HAYIR
İnsanın kendi sınırlarını olabildiğince aşmaya çalıştığı bir çağ bu. Hep böyle olmamış mı zaten diyeceksiniz. Keşiflere çıkmış insan, düşünceyi, hayatın olanaklarını zorlamış tarih boyunca. Bugün insanlık tarihinin geldiği aşamada bir çoğulluk talebinin en üst boyutlarındayız. Birer ölümlü olarak hayatı yürüdüğümüz bu evrende bir anda pek çok yerde olmayı zorluyor, pek çok kimliği kendimizde taşımaya, kendimizden pek çok insan yapmaya çalışıyoruz. Dünyanın bir de sanal olanını yaratmışız ve dolanıp duruyoruz oralarda. Kim bilir bizim hayatlarımız bittikten sonra yaşanacak zamanlarda neler olacak? Düşünmek bile ürkütücü geliyor.
Bir arkeolojik kazı alanında dolaşırken insanın içinde bir ürperti olur ya… Bizden önceki hayatların, insanlığın geçmişinin izlerini sürmenin ürpertisidir bu. Geçmişin zaman eğrisinde geleceğe doğru yürürken bir yerde bunun biteceğini, yokluğa karışacağımızı biliriz. Herkes geçip gitmiştir dünyadan ve bizim için de benzer bir son söz konusudur. Kalacak olan hatıramızdır. Aile ve ulus biraz da bunun için vardır. Aile ve ulusa verilen esas görev hatıra taşıyıcısı olmaktır. Bu yüzden pek çok insan bu birimlere yatırım yapar. Aile ve ulus içinde ortak özel ve kamusal alan ve ortak dil vardır çünkü.
Günümüz dünyasına bakarsak bunun çoktan aşılmış olduğunu görürüz. Aile ve ulus birer güvenlik alanı oluşturdukları kadar birer hapishanedirler aynı zamanda. Ulus Devletler antagonizm ve yıkım getirmiş, farklılıkta birlik projeleri buna çözüm olarak görülmüştür. Dünya büyük bir köye dönüşmüş, küresellik yerelliğin tek renkli sıkıcılığına karşı bir cazibe alanı oluşturmuştur. Aidiyet bütün bir dünya ile kurulabilmektedir artık.
Böylesi bir dünya içinde Hitler’den devralınmış tek millet, tek dil söylemi, ötekiler ve biz dikotomisi, düşmanlık retoriği nereye kadar karşılık bulabilir?
Bugün dünyada olup biten biraz da insanlığın bunca kazanımına, özgürlüklerin artışına karşı bir anti tezin direnişe geçip devralması sanki. Kadınlar açısından hiç bu kadar iyi bir noktaya gelinmemiş, çevre ve barış mücadelesi hiç bu kadar yükselmemiş, LGBT hakları hiç bu düzeye ulaşmamıştı.
Bu yükseliş karşıtını ve tepkiyi tetiklediği için böylesi kazanımların söz konusu olduğu bir dünyada ırkçı ve maço liderler, faşist partilerin yükselişi, savaş ve kıyım ile karşı karşıyayız belki de.
İnsanlık durumlarını tek bir boyutta okumak yanlış kuşkusuz ki. Bugünü kuran sayısız faktör, sayısız boyut var. Onların içlerinden biri de bu diye düşünüyorum.
Siz bu yazıyı okurken Türkiye’de referandum oylaması için sandığa gidiliyor olacak ve akşama sonucu göreceğiz. Bu sonuç Kıbrıs’ı da bir biçimde etkileyecek.
Eski eşimden dolayı Türk vatandaşlığım olduğu için ben de gidip “Hayır” diyeceğim. Bir haftadır İstanbul’dayım ve eşitsizliği, adaletsizliği, her türlü aymazlığı gözlemliyorum. Tüm dileğim Pazar gecesi bir sevinç yaşayabilmek. Yazıyı yazmakta olduğum şu anda bir olasılık olarak duruyor bu.
Sonuç ne olursa olsun hayattı güzelleştirmek için çalışanlar dünyanın aydınlık yanına mücadeleleriyle imzalarını atmış olacaklardır. Sevinç birlikte kutlanacak, yas birlikte yaşanacaktır. Adaletsiz bir yarışın kaybedenleri gerçekten kaybetmiş sayılmazlar.
Hayatın içinde sevinç de var keder de, zafer de yenilgi de… Kavafis’i hatırlayacak olursak İthake’ye ulaşmaktan çok İthake’ye yolculukta yaşanandır önemli olan.
Umarım güzel bir bahar olur bu. Savaş çığırtkanlığı yerine barış, nefret yerine sevgi, yalan yerine hakikat kazanır.
Her ne olursa olsun referandum süreci bunca karanlık içinde bir aktivizm iyimserliği bir miktar değişim umudu getirebildi. Ortak kaygıları taşıyanları bir platformda buluşturabildi.
Belki pırıl pırıl güneşli bir gün olacak yarın; belki de kasvet basacak barış ve adalet için çalışan cepheyi… Ne olursa olsun bu zulme itiraz etmiş olanların mücadelesi insanlık tarihine bir övünç olarak yazılacak.