşitli önlemler almaya başlamışlardır. Bütün bunların sonucunda da daha çok insan şiddet eylemlerine karışmaya başlamış ve toplumsal ilişkiler de kopma noktasına gelmiştir.
Cevaplanması gereken en önemli soru, şiddetin toplumda nasıl azaltılabileceği sorusudur. Bunun için de şiddetin altında yatan nedenlerin araştırılması ve bu faktörlerin en aza indirgenmesi veya ortadan kaldırılması gereklidir. Mesela, şiddet içeren davranışları normalleştirmemek gerekir. “Çocuktur yapar” ya da “anne-babadır döver” şeklinde şiddeti normalleştirecek yaklaşımlardan kaçınılmalıdır. Çocuklar da daha barışçıl yetiştirilebilir, bu konuda da özellikle ailelere önemli görevler düşmektedir. Bu durumda çoğu insan “söylediğimi yap, yaptığımı yapma” gibi yanlış bir sözle kendilerini savunmaya çalışırlar, ancak bunun bir geçerliliği yoktur.
Şiddetin içgüdüsel mi yoksa öğrenilmiş bir davranış mı olduğunu net olarak söyleyemeyiz. Hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da kendini koruma içgüdüsü ağır basmaktadır. Toplumsal alan dışında yaşayan, mesela ıssız bir adada tek başına yaşayan bir insan kendisine karşı bir saldırıda bulunulduğunda kendini korumak için şiddete başvuracaktır. Buradaki ilkel insanın davranışının öğrenme sonucu olmadığı, içgüdüsel olduğu açıktır. Ancak, günümüz toplumsal yaşamında karşılaştığımız şiddet eylemlerinin içgüdüsel olmaktan ziyade öğrenmeye dayalı olduğu ileri sürülebilir. Eğer şiddeti öğrenilmiş bir davranış olarak kabul edersek şunu söyleyebiliriz: İnsanlar nasıl şiddeti öğrenmişlerse, aynı şekilde şiddetten uzak durmayı da öğrenebilirler. Şiddetsiz bir dünyada yaşamak bütün insanların hakkıdır.