1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Hayır demek ‘anayasa olduğu gibi kalsın’ demektir”
“Hayır demek ‘anayasa olduğu gibi kalsın’ demektir”

“Hayır demek ‘anayasa olduğu gibi kalsın’ demektir”

“‘Evet’ demek, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine ‘hayır’ demek anlamı taşımaz, veya geçici 10’uncu maddeyi onaylamak anlamına gelmez... ‘Hayır’ demek ‘mevcut anayasa olduğu gibi kalsın’ demektir”

A+A-

Ödül Aşık ÜLKER

 

CTP Milletvekili Ömer Kalyoncu, anayasa değişikliklerine “evet” demenin geçici 10’uncu maddeyi onaylamak anlamına gelmediğini vurguladı.

   Kalyoncu, anayasa değişikliklerinde “evet” demenin geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine “hayır” demek anlamı taşımadığını, referandumda anayasa değişikliklerine “hayır” demenin “mevcut anayasa olduğu gibi kalsın” demek olduğunu söyledi.
  

Kalyoncu, “Parlamentoda güçler dengesi bellidir. Bu güçler dengesi hilafına ‘ille de ben geçici 10’uncu maddeyi şu anda değiştireceğim’ derseniz değiştirme olanağına sahip olduğunuz diğer maddeleri de değiştiremezsiniz” dedi.

   “Bu anayasa en sonunda değişecek. 1985’de %70 oyla kabul edilen bu anayasa şimdi belki de daha fazla oyla değiştirilecek. Bu biraz geç olmuş bir durumdur ama yine de olumludur. Bütün partilerin bu konuya bir şekilde katkısı vardır” diyen Kalyoncu, yapılacak değişikliklerin önemli değişiklikler olduğunu kaydetti.

• Soru: Yerel seçim yaklaşıyor, CTP-BG’nin çalışmalar nasıl gidiyor? CTP-BG en hazır parti olduğunu söylüyor her zaman, siz nasıl görüyorsunuz?
• Kalyoncu:
Tabi ki hazır bir parti ama önceden hazır olmak sürecin başlamasıyla birlikte her şeyin hazır bir biçimde yürüyeceği anlamına gelmez. Seçmenleri çeşitli güdüler yönlendirir. Belediyeler hizmet alanıdır ve doğrudan demokrasinin uygulanacağı yerlerdir ve bu hizmeti alabilmek için insanlar seçim yaparlar. Partilerin gücü var, zaman zaman o tarafa, zaman zaman bu tarafa gelen, orta yerde bulunan seçmenler de var. Bu süreç içerisinde bu seçmenlerin güdülerini doğru tespit etmek lazım. Hazırlıklar genellikle bunları kapsamaz, bunlar seçim süreci içinde, kamuoyu yoklamaları veya gözlemlerle belirlenir. Bunları doğru tespit ettiğiniz takdirde seçimden olumlu bir netice almanız mümkündür. Bunun için her partinin önemli bir maddi güce ihtiyacı vardır, bu dönemler partililerin, yurttaşların ellerini ceplerine attığı dönemlerdir. Partililerin motive edilip, insanlarla birebir görüşmelerini sağlamak gerekir ki olumlu bir sonuç elde edilsin. Bazen istekler yerine getirilebilecek isteklerdir, bazen yerine getirilemeyecek... Bunları ahlaki açıdan ayırmak ve ona göre tavır almak gerekir. Eğer ahlaki noktalara dikkat etmezseniz bir süre sonra “ben ne yaptım” deyip sıkıntıya düşersiniz. Buna dikkat etmeyen partiler de var, belli bir kesim yurttaş da buna göre şekillenir. Bu da işin zorluğudur. CTP-BG’nin çalışmaları iyi gidiyor. Daha çok sayıda belediyede CTPli adaylar göreve gelecek. Ama tabi ki, bundan önce olduğu gibi, CTP’li olmaları onların hizmette tarafsız olmalarını engellemeyecek. Belediyeler gitgide daha çok dikkat edilmesi gereken organlar haline geliyor. Çünkü insanların günlük yaşamına daha çok etkide bulunmaya başlıyorlar. Dolayısıyla bunların yönetimi de önümüzdeki dönemde farklılaşabilir. Yani yasal bir takım değişikliklerin gündeme gelmesi ihtimali vardır. Bunun için de herkesin kafa kafaya verip, kavga etmeden, birlik bütünlük içinde bu geleceği planlaması gerekir.


