Hayranlık ve Mucize
Hayranlık ve Mucize
Gözdem ARIKAN
[email protected]
Düşünmeye başladığım yıllardan beridir hep anlamak istediğim bir şeydi hayranlık. Anlık veya sonsuz, kişilere, olaylara karşı ya da öznesiz bir hayran oluş. Şu anki nefes alışınıza hayran olmak gibi. Yani bir çeşit mucizeye tanıklık etmek ve buna hayranlık duymak. Bir çeşit var olmanın hakkını vermek de denilebilir bu duyguya.
Bir sonbahar ayında, ayak uçlarınıza kırmızı yapraklı bir ağaçtan bağımsızlığını kazanmış, bir nevi yeniden geri dönmek için toprağa oturmuş ya da yerine daha tazeleri gelsin diye bulunduğu dalı terk etmiş bir yaprakla karşı karşıya gelmişsinizdir mesela. Yaprağın kızıllığı, kıvrımları, gölgeleri... O anda yaprağın bu dünyaya, bu evrene ait oluşuna tanıklık edersiniz. Onun varlığının doğruluğu içinize işler. İşte bence bu hayranlıktır. O varlığın kusursuz evrensel aidiyeti, içtenliği, saydamlığı ve kendince oluşu en dolaysız yoldan ve mucizevi varoluşuna şahit olmak bir hayranlık yaratır benim görüşümce.
Bu mucizevi varoluşa hayranlık, karşınızda size bildiğini, inandığını içten ve doğrudan anlatmaya çalışan bir insanı dinlerken deneyimleyebildiğiniz gibi, müziğini yüreğinden yapan bir müzisyene kulak verirken, en içeriden koparak yazılmış kağıda dökülmüş bir şiiri okuyarak, onun dünya üzerinde daha önce var olmuş ve var olan bir hissiyattan yansımasına tanık olurken ya da işinde iyi bir şefin yaptığı yemek damağınızdaki tüm tat dokularını coştururken de hissedilebilir. Bu durumda bu hayranlığın kaynağında, evrensel bir içtenlik ya da bir gücün, bir varoluşun yansımasına tanıklık olduğunu düşünebiliriz. Bu yansıma genelde bir üretimle, yaratıcılıkla sonlanabilir.
Bizlerin tanık olduğu ve buna bağlı olarak hayranlık duyduğu bu mucize varoluşu yarattığı en saf ve gerçek üründür. Bu ürün bir düşünce, bir söz ve bir melodi olabileceği gibi, insani varoluşumuz ya da bir ağacın yaprağı da olabilir. Varoluşun hayranlık uyandırmasındaki gerçek sebep, mucizevi varoluşun kaynağının aklın alamayacağı bir belirsizlikte yatmasıdır. Sadece tüm varlıkların birlikte hissedebileceği bir bütünlükte yaşanılabilen bir gerçeklik-akıl almaz bir varoluşun akılla çarpışmasıdır hayranlık uyandıran.
Mucizevi varoluşu çok da uzaklarda aramamak gerekir. Şu anda bunu okuyor olabilmeniz, kalbinizin atıyor olması, nefes alıp verişiniz, yarattığımız bu dille beni anladığınız, hak verdiğiniz ya da karşı çıktığınız, kısacası hissedebiliyor olmanızın gerçekliği karşısında bir hayranlık duymamak da işten değil. Şu an bu dünya, bu galaksi ve evren içerisindeki varoluşunuzu bir hissedin. Çevresine bağlı bir evrimin mucizevi yaratılışı olduğunuzun farkına varın. Böyle bir tutum yaşadığınız her andan mutluluk duymanıza da yardımcı olabilir. Şu an bulunduğunuz yerde varlığınızı sürdürüyorsunuz ve bu belki bilimsel, akılcı yollarla, teorilerle anlatılabilir olsa da, varoluşun verdiği mucizevi gerçekliğe tanık olmak, varoluşa hayran olmak yaşanabilecek en doğrudan duygulardan biridir. Peki hangi anlarda bu hayranlık duygumuz çoğalır?
Sağlıklı olan hayranlığın bizimle sürekli olması mıdır yoksa sadece belirli anlarda karşılaştığımız duru yaratımlara karşı hissettiğimiz bir duygu mudur varlığın mucizesine hayranlık? Saf varlığın duru güzelliğini her gün ve her anda yaşayabilmek, daimi bir şekilde onun farkında olmak mümkün müdür? Zen Budizm, bu soruya daimi bir hayranlığın genel tutum olmasının ve hakikati en doğrudan yaşamak için tüm yargı ve düşüncelerden kurtulmamız gerektiği şeklinde cevap verebilir. Zen Budizm'in takipçileri, zazen ( Zen Budizm'de meditasyon) için oturduklarında gelmeye çalıştıkları nokta, var olmanın doğasını mutlak, yargıdan, düşünceden, fikirden ve cümlelerden arınmış bir biçimde görebilmek ve gördükleri bu mutlak, doğrudan gerçekliği sadece meditasyon süresince değil, daha geniş bir zaman dilimine yayıp evreni ve doğayı olduğu gibi, aklın oyunlarından yoksun bir şekilde algılamaktır.
