Hedef Ankara mı olmalı?
<< Kıbrıslı Türklerin geçen yıllar içinde, kendi Anayurdunda yok edilmekte olduğu farkındalığı ve buna karşı koyma bilinci, Ankara’nın , Ada’daki kendi nüfusunun artış oranına paralel, sömürgeci siyasetlerini, Toplumsal yaşam
<< Kıbrıslı Türklerin geçen yıllar içinde, kendi Anayurdunda yok edilmekte olduğu farkındalığı ve buna karşı koyma bilinci, Ankara’nın , Ada’daki kendi nüfusunun artış oranına paralel, sömürgeci siyasetlerini, Toplumsal yaşamın her alanında, hatta son zamanlarda, Kıbrıslı Türklerin inanç dünyasına kadar varan, açıktan dayatmalarını artırması ile, zemin kazanmaktadır.>>
Mevcut uygulamalar olan tepkiyi Ankara’ya yöneltmek bir çözüm müdür?..
Ya da buradaki Türkiye Büyükelçiliği’ne isyan etmek?..
Kimilerine göre “mücadele biçimi” bu olmalı…
Kimilerine göre de kuzeydeki iktidar, UBP ve Derviş Eroğlu yönetimi hedefe alınmalıdır.
İki hedef arasında aslında çok büyük bir çizgi yok.
“Kıbrıslı Türklerin yok olma kaygıları” ve burada yaşayan Türkiye kökenlilere karşı oluşan tepkiyi konuşuyoruz.
Dün ilk bölümünü yayınladığım Londra’daki Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği Genel Sekreteri Derman Saraçoğlu’nun mektubu, bu düşünceler çerçevesinde tartışma alanları yaratıyor.
Saraçoğlu hedefe Ankara’nın konması gerektiğine inanıyor.
İşte Saraçoğlu’nun görüşleri:
Zaman zaman toplumun sendikaları, sivil toplum örgütleri aracılığı ile, doğru adrese yönelme amacıyla oluşturulmaya çalışılan inisiyatiflerin, hem sağdan hem de soldan bazı siyasal partilerce etkisiz hale getirilmek istenmelerine de tanık olunmuştur. Büyük sol partiler, bugünkü koşullarda, Kıbrıs’ın Kuzeyinde Ankara’nın vesayetinden kurtulmanın olanağı bulunmadığı inancıyla, bugün Ankara’ ya, AKP’ye karşı diklenmeyi, siyasal gelecekleri için risk olarak görmektedirler. Ancak böyle yapmakla, Kıbrıslı Türklerin desteğini süratle yitirmekte olduklarının ve Toplumu, her geçen gün daha derin bir çaresizlik duygusu ve umutsuzluk içine ittiklerini, fark edemiyorlar. Kıbrıslı Türkler, yaşananlar karşısında, büyük sol partilerin, nüfusla ilgili tutarsız ve çelişkili tavırlarına , bu partilerin Ankara’nın açığa çıkan niyetlerini gizleme gayretlerine bakarak, şu soruyu sormaya başlamışlardır; Hükümet olmak için Türkiye’nin onayına ihtiyaç ve Türkiye’nin Kıbrıs’a yığdığı nüfusundan oy alabilmek kaygısı ortada olduğu sürece, göz göre göre tüketilmekte olan, Kıbrıs Türk Toplumu’nun çalınmış iradesini, Ankara’dan nasıl geri talep edebileceklerdir?
Bu, yanıtlanması zor, ancak mutlaka ve en başta da solda duran siyasal partilerimizce, yanıtlanması kaçınılmaz olan, yaşanmışlığın insanımıza sordurduğu haklı bir sorudur. Kıbrıs Türk Toplumu’nun Ada üzerinde ağır aksak da olsa sürdürmekte olduğu Varoluş Mücadelesinin geleceği açısından ve bununla bağlantılı olarak, özellikle solda duran siyasal partilerimizin, Kıbrıslı Türklerle yeniden barışma ihtiyacı bakımından da önemli bir soru ve de sorundur.
***
1974’ten bu yana Ankara’da gelip geçen hükümetlerin, Kıbrıs’a yönelik en istikrarlı biçimde uyguladıkları siyaset, nüfus siyaseti olmuştur. Türkiye’den Kıbrıs’a çeşitli programlarla nüfus aktarılması, hükümetlerin siyasetlerinden bağımsız olarak, her zaman devlet politikası olarak aksatılmadan yürütülmüştür. Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik bu siyasetin bir devlet siyaseti olduğu, 1980’li yılların sonlarında, bizzat T.C Lefkoşa Büyükelçisinin ağzından sol siyasi çevrelere ifade edilmiş, hatta bu partilere açıkça Ankara’nın yürüttüğü nüfus siyasetine karşı durmama tavsiyesi yapılmıştır. Bu tavırla yüz yüze kalmış olan sol siyaset ise, Toplum üzerinde moral kırıcı olabileceğini düşünerek ve nasıl olsa Kıbrıs sorunu çözülünce bunun bir etkisi kalmaz diyerek, bunu toplumla paylaşmamayı tercih etmişlerdir. Oysa hiçbir varlık, karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi göremeden, o tehlikenin boyutlarını algılamadan etkin savunmaya yönelemez. Kıbrıslı Türkler açısından da durum bu olmuştur. Nüfus konusu ile ilgili tüm gelişmeler , topluma sadece rastlantısal, kendiliğinden ortaya çıkmış gelişmeler olarak sunuldu.