“Anayasa en sonunda değişecek”

• Soru: Anayasadaki değişikliklerin referanduma sunulacağı kesinleşti. Ancak öncesinde sıkıntılı bir dönem geçirildi, önceleri ses çıkmamasını, sonradan parlamalar olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sonradan anlaşıldı, konsensusa varıldı...
• Kalyoncu
: Bunları detayına karıştırmak ve görüş söylemek şu anda doğru olmaz. Çünkü bir birlik bütünlük sağlanmıştır bu konuda. Bu anayasa en sonunda değişecek. 1985’de %70 oyla kabul edilen bu anayasa şimdi belki de daha fazla oyla değiştirilecek. Bu biraz geç olmuş bir durumdur ama yine de olumludur. Bütün partilerin bu konuya bir şekilde katkısı vardır. Geçmiş dönemde de anayasanın değiştirilmesi için bir çaba ortaya kondu. Biz CTP olarak, geçmişte bu anayasaya “hayır” diyen bir parti olarak, biz hükümette olalım ya da olmayalım, değişiklik istemlerine her zaman el uzattık. Bu defa biz aynısını bekledik, sonunda oldu. Bu durumdan memnunuz. Bir parti hükümetteyken birşeyi öneriyorsa ve muhaleffetteyken o önerdiği şeye karşı çıkıyorsa bunun önce nedenleri araştırılmalı, orta yerde sadece siyasi bir neden varsa bence vatandaşın buna tepki koyması, partilerin de kendi kendilerini düzeltmeleri gerekir. İlk başlardaki sarsıntı biraz da bundan kaynaklandı ama aşıldı.

• Soru: Değişiklikleri nasıl buldunuz, yeterli mi sizce?
• Kalyoncu:
Yeterli değil tabi ama üzerinde çalışma sözü bütün partiler tarafından verilmiştir. Öncelikle kişi hak ve özgürlüklerinin sınırlarının genişletilmesi, çocuk hakları önemli. Çevre önemli, çevre günümüzde gittikçe daha da önemli hale gelecek. Nüfus büyüyor, ekonomik ihtiyaçları artıyor, bundan dolayı çevre tahribatı da artıyor. Dolayısıyla çevrenin tahribatına çok dikkat etmek lazım, kızılderililerin deyimiyle “çevre  çocuklarımızın bize mirasıdır” ve onu korumamız lazım. Siyasi partilerden ayrılacak milletvekilleriyle ilgili bir konu, daha çok hak arama ve yargıda reforma yol açacak anayasal değişiklikler gündeme gelenler. Bu açıdan önemli değişiklikler... Şeffaflık açısından yani sayıştay, ombudsman gibi konularda değişiklikler yapılmıştır ki bunlar da önemlidir. Birisi çıkıp, “nedir bu değişiklikler, yüze payas değişiklikler” dediğinde biraz da ciddiyetini kavramamış demektir.

“Geçici 10’uncu madde gündeme gelmedi”

