1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Hedef Ankara mı olmalı?
Hedef Ankara mı olmalı?

Hedef Ankara mı olmalı?

<< Kıbrıslı Türklerin geçen yıllar içinde, kendi Anayurdunda yok edilmekte olduğu farkındalığı ve buna karşı koyma bilinci, Ankara’nın , Ada’daki kendi nüfusunun artış oranına paralel, sömürgeci siyasetlerini, Toplumsal yaşam

A+A-

 

 

<< Kıbrıslı Türklerin geçen yıllar içinde,  kendi  Anayurdunda  yok edilmekte  olduğu  farkındalığı ve  buna karşı koyma bilinci, Ankara’nın , Ada’daki   kendi  nüfusunun  artış oranına paralel,   sömürgeci   siyasetlerini,   Toplumsal   yaşamın her alanında,  hatta son  zamanlarda,  Kıbrıslı Türklerin  inanç dünyasına  kadar varan,  açıktan   dayatmalarını  artırması ile, zemin kazanmaktadır.>>

 

Mevcut uygulamalar olan tepkiyi Ankara’ya yöneltmek bir çözüm müdür?..

Ya da buradaki Türkiye Büyükelçiliği’ne isyan etmek?..

Kimilerine göre “mücadele biçimi” bu olmalı…

Kimilerine göre de kuzeydeki iktidar, UBP ve Derviş Eroğlu yönetimi hedefe alınmalıdır.

İki hedef arasında aslında çok büyük bir çizgi yok.

“Kıbrıslı Türklerin yok olma kaygıları” ve burada yaşayan Türkiye kökenlilere karşı oluşan tepkiyi konuşuyoruz.

Dün ilk bölümünü yayınladığım Londra’daki Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği Genel Sekreteri Derman Saraçoğlu’nun mektubu, bu düşünceler çerçevesinde tartışma alanları yaratıyor.

Saraçoğlu hedefe Ankara’nın konması gerektiğine inanıyor.

İşte Saraçoğlu’nun görüşleri:

Zaman zaman toplumun  sendikaları, sivil toplum örgütleri  aracılığı ile, doğru adrese yönelme  amacıyla  oluşturulmaya  çalışılan  inisiyatiflerin, hem sağdan hem  de soldan bazı siyasal partilerce  etkisiz  hale getirilmek istenmelerine   de tanık olunmuştur.  Büyük sol  partiler, bugünkü koşullarda,  Kıbrıs’ın Kuzeyinde  Ankara’nın   vesayetinden  kurtulmanın olanağı   bulunmadığı   inancıyla,  bugün Ankara’ ya,  AKP’ye karşı   diklenmeyi,    siyasal  gelecekleri  için risk olarak  görmektedirler.  Ancak  böyle yapmakla,  Kıbrıslı Türklerin desteğini  süratle yitirmekte olduklarının  ve Toplumu, her geçen gün  daha derin bir çaresizlik duygusu ve umutsuzluk içine ittiklerini,  fark edemiyorlar.  Kıbrıslı Türkler,  yaşananlar  karşısında, büyük sol partilerin, nüfusla ilgili  tutarsız  ve çelişkili  tavırlarına ,  bu partilerin Ankara’nın  açığa  çıkan niyetlerini  gizleme gayretlerine  bakarak, şu soruyu  sormaya  başlamışlardır;  Hükümet olmak için Türkiye’nin onayına  ihtiyaç ve Türkiye’nin  Kıbrıs’a yığdığı  nüfusundan oy alabilmek   kaygısı  ortada olduğu  sürece,  göz göre göre tüketilmekte olan,  Kıbrıs Türk Toplumu’nun  çalınmış iradesini,   Ankara’dan  nasıl geri  talep edebileceklerdir?

