Haysiyet sınavı
23 Nisan 1962, Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in kalleşçe öldürüldükleri tarihtir. Barış ve demokrasiyi savunup, adanın bütünlüğünü sağlama yolunda “gerçeği” ortaya çıkarmaya çalıştıkları için yok edildiler. Saygıyla selamlıyorum.
Açıktır; Kuzey Kıbrıs’ın “makûs talihini” bozma ve Kıbrıs sorunu çözülene dek (ya da kimilerine göre çözülmese de) evimizi düzeltmeliyiz iddialarına ciddi bir programla kapı açan, halkın iradesi ile şekillenmiş bir hükümet, hepimizin şaşkın bakışları altında “düşürülmüştür”. Bunun gerekçesi ve yöntemi ne olursa olsun, belirgin bir müdahale olduğu açıktır.
Hükümetten ayrılma gerekçesini topluma açıklama zahmetine bile girmeyen UBP, ülke demokrasisine büyük bir darbe vurarak, siyasetin toplumsal güvenilirliğine ve siyasetçinin değişimin öznesi olduğu gerçeğine ciddi anlamda zarar vermiş, toplumda yeni bir siyasi yara açmıştır.
Ne ilginçtir ki, örgütlü demokratik kesim, bu yaşananlar karşısında sessizliğini koruyarak, bu “sürüklenmeyi” uzaktan izlemeyi tercih etmiştir. Meselenin, bir parti ile, bir partinin ülkeyi yönetme iddiası ile ilintilendirilemeyecek kadar derin bir sosyal kriz olduğunu dile getirmemiştir.
Malumdur bu müdahale, ciddiyeti ve kararlılığıyla, Kıbrıslı Türk toplumunun toplumsal iradesini sulandırmadan, ötelemeden, dönüştürme iddiası taşıyan tarafa yapılmıştır.
KKTC’nin Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilmesi görüşü aslında ne kadar sıradan ve basit bir yaklaşımdır, değil mi? 21. yüzyılda biz hala kendi ülkemizde kendi kendimizi yönetme tartışması yapıyor, çıkış yolu arıyoruz… Bu tartışmanın özünde, ne ileri kapitalist ülkelerdeki bağımlılık ilişkisi ne ekonomik entegrasyon teorileri ne de günümüzün dünyada yaygın tartışma konularından biri yatıyor.
Bizim gerçeğimiz farklı ! Peki bizim gerçeğimiz ne?
* * *
Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemen yapı ve dış uzantıları, demokratik iradeyi yeniden düzenlemeye demokratik sisteme müdahale etmeye bugünün koşullarında dahi fütursuzca yönelebiliyorlar.
Türkiye’nin sözde demokratikleşme süreci Yeni Türkiye iddiası ile ortaya çıkarken, aslında aynı süreçte yapısal-kurumsal anlamda Eski Türkiye’yi KKTC’de korumayı tercih ettiğini biliyoruz. Bu bir siyasi tercihtir. Türkiye halklarının duygusal yanı olan Kıbrıs için herhangi bir gürültü yaratmadan “statüko”yu sürdürme eğilimi, günün sonunda Kıbrıslı Türk halkının iradesini şekillendiren demokratik düzene doğrudan müdahale etme potansiyelini canlı tuttu. Yeter ki istikrar sağlansın yeter ki “istikrarlı bir statüko” yaratılsın.
Süreç içerisinde değişen sadece müdahale biçimleri oldu !
* * *
Türkiye hükümeti ile sağlıklı ilişkiler kurmak, var olan sorunlara çare üretmek, karşılıklı saygı ile uygar düzeyde birlikte çalışmak elbette mümkündür. Olası yol haritalarını müzakere etmek ve Kıbrıslı Türk halkının ekonomik, sosyal, kültürel gelişimini gözeterek yol almak da mümkün ve gereklidir. Türkiye hükümetinin uygun bulunabilecek çeşitli projelerini örnek almak ve deneyimlemek de söz konusudur.
Nasıl ki bir KKTC hükümeti alt düzeyde de olsa, AB ile, Dünya Bankası ile temas içerisinde olup, kendi kapasitesini geliştirme yönünde proje geliştirebilirse, bunun çok daha üst düzeyini Türkiye hükümetleri ile de yapabilmelidir; önyargısız bir şekilde…Söylediğimiz de budur… Kıbrıslı Türklerin sosyo ekonomik gelişiminde, kendi toplumsal varlığını gözeten bir gelişim stratejisi için her türlü noktada bu tür temaslar yapılmalıdır ; bugün de yarın da.
Ancak bunun hayat geçebilmesi için, size tahammül edilmesi, demokratik iradenize saygı duyulması ve siyasi varlığınızın kabul edilmesi gerekir. Yapısal sorunların şekillenmesinde bu temel ön kabul olmadan saygın bir ilişki üretmek mümkün olamaz.
Bugün olmadığı gibi…
* * *
Yine, yıllarca dile getirilen, “biz eğer kendi programımızı yapmazsak birisi gelir bize program dayatır” tezi de bu bağlamda çökmüştür. Çünkü, kendi programınız, yol haritanız, demokratik kapasiteniz ve öncelikleriniz olmasına rağmen, kendi gibi düşünmeyen toplumsal aktörleri reddederek, kendine uyumlu toplumsal aktörler seçen bir anlayış ile saygın bir çalışma nasıl yürütülebilir ?
Bu müdahale doğrudan bir halkın onurunu çiğneme girişimidir. Dolayısıyla siyasi mücadelenin ana hatlarının bu bağlam da gözetilerek yeniden ve yeniden düşünülmesi elzemdir.
* * *
Eğer mesele, kurumsallaştırılmış bu çarpık düzeni sürekli yeniden üreten zihniyeti ortadan kaldırmak ise, bunun maddi temeline inmeniz gerekir. Bu çarpık zihniyeti üreten temel faktörleri görmezden gelerek, herhangi bir toplumsal zihniyet değişimi beklemek kanımca mümkün değildir.
* * *
Sonuç olarak değerlendirmem odur ki, yapılan bu müdahalenin özünde yani resmin bütününde, Kıbrıslı Türklerin kendi geleceklerini tayinine ilişkin olası gelişmeler yatmaktadır. Yani Kıbrıs sorunu… Bugün şu güncel konularda bile, bir toplumun temsilcilerine ve görüşlerine tahammül edemeyenlerin, Kıbrıs sorununda olası gelişmeleri kontrol etmek istemeyeceklerini düşünmek fazla saflık olmaz mı?
* * *
Bu yönde hassasiyet taşıyan toplumsal aktörlerin, durumun farkına varmaları için olası sonucu görmelerini veya “uyanmak” için söz konusu öngörülenlerin başlarına gelmesini beklemeleri başlı başına hazin bir durumdur…