• Soru: Bazı kesimler yeterli olmadığı için “hayır” denmesi gerektiği yönünde açıklamalar yapıyor. Özellikle geçici 10’uncu maddeden dolayı “hayır” diyeceklerini söylüyorlar ve evet demenin geçici 10’uncu maddenin onaylanması anlamına geleceği şeklinde yaklaşımlar da var.
• Kalyoncu:
Alakası yok, geçici 10’uncu madde gündeme gelmedi ki. Çünkü siyasi partilerin duruşları belliydi, dolayısıyla gündeme alınmadı. DP ile UBP buna “hayır” diyeceklerini önceden beyan ettiler. Bu konu gündeme gelmedi. Bu konuınun gündeme gelmediği bir noktada buna “evet” demek, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine “hayır” demek anlamı taşımaz, veya geçici 10’uncu maddeyi onaylamak anlamına gelmez. Bu tutum bazı şeyleri birbirine karıştırmak ve sonunda “bu anayasa değişmesin” demekle eş anlamlıdır. “Hayır” demek “mevcut anayasa olduğu gibi kalsın” demektir. Bu anayasaya “hayır” diyen ve şu anda yaşayan tek parti CTP’dir. Dolayısıyla CTP’nin değiştirmek için yıllardır uğraş verdiği ve değiştirmek istediği bu anayasa ile ilgili olarak birilerinin “siz aslında yüze payas değişiklikler yapıyorsunuz” demesi biraz tuhaftır. Parlamentoda güçler dengesi bellidir. Bu güçler dengesi hilafına “ille de ben geçici 10’uncu maddeyi şu anda değiştireceğim” derseniz değiştirme olanağına sahip olduğunuz diğer maddeleri de değiştiremezsiniz. Bu defa anayasa olduğu gibi kalsın noktasına ulaşmış olursunuz ki bu da ayrı bit tutuculuk anlamına gelir, ters bir mantıktır. Öyle birşey yapmış olsaydık, belki de aynı çevreler “bak uzlaşmadılar ve değişebilecekleri yerleri de değiştirmediler” gibi bir argümanla önümüze çıkacaklardı. Onun için ben bu tavrın çok da ciddiye alınması gerektiğine inanmıyorum. Doğru bir tavır değil, kendileri de anlayacaklar “hayır” demekle ne yapmış olacaklarını. Biz 1985’te bu anayasaya “hayır” dediğimiz noktadan itibaren partimiz büyüdü. Buna öykünmüş olabilirler ama aynı şey değil. O zaman cuntanın çocuğuydu bu anayasa, şimdi ise daha demokatik hale getirilmeye çalışılan bir anayasa söz konusudur. Bu değişikliğe “hayır” demek onları büyütmez, küçültür. Onun için çok dikkatli olmaları lazım. Kaldı ki CTP’yi o dönemde büyüten şeylerin biri budur ama diğeri örgütlü çalışmaya verdiği önemdi. Aynı zamanda CTP’nin o dönemde uyguladığı politika şuydu, “bizim hedefimiz demokrasinin önüne engel olarak çıkanlara karşı durmak, Kıbrıs sorununun çözümünün önünün tıkanmamasını sağlamak”. Memleketin bütün sol değerlerini ve halkın çıkarlarını savunan bütün demokrasi güçlerinin sözcüsü pozisyonundaydık. Şimdi olduğu gibi o zaman da hiçbirini dışlamıyorduk. Barıştan yana, sosyal adaletten yana olan, Kıbrıs sorununun çözümünden yana olan, görüşü farklı da olsa hiçbir kesimi dışlayıp, onların başına birşey gelmesini de istemeyiz, bu bizim kabullenebileceğimiz birşey olmaz.  Böyle bir politika güttüğümüz için biz o zaman büyüdük.

“DP-UG eklektik bir yapıdır”

• Soru: Hükümetin durumu nasıl? DP’nin zaman zaman iniş çıkışları oluyor, yerel seçimler sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimine doğru DP’den başka milletvekillerinin de istifa edebileceği konuşuluyor. Bu hükümeti de sıkıntıya sokar. DP’nin hükümet ortağı olarak duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Kalyoncu:
Kuruluş aşamasıyla ilgili herkes zamanında söyleyeceğini söyledi, dolayısıyla ona dönmenin bir anlamı yok. Ama doğruya doğru, DP-UG seçim sürecinde oluşmuş bir parti konumundadır. Dolayısıyla biraz da eklektik bir yapıdır. Yani tümü beraber çalışmış bir ekip değil. Ekip olma konusunda çabaları ve sıkıntıları var, bu nedenden dolayı zaman zaman problemleri oluyor. Bu işin başka dürtücüleri de var mı diye sorarsanız o yönde söylentiler var. Ateş olmayan yerden sürekli duman çıkmaz. Bazen duman çıkar gibi görünür, sonra gerçek ortaya çıkar ve duman çıkmadığı anlaşılır. Şimdi sürekli bir duman çıkıyor ve bir dürtücünün olduğu da sürekli söyleniyor. Bu nedenle zaman içinde herhalde yerine oturur diye düşünüyorum ve şimdiden kehanette bulunmak da istemem. Zamana bırakacağız. DP’nin ben hükümetten ayrılmak isteyebileceğini sanmıyorum. Çok kritik bir noktada, belki öyle birşey muhtemeldir. Yani Kıbrıs sorununda önemli gelişme yaşanan bir dönemde mesela. Ama Serdar Bey’in Annan Planı dönemindeki tavrı, bana sorarsanız, bulunduğu çizgiye ve kimin oğlu olduğuna da baktığınızda takdire şayan bir duruş oldu. En azından işlerin önünü tıkayacak biçimde hareket etmedi. Hükümette uyumsuzluk gibi şeyler zaman zaman olabilir, bazen milletvekillerinden kaynaklanan, bazen partilerin tutumundan kaynaklanan... Bunları aşma konusunda gayret sarfediliyor. Yerel seçimlerin sonuçları da önemli, bunun hükümet düzenine nasıl etki edeceğini de göreceğiz. Bana hükümet seçimden sonra da devam edecek gibi görünüyor.