Bu,  yanıtlanması  zor, ancak  mutlaka  ve en başta da  solda  duran siyasal partilerimizce,  yanıtlanması  kaçınılmaz olan, yaşanmışlığın  insanımıza sordurduğu  haklı bir sorudur.  Kıbrıs Türk Toplumu’nun  Ada üzerinde  ağır aksak da olsa sürdürmekte olduğu  Varoluş  Mücadelesinin  geleceği açısından ve bununla bağlantılı olarak, özellikle solda duran  siyasal partilerimizin, Kıbrıslı Türklerle yeniden  barışma   ihtiyacı  bakımından da önemli bir soru ve de sorundur.

                                                                                       ***

 1974’ten bu yana  Ankara’da  gelip geçen hükümetlerin,  Kıbrıs’a yönelik en istikrarlı biçimde uyguladıkları  siyaset,  nüfus siyaseti olmuştur.  Türkiye’den Kıbrıs’a çeşitli programlarla  nüfus  aktarılması, hükümetlerin siyasetlerinden  bağımsız olarak,  her zaman  devlet politikası olarak aksatılmadan  yürütülmüştür.  Türkiye’nin  Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik  bu siyasetin  bir devlet siyaseti olduğu,  1980’li yılların  sonlarında,  bizzat  T.C Lefkoşa  Büyükelçisinin  ağzından  sol siyasi çevrelere  ifade edilmiş,  hatta  bu partilere  açıkça Ankara’nın  yürüttüğü nüfus  siyasetine  karşı  durmama  tavsiyesi yapılmıştır.  Bu tavırla yüz yüze  kalmış olan sol siyaset  ise,  Toplum üzerinde moral kırıcı olabileceğini  düşünerek  ve nasıl olsa Kıbrıs sorunu çözülünce bunun bir etkisi  kalmaz diyerek,   bunu  toplumla paylaşmamayı tercih etmişlerdir.  Oysa  hiçbir varlık,  karşı karşıya  bulunduğu tehlikeyi  göremeden, o tehlikenin  boyutlarını algılamadan etkin  savunmaya  yönelemez.  Kıbrıslı Türkler  açısından da  durum bu olmuştur.  Nüfus  konusu ile ilgili tüm  gelişmeler , topluma sadece  rastlantısal, kendiliğinden ortaya çıkmış   gelişmeler olarak sunuldu.

Ankara yönetimlerinin,  1974’ten bu yana , Kıbrıs Türk Toplumu’na  yaptıkları  en büyük kötülük,  Kıbrıs’a nüfus aktarması olmuştur.  Bu siyaset Kıbrıs Türk Toplumu’nda  kolay kolay  iyileşemeyecek  derin yaralar açmış,  toplumsal   travmaya  neden olmuştur.  Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu ne yazık ki  bu yok edici  sistematik operasyonun  bilincine, büyük oranda  atı alanın Üsküdar’ı  geçmek  üzere olduğu  bir anda  varmıştır.  Ancak,  atımızı  çalanlar,  henüz Üsküdar  sınırlarına  ulaşmış değillerdir. Ve  çalınan atlarımızı kurtarma  umudumuz  hala vardır.   

Kıbrıslı Türklerin geçen yıllar içinde,  kendi  Anayurdunda  yok edilmekte  olduğu  farkındalığı ve  buna karşı koyma bilinci, Ankara’nın , Ada’daki   kendi  nüfusunun  artış oranına paralel,   sömürgeci   siyasetlerini,   Toplumsal   yaşamın her alanında,  hatta son  zamanlarda,  Kıbrıslı Türklerin  inanç dünyasına  kadar varan,  açıktan   dayatmalarını  artırması ile, zemin kazanmaktadır.  Sol  siyaset ise, ağırlıkla   toplumun bu farkındalığına sahip çıkmak  , bu yönde bilinç ve açılım sağlamak   yerine,  bu durumu  özellikle  1980’li yılların sonundan  itibaren uzun yıllar görmemezlikten gelerek,   Ankara ne der? TC Lefkoşa Büyükelçiliği ne der?  Kaygısı ile sessiz kalmıştır.

