Haysiyet
Geçtiğimiz hafta yayınlanan Müdahalenin İstihbarat Raporu, Kıbrıs Türk demokrasisinin ve siyasetinin içinde bulunduğu durumun izahı açısından oldukça önemli bir belge. Raporu okuduğumuzda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ‘alt yönetim’ kurgusunun nasıl sağlandığını, nasıl yapılandırıldığını görüyoruz.
Tarihi bir belgedir, çünkü, bundan önce çok da kayıt altına alınmayan müdahale girişimlerini açıkça içermektedir. Raporda görüşü olan kişiler, kendilerine yapılan tehdit, baskı ve şantajları açıkça anlatmış, Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesinin nasıl çiğnendiğini ortaya koymuştur.
Müdahaleyi yapan kişilerin tavır ve söylemlerinin, siyasi veya idari yöneticilerin karşılıklı görüş aktarımının ötesinde, tek yanlı, saldırgan ve düşmanca olduğunu okuduk.
1973 yılında CTP Genel Başkanı Ahmet Mithat Berberoğlu’nu Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çekilmesi için, dönemin TC Büyükelçisi ve Bayraktarın kendisine söyledikleri ile buradaki ifadeler arasında hiçbir fark yok ! Sevgili Sami’nin (Özuslu) “Ankara’ya Kafa Tutan Adam” kitabı sadece 1973’ü değil, bugünü de anlatıyor aslında.
1973 öncesi yaşanan siyasi cinayetlerin, provokasyonların bizim için unutulmaz olduğu gerçeğini de tekrar not ederek, 1973-2021 arası geçen yarım yüzyıllık zaman diliminde, bu toprakların birincil sorununun kendi kendini yönetme olduğu, bu çerçevede ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmenin bu siyasal sürece paralel hareket etmesi gerektiği, ancak Kıbrıslı Türkler siyasi kurumlarını, kendileri yönetecek şekilde yeniden düzenlemeden, bunu hedef olarak siyasi ajandasına koymadan ve Türkiye ile ilişkilerini yeniden tanımlamadan, ne bir adım atabiliriz, ne de bir adımlık yol alabiliriz.
Hükümette her kim olursa olsun, Türkiye, Lefkoşa’nın verdiği kararlara saygı duyup, buradaki idari, sosyal ve kültürel ilişkilerine mesafe koymak durumundadır. Kardeşlik hukuku bunu gerektirir.
Lefkoşa ise, Türkiye’nin kaynaklarını sömürmeye dayalı bir ekonomik ilişkiden ve akıldan süratle vazgeçmelidir. Bu işin mimarı olan UBP’nin kendi başına bu yaklaşımdan asla çıkmayacağını bilerek bu vurguyu yapıyorum. Yine Ankara’daki yönetimin de var olan ilişkiden şikayetçi olmadığı aşikardır. Ekonomik Protokollerin, alt yönetim ilişkisini yeniden üretme aracından başka bir şey olmadığı açıktır. Ancak tüm bu sürdürülemez durum ve ilişkilerin karşılıklı ciddi yaralar açtığı, devam ederse daha da açacağı aşikardır.
Karşılıklı güven veren yapıcı ve akılcı, siyasi ve ekonomik yaklaşımların kurgulanması kaçınılmazdır. Başka yazılarda, bu konuya yine döneriz.
Tüm bu çerçevede Raporun çok daha geniş bir ölçekte kurgulanması ve toplumun tamamına yayılacak bir yayın politikası ile sunulması gerektiğini ve hazırlanış süreci ile teknik boyutu hakkındaki anlamsız tartışmaların, içeriği bu denli gölgede bırakmasının kabul edilemez olduğunu ifade etmeliyim.
Ancak her şeye rağmen bu durum Raporun önemini ve değerini azaltmaz.
Rapor, tarihi bir kırılma noktasında olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor. Konu müdahale edilen ve tehdit edilenlerin kimler olduğunun ötesinde, neyi savunduğu ile ilgilidir. Kıbrıslı Türklerin siyasi kimliğini öne çıkaran, kendi kendimizi yöneteceğiz, yönetebiliriz ve Kıbrıs’ta çözüm federal temelde olmalıdır veya olabilir diyenler açıkça hedef haline getirilerek, düşman ilan edilmişlerdir.
Müdahalecilerin, Raporun dışında çok daha geniş bir kesime yönelik “girişimleri” olduğu ise kulislerin gündemindedir.
Tüm bunlar, bize bir şeyler söylemeli, bir şeyler anlatmalı ve yeniden değerlendirme yapmanın, adım atmanın zamanının geldiğini göstermelidir.
Bugün, Kıbrıslı Türk kimliği ciddi tehdit altındadır, demokrasimiz ağır darbe almış, siyasi ve ekonomik düzenimiz yerle bir edilmiştir.
Haysiyetli bir yaşam, düzen için “hayır” ve “biz yapabiliriz” demeyi bilmek ve kolektif adımlar atmak gerekir. O noktadan başlamak.
Gelin, müstehzi bir gülüşle, “Türkiye’de ne varsa Kuzey Kıbrıs’ta da o olacak" diyenlere, açıkça hayır kalsın diyerek başlayalım. Başka yolu yok !