Ankara yönetimlerinin, 1974’ten bu yana , Kıbrıs Türk Toplumu’na yaptıkları en büyük kötülük, Kıbrıs’a nüfus aktarması olmuştur. Bu siyaset Kıbrıs Türk Toplumu’nda kolay kolay iyileşemeyecek derin yaralar açmış, toplumsal travmaya neden olmuştur. Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu ne yazık ki bu yok edici sistematik operasyonun bilincine, büyük oranda atı alanın Üsküdar’ı geçmek üzere olduğu bir anda varmıştır. Ancak, atımızı çalanlar, henüz Üsküdar sınırlarına ulaşmış değillerdir. Ve çalınan atlarımızı kurtarma umudumuz hala vardır.
Kıbrıslı Türklerin geçen yıllar içinde, kendi Anayurdunda yok edilmekte olduğu farkındalığı ve buna karşı koyma bilinci, Ankara’nın , Ada’daki kendi nüfusunun artış oranına paralel, sömürgeci siyasetlerini, Toplumsal yaşamın her alanında, hatta son zamanlarda, Kıbrıslı Türklerin inanç dünyasına kadar varan, açıktan dayatmalarını artırması ile, zemin kazanmaktadır. Sol siyaset ise, ağırlıkla toplumun bu farkındalığına sahip çıkmak , bu yönde bilinç ve açılım sağlamak yerine, bu durumu özellikle 1980’li yılların sonundan itibaren uzun yıllar görmemezlikten gelerek, Ankara ne der? TC Lefkoşa Büyükelçiliği ne der? Kaygısı ile sessiz kalmıştır.
***
Bizde durum bu iken, Ankara ise, uygulanan nüfus siyasetinin bir yan etkisi olarak ortaya çıkmış olan, Kıbrıs’ta kendi emekçi insanlarının sefaleti ve sömürülmesi karşısında bile, halen hiçbir kaygı duymamayı sürdürüyor. Ankara, Kıbrıslı Türkleri, Türkiyeli yerleşikleri , hatta Kıbrıslı Rumları çok yakından ilgilendiren , böylesi bir insanlık dramını sürdürmeyi, Ada’da ve bölgede gördüğü stratejik çıkarlarının bir gereği saymaya devam etmektedir. Kıbrıs’taki yerleşikleri yeri geldiğinde Kıbrıs Türk Toplumu’nun iradesini bloke edebilmek için kullanan T.C Devleti, çoğu zaman da onlara, milli bir davanın Akdeniz’deki görev zayiatları olarak bakmaktadır.
Her sabah işine gitmek için yola çıkan her Kıbrıslı Türk, Türkiye Devleti’nin Kıbrıs Türk Toplumu’nu , kendi stratejik çıkarları için ne hale getirdiğini kendi gözleri ile görmekte ve bir biçimde sorgulamaktadır. Bunu hem sağcımız hem solcumuz yapmaktadır. Büyük bir kandırılmışlık ve hayal kırıklığı topluma hakim olmuş durumdadır. Açığa çıkan ya da henüz çıkmayan tepkisi ise hala doğru adrese ve hedeflere kanalize edilmeyi beklemektedir.
Kıbrıs Türk Toplumu’nun karşı karşıya bulunduğu tablo en az Picasso’nun Guernica tablosu kadar karmaşık görülebilir.
Önümüzdeki büyük resmi görebilmekte geç kalıyoruz.
Kıbrıslı Türklerin, Ada üzerinde bugün eriyip gitmekte olan değerlerini koruyarak, Kıbrıs Türk Toplumu olarak varlığını sürdürebilmesinin tek yolunun Birleşik Federal Kıbrıs’tan geçtiği ve bu hedefe varabilmek için Barış mücadelesini, Toplumsal Varoluş Mücadelesi ile sıkı sıkıya bağlayarak bugünden yükseltmek gereği, önümüzdeki büyük resmi görebildikçe, bütünü yorumlayabildikçe çok daha iyi anlaşılmış olacaktır. Bu çerçevede, iç dinamiklerimizin, hedef, güç ve eylem birliğinin de koşulları yaratılabilir.
Büyük resmi göremez isek ne mi olur?
Kıbrıslı Türklerin kavgasının Kıbrıs’a yerleştirilmiş Türkiyelilerle ya da hala Kıbrıslı Rumlarla olduğunu sanmaya devam ederiz.
Ancak her hal ve şart altında Ankara’ya şükranlarımızı da sunmaktan geri kalmayız.
Ta ki… Son çekilecek şükrana sıra gelinceye kadar.
Kısa süre önce yapılan sözde sayımda, açıklanan düzmece sonucundan öte, Kıbrıs Türk Toplumu’nun kimlik tanımı demek olan “Kıbrıslı Türk” kimlik seçeneğinin Kıbrıslı Türklere sunulmamış olması, tek başına dizlerimizi yerden kaldırmamıza , diklenmemize yetebilmeliydi oysa.
Tayyip Erdoğan’ın “Besleme” demesine kızanların, yapılan bu sayımla, kayıttan da düşürülmelerini, nasıl kabullenebildiklerini ise anlayabilmiş değilim.
YARIN: En mağdur kesim… “Saf olmayan Kıbrıslılar”