• Soru: Cumhurbaşkanlığı seçimi de hükümet için tehlike yaratmaz mı?
• Kalyoncu:
Öyle sanırım.

• Soru: Dürtenler kim?
• Kalyoncu
: Herkes tarafından bilinir. UBP’nin bölünmesine sebep olan kim ve kimlerdir? Ona baktığımız zaman dürtücülerin kim olduğunu rahat bir şekilde görebiliriz.

“Mecliste bir düzen disiplin oluşmuş gibi”

• Soru: Meclisin performansı nasıl?
• Kalyoncu:
Mecliste önemli olan düzen ve disiplinin yani kurallara uygun bir biçimde hareketin devamlılığını sağlamaktır. Biz hükümette olduğumuz her dönemde, milletvekilli grubumuzda oldukça disiplinli hareket ettik, geçmişte de öyleydi, şimdi de öyledir. Diğer gruplara da örnek teşkil eder miyiz? Evet. İşler iyi gidiyor diye düşünüyorum. Olması gerekenler sadece bunlar mıydı? Tabi ki değil. Önemli yasalar geliyor geçiyor, bazen zorlayarak, arada bir siyasi oyunlar da oynanıyor. İktidarda olan parti, muhalefette olan parti bir arada yasa önerisi de sunabiliyor. Bu tür şeyleri de görüyoruz. Bir şekilde sıkıntılar aşılıyor ve genel anlamda bir düzen disiplin oluşmuş gibi duruyor. Meclis oturumları düzenli toplanıyor, yasalar geçiriliyor, komiteler sürekli toplanıyor. İyi bir çalışma düzeni var, daha da iyi olması gerekir. Milletvekillerinin tümünün komite çalışmalarına istikrarlı bir biçimde katılması gerekir. Henüz ona ulaşmış değiliz. Daha çok belli milletvekillerinin üzerinde yük var.

“Çözüme en çok ihtiyacı olan biziz”

• Soru: Kıbrıs sorununa da bakarsak, müzakereler devam ediyor, gidişatı nasıl görüyorsunuz?
• Kalyoncu:
Sayın Talat’ın bizzat bu işe hakim olması nedeniyle süreç farklı bir biçimde yürüyordu, Rum tarafını zorlaya zorlaya, bastıra bastıra, sürükleyerek önemli mesafeler katedildi. Şimdi yapılan konuşmalar da o dönemde alınmış mesafeler üzerindendir, hala daha masada onlar konuşuluyor. Aslında barışa ve çözüme en çok ihtiyacı olan biziz. İstikrara ve çözüme herkesin ihtiyacı var ama en çok bizim ihtiyacımız var. Bu nedenle bunu istemek, zorlamak bize düşüyor. Bu süreçte tabi ki bir al-ver yaşanması lazım. Kudret Bey de al-vere geçilmesi lazım diyor ama tabi ben daha o aşamaya gelindiğine inanmıyorum. Keşke o noktaya gelinmiş olsaydı. Rum tarafı ayak sürüyor, geçmişte de ayak sürüyordu, şimdi de ayak sürüyor. Onun ayak sürümesini engellemek ve AB’nin, BM’nin Rumların ayak sürüdüğünü görebilmesi için atak olmak, doğru politikalar üretmek bize düşen görevdir. Sadece “Rum tarafı ayak sürüyor” demek ve böyle bir tespitte bulunmak ne AB’yi, ne BM’yi ne de Güvenlik Konseyi üyelerini ikna etmez. Şimdi yapılan biraz budur. Sayın Eroğlu “Rum tarafı ayak sürüyor” diyor, peki siz ne yapıyorsunuz ayak sürümesine karşı? Bana sorarsanız Rumların da çözüme ihtiyacı var, ama en çok bizim var. Bölgede hidrokarbon yatakları var, İsrail buldu, Rum tarafının da bulduğu söyleniyor, ama henüz verimliliğinin düzeyi belli değil, bir açıklama yok. Ama bölgeye aniden Amerikan Başkan Yardımcısı gelebiliyor. Bu bölgede önemli bazı şeylerin olduğunun göstergesidir. “Önemli enerji yatakları vardır, onun için ABD’nin ilgisini çekiyor” deniyor. Olabilir. Biz bundan yararlanmalıyız. Hem payımızı almalıyız, kendi çıkarlarımızı korumalıyız, hem de dünyada ihtiyacı olanlara bunu ucuz bir şekilde sunmalıyız. Bu işten yararlanmalıyız, bunun için Kıbrıs sorununun çözümü gerekir. Bundan daha önemli ekonomik motive edici birşey ne olabilir ki? Üstelik de Kıbrıs sorununun çözümünün mali ihtiyaçlarını buradan giderme olanağımız da var.