                                                                                     ***

Bizde  durum  bu iken, Ankara   ise, uygulanan   nüfus siyasetinin bir yan etkisi olarak ortaya çıkmış olan,  Kıbrıs’ta kendi  emekçi insanlarının sefaleti ve sömürülmesi  karşısında bile, halen  hiçbir kaygı duymamayı  sürdürüyor.  Ankara,  Kıbrıslı Türkleri,  Türkiyeli yerleşikleri , hatta  Kıbrıslı Rumları  çok yakından  ilgilendiren , böylesi  bir insanlık dramını sürdürmeyi, Ada’da ve bölgede gördüğü  stratejik çıkarlarının bir  gereği saymaya devam etmektedir. Kıbrıs’taki yerleşikleri  yeri geldiğinde  Kıbrıs Türk Toplumu’nun iradesini  bloke  edebilmek için  kullanan  T.C Devleti, çoğu zaman da  onlara,  milli bir davanın  Akdeniz’deki  görev  zayiatları  olarak bakmaktadır.   

Her sabah  işine gitmek için yola çıkan her Kıbrıslı Türk,  Türkiye  Devleti’nin  Kıbrıs Türk Toplumu’nu , kendi stratejik çıkarları için  ne hale getirdiğini kendi gözleri ile görmekte ve bir biçimde  sorgulamaktadır.  Bunu  hem sağcımız hem solcumuz  yapmaktadır.  Büyük bir kandırılmışlık ve   hayal kırıklığı topluma hakim olmuş durumdadır.  Açığa  çıkan ya da  henüz çıkmayan tepkisi ise  hala doğru adrese ve hedeflere  kanalize edilmeyi beklemektedir.

Kıbrıs Türk  Toplumu’nun  karşı karşıya  bulunduğu tablo  en az  Picasso’nun  Guernica  tablosu  kadar karmaşık  görülebilir.

Önümüzdeki  büyük resmi   görebilmekte  geç kalıyoruz.

Kıbrıslı Türklerin,  Ada  üzerinde  bugün  eriyip gitmekte olan  değerlerini  koruyarak,  Kıbrıs Türk Toplumu  olarak  varlığını  sürdürebilmesinin   tek  yolunun  Birleşik Federal Kıbrıs’tan geçtiği  ve bu hedefe  varabilmek   için   Barış mücadelesini, Toplumsal  Varoluş  Mücadelesi  ile  sıkı sıkıya   bağlayarak   bugünden  yükseltmek  gereği,  önümüzdeki  büyük resmi   görebildikçe,  bütünü yorumlayabildikçe   çok  daha iyi  anlaşılmış olacaktır. Bu çerçevede,  iç dinamiklerimizin,  hedef, güç ve eylem birliğinin de koşulları  yaratılabilir.

Büyük resmi  göremez isek  ne mi olur?

Kıbrıslı Türklerin  kavgasının  Kıbrıs’a  yerleştirilmiş  Türkiyelilerle ya da hala Kıbrıslı Rumlarla  olduğunu sanmaya devam ederiz.

Ancak  her hal ve şart altında  Ankara’ya  şükranlarımızı da sunmaktan geri kalmayız.

Ta ki… Son çekilecek  şükrana  sıra gelinceye  kadar.

Kısa süre önce yapılan sözde  sayımda, açıklanan düzmece   sonucundan öte, Kıbrıs Türk Toplumu’nun  kimlik   tanımı demek  olan “Kıbrıslı Türk”  kimlik seçeneğinin  Kıbrıslı Türklere sunulmamış  olması,  tek başına  dizlerimizi yerden kaldırmamıza , diklenmemize    yetebilmeliydi oysa.

Tayyip  Erdoğan’ın “Besleme” demesine  kızanların, yapılan bu sayımla, kayıttan da düşürülmelerini, nasıl kabullenebildiklerini ise anlayabilmiş değilim.

 

 

 


YARIN: En mağdur kesim… “Saf olmayan Kıbrıslılar”

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1433 defa okunmuştur