Zihinden arınmış bir farkındalık, bizi var olmanın mucizevi gerçekliğiyle karşı karşıya bırakır ve gördüğümüz veya hissettiğimiz dolaysız bir hayranlık duygusuna dönüşür. Fakat sorun şudur ki, içinde yaşadığımız 21. Yüzyılda, bizler için bu evreni dolaysız deneyimleme durumu çok derinde saklanmış gözükmektedir. Çünkü kurduğumuz benliklerimiz, tüm deneyimlerimizi filtreden geçirir ve aklımızla isimlendirip yargılar. Belki de aklın bu katmanlı hâli, bizi sürekli bir şekilde var olmanın hakkını verebilmekten ve her andaki varoluşsal mucizeyi katıksız bir şekilde deneyimlemekten alıkoyar. Yine de zihnin sınırlarının içinde yaşadığımız hayranlığın dünya için evrimsel bazda bir değeri olduğu da (talihli veya talihsiz olduğunun yargısı sizlere kalmış) bir gerçekliktir.
Varoluşsal mucizeyi, en katıksız hâlde yaşamak belki de yeni doğan bir bebek için mümkündür. Yeni doğanın bilgilerle şekillenmemiş zihni her şey olmaya hazırdır. Bakışlarında, duyduğu sese verdiği tepkide, bir şeylerin tadına ilk kez baktığında vesaire, yüzünde oluşan şaşkın bir bakış vardır. Onun zihni gerçekliği herhangi bir zihin filtresi eklemeden algılamaya açıktır. İlk deneyimleri tamamen hiçbir bağlantıyla eşleşemez ve doğrudan, olduğu gibi algılanır.
Bizler zaman içinde bu katıksız algımızı kaybeder, gördüğümüz her şeyi olağan ve sıradan varsayarız.
Var oluyor oluşumuz bile olağan gelir. Halbuki şu an bu yazıyı okuyabiliyor olmanız, bunu yazabiliyor olmak bile eşsiz bir mucizevi yaratılışın, bir evrimin (belki de kendi içinde kusurlu) üründür. Bu mucizevi varoluş bağlamında bizi bir ağaçtan, bir çiçekten ayıran nedir ki ? Sahip olduğumuz mantığımız, ben ve benliklerimiz bizi aslonan doğamızdan sürekli ayırıp, var olmanın mucizevi güzelliğine karşı duyulması gereken hayranlık duygusuna kör ve sağır bırakıyor.
Belki de bizlerin en büyük kusuru, bu mucizeye duyulan hayranlık yerine, zaman içinde yarattığımız benliğimizin ve aklımızın var olmanın mucizesinin üzerinde hakimiyet sağlamasına izin verip, kendi aklımızın kölesi haline gelmiş olmamızdır. Zihnimiz, özümüz nefes alıp etrafının tadını çıkaramıyordur belki. Pek çok mutsuzluğun, monoton hayat içinde özümüzde var olan gerçeği duru bir biçimde algılama kapasitemizi kaybediyor olmamızın sebebi de bu olabilir, aklımızın özümüzün üzerini örtmesi...
Böyle bir durumda, zihnimizin var oluşun mucizesine ve buna duymamız gereken hayranlığına karşı üstünlüğünü kabullenip hayatlarımıza devam mı etmeliyiz, yoksa bu sorunu çözüp, daha hafif ve içten, doğrudan bir hayat yaşamak mümkün müdür? Az önce bahsettiğim gibi bir Zen rahibinin bu soruya cevabı, düzenli ve güçlü meditasyon sonucu olarak varılan sürekli bir doğrudan algı seviyesine (yeniden) ulaşabileceği yolunda olabilir.
İnsanlari tüm din, dil, ırk ve sınıf gibi sistemlerden arındırmayı savunan düşünür Krishnamurti, değişme, ben ve benlikten kurtulma konusunda en önemli adımın, "ben" sorununa gözlemleyici bir şekilde, dışarıdan bakıp bizi yaşadığımız mucizevi anların hakkını vermek, ona hayranlık duymamızdan alıkoyan tüm sorunlarını ele alıp onları iyice anlamamızdan yanadır. Düşünceden arınmış bir şekilde ben ve benlikten kurtulmanın önündeki en büyük engelin düşünme ve düşünceyle birlikte gelen hafızanın yarattığı çalkantıları durultmaktır.
Zihni ve onun sorunlarını anlamanın en etkin yolu zihni dingin bir hâle getirip, düşünceden yoksun bir şekilde algılamaktır. Bunu günlük yaşantımızdaki mucizeleri algılayamamıza yorumlarsak, çıkaracağımız ders şudur ki; düşüncelerimiz eğer bize engel oluyorsa, onu aşmak için zihnimizdeki dalgalanmaları durdurup, olayları ve olguları doğrudan algılamamız gerektiği olabilir. Bu da en iyi kendi kabuğumuzdan çıkıp yaşadıklarımıza objektif, herhangi bir düşünce içerisinde olmadan bakıp algıladığımız zamanlarda gerçekleşebilir.
Kendimizin farkında olduğumuz anda, etrafımızdaki her şeyin de yeniden farkında olabiliriz. Bir gezegenin üzerinde yaşadığımızın, ayaklarımızın altındaki dünyanın kaydığının, bu dünyanın üzerinde bizden başka canlıların da var olduğunun, bizden başka gezegenlerin, galaksilerin, ışık yıllarının... İçimize sığamayacak tüm varoluşlara hayranlık duygumuzu yeniden kazanabilir, andaki mucizeyi hissedebiliriz. Yeter ki akıldan yoksun, kirletilmemiş ve her şeye duru bir açıklığımız, farkındalığımız hemen hemen her daim bizimle olsun.