“Cumhurbaşkanı ne elde etmek istiyor?”

   Bir ortak metin tartışması yaşandı. Mecliste “Bu ortak metin ihtiyaçlarımızı karşılamaz ama evet”, “itirazlarımız var ama evet” diyen iki parti var, biri DP, biri UBP. Bu konuyla ilgili kürsüye çıktım ve sordum, “nesine karşısınız, hangi cümlesine karşısınız”. Yok öyle birşey, bu metin Kıbrıs Türkü’nün, bölge insanlarının itiraz edebileceği, Kıbrıslı Türkler’e, KKTC yurttaşlarına ters düşecek bir cümle bulabilmek mümkün değildir. Çok güzel bir metindir. Bu metin ortaya çıktığında gazetenin birinde “en son bizim haberimiz oldu” “cumhurbaşkanlığının haberi oldu” diye bir başlık çıktı. Eğer durum buysa bu vahim birşeydir. Öte yandan sağda solda “Kudret Bey benim haberim olmadan atandı” ifadelerini duyuyoruz, böyle iddialar var. bunlar vahim şeylerdir. O makamda oturan bir kişinin bunları telaffuz ediyor olması, bu başlıkları attırıyor olması çok vahim birşeydir. Bence bulunduğu makamı doldurup doldurmadığı tartışılır. Biz politikanın içindeyiz, bunu her yerde duyuyoruz. Bu iddialara bir set çekmesi lazım. Cumhurbaşkanı’nın atak olması lazım. Barışı, anlaşmayı gerçekten istiyor olması ve bunu göstermesi lazım. Cumhurbaşkanı bir gün öyle, bir gün böyle konuşuyor. Ne elde etmek istiyor? Şu andaki durum gerçekten iyi mi? Eğer iyiyseydi, başbakanken neden Türkiye ile yapılan protokolü “ben imzalamadım” demişti. Durum meydanda. Eğer o hoşuna gitmiyorsa Kıbrıs sorununun çözümünü daha çok istiyor olması lazım. Ama ne o, ne o...

“Vizyon yok, öngörü yok”

   Kesilmiş, dünyaca tanınmamış bu alanın içerisinde bu halkı yönetme iddiasında olmak artık çağdaşlık değil. Önemli olan bu halkı dünya ile bütünleştirmek ve öyle yönetebilme becerisini gösterebilmektir. Önemli olan halkın önünü açmaktır. Yoksa sizin yöneticiliğinizin önünü açmak değil. Hem halkın önünü açacaksınız, ileriye götüreceksiniz, hem de siz yönetme konusunda hırslıysanız ve illaki siz yönetmek istiyorsanız önünü açarak yönetmeye talip olacaksınız. Yoksa geri bıraktırarak, kapalı bir toplum düzeninde idare etmek çok büyük bir ustalık değil. Vizyon yok, öngörü yok, toplumu geliştirme perspektifi yok, bölgeye sunacağı herhangi bir katkı yok. Sen KKTC’nin Cumhurbaşkanı olmuşsun ama bu bölgede güven ve istikrarı sağlama konusunda herhangi bir vizyonun veya katkın yoksa neye hizmet ediyorsun ki bu çağda. Onun için Kıbrıs sorununda önemli olan proaktif, atak politika yürütülmesidir. Tabi ki bunu yürütürken KKTC yurttaşlarının çıkarlarını koruyacaksınız, o da sizin ustalığınız.

“Koruyamayabilirim diye çözüm istemem”, bu ustalık değil ki. Ustalık hem korumak, hem önünü açmak, hem halkınıza, hem de bölgeye hizmet etmektir. Bu çağda yurttaşın politikacından beklediği budur. Kıbrıs konusunda çok iyi bir yönetim olduğunu söylemek mümkün değil. Gönül arzu eder ki önümüzdeki dönemde daha farklı bir politika o makamda egemen olsun ve Kıbrıs Türk halkının, KKTC yurttaşlarının güvenliği, ekonomik çıkarları ve özgürlüğü korunarak ileriye götürülsün.

Bu haber toplam 2570 defa okunmuştur