Her an her şeyin olabileceği bir kısa dönem içine girmiş bulunmaktayız
Merhum Mehmet Ali Akpınar’ın, Kıbrıs Medya Grubu’nun ya da Kıbrıs gazetesinin ilk kurulduğu dönemde “elim – ayağım” diye tanımladığı, her yere yetişen, herkese yardımcı olan, her işi yapan ve her düğümü çözen arkadaşlarından biriydi…
Bizim de abimiz olmuştu…
-*-*-
Evlatları ve daha sonra da torunları her şeydi O’nun için…
“Yetmezse, İngiltere’ye gider çalışırım”lardaydı…
Adam gibi adamdı…
Çok üzüldüm Ahmet Kişmir’in ayrılışına…
Üstelik, bir hafta kadar önce oğlu Tigin, “abi ümit yok” demişti…
Bekliyorduk, biliyorduk ama sabah uyanır uyanmaz haberini almak, dünümü yıktı…
Ailesine sabır diliyorum…
Özellikle dilinden düşürmediği torunlarına sevgilerimi gönderiyorum…
-*-*-
Tatlısu’da yaklaşık bir ay önce, trafik kazası olmuştu…
Hiç tanımadığım ama bir yeğeni öğrencim olan 21 yaşındaki Emre Genç ağır yaralanmıştı…
Ahmet Kişmir’in haberinin üstüne, bir de Emre Genç’in kurtarılamadığı haberi eklenince, ortalık tam karardı…
Annesi, babası, kardeşleri, tüm ailesinin acılarını paylaşıyorum…
-*-*-
Keşke daha fazlasını yapabilsek…
Keşke, elimizde bir sihirli değnek olsa, gidenleri geri getirebilsek…
Mümkün mü?
Değil…
-*-*-
Ölümlü dünya…
Sevgili Ferdi Sargun kardeşim, neredesin?
Böyle zamanlarda hep aklıma geliyorsun…
Ferdi ne mi derdi?
“Ölüm da vaaaar!”…
Yani, her an ölecekmiş gibi yaşamayı tavsiye ederdi…
-*-*-
Bunca acıyı, bunca ölümü, bunca hastalığı, Covid 19’u, Delta’yı şimdi Omicron’u düşünmekten ve bir de kafamızda bullez gavuran sahte siyasetin piyon ya da kuklaları ile uğraşmaktan yoruldum…
-*-*-
Çok yoruldum da; çekip gidemiyor, bırakamıyor insan…
“Ölüm da vaaaar” diyerek, tüm sorumluluklardan uzaklaşma yönüne yönelemiyor…
Oysa keşke yapabilsek bunu!
“Tümünüze de bam” diye bağırıp, saç – sakal bir de torba, sokaklarda yaşayabilsek…
-*-*-
Oysa bakın, hala nelerle uğraşıyoruz?
Mesela, Türkiye Cumhurbaşkanı gitti bir yabancı ülkede “KKTC da vaaaar” dedi ya; bizimkiler alkışlıyor… Cumhurbaşkanımız, “bizden bahsettiğin için teşekkür ederiz” diye açıklama yazarak tarihe geçiyor…
-*-*-
Başbakanımız bir başka alem!
Türkiye’den hala “tebrik ederiz” mesajı resmi olarak gelmiş değil.
Gelmişse bile, gizli tutulmuştur çünkü kimse işitmedi!
Dün sordum birçok üst düzey UBP’li kişiye, “Yok, daha tebrik etmediler Faiz beyi ve bu durum gerginlik yaratıyor” dedi…
Elbette yaratır!
Hem “UBP’ye genel başkan olmak” hem de “Türkiye’deki malum çevrelerce istenmiyor olmak”, Kıbrıslı deyişiyle “uygunuklu” bir şey değildir!
-*-*-
Peki neden?
Elbette vardır bir nedeni!
Ama bence, Faiz bey, Türkiye’deki bazı kişilerin KKTC’de çevirmeyi düşündüğü filmin senaryosunu bozdu.
Nasıl mı?
UBP’ye genel başkan seçilerek tabii ki!
-*-*-
“Nasıl olur? Ne demek” sorularını işitir gibiyim…
Nasıl olduğunu bilemiyorum…
UBP üyeleri, Türkiye’nin bir grup insanının oynamak istediği oyunu bilerek bozmuşsa, bu bir ayaklanmadır; alkışlarım. Ama bilmeden Faiz beye yüzde 60 oy vermişse, bu da ilginç bir durumdur.
Bilmem daha açık olabilir miyim?
Ama Türkiye’deki o grup ya da kişi veya kişiler, Faiz Sucuoğlu’nun KKTC’deki en Türkiyeci büyük partiye genel başkan olmasını istemediler.
Çok çabaladılar.
Olmadı. Başaramadılar.
-*-*-
Peki kavga veya savaş ya da adı her neyse bitti mi?
Hayır bitmedi!
Nasıl mı?
Öncelikle hala Sucuoğlu resmen tebrik edilmedi ve ikincisi de hala “31 kod numaralı malum görüntü ile alakalı dava” sonlanmadı!
-*-*-
Kısacası, bu ölümlü Dünya’da, kısa yoldan federal çözümle birlikte misler gibi AB vatandaşlığı varken; biz hala karanlık işlerle, maskaralık peşinde koşuyoruz!
Diyeceksiniz ki, “Faiz kim; Türkiye’deki yönetim isteseydi, çoktan işi biterdi!”…
Olabilir ama bitmedi işte ve kavga sürüyor…
Ve medyum kürem diyor ki; “… her an her şeyin olabileceği bir kısa dönem içine girmiş bulunmaktayız”…
Hayaletin görgüsüzlüğü!
“Gerçekte var olmadığı hâlde bazen görüldüğü sanılan şey” nedir?
Hayalet…
-*-*-
Arapça kökenli bir kelime…
Hortlak dendiği de olur!
Ki, “ölmüş ama kalkmış” gibi bir durum!
Ölü kalkar mı?
Şaka yapıyorum, aman sakın kimse kızmasın ama artık ölüleri kaldıran çok kaliteli ilaçlar üretilmektedir…
Allah rahmet eylesin, Şeyh Nazım, “Baf’tan Ahmet Raşit’in vincini da getirsen, o ölü kalkmaz” demişti ama şimdilerde bizim Hatay kökenli iki Alman hocamızla birlikte malum Covid – 19 aşılarından birine imza atan Amerikalı şirket, mavi renkli o mucizeyi yaratmakla ünlüydü!
-*-*-
Neyse, içinde bolca seks bulunan korku filmi senaryosunu, romantik görgü meselesiyle buluşturmaya çalışan bir yoruma dönüşmek üzere olan yazımızın esas konusu cinsel sorunlar değildir, yüksek müsaadenizle meselemize geçelim…
Neydi meselemiz?
Efendim, “Hayalet” demiştik!
-*-*-
Bir de “görgüsüz” ne demekmiş ona bakalım…
Türk Dil Kurumu’na göre “görgüsü olmayan” demekmiş…
Peki aynı kurumun sözlüğüne göre, “görgü” neymiş?
“Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygı ve incelik davranışları, terbiye… Bir kimsenin, yaşayarak ve deneyerek elde ettiği birikim, deneyim…”
-*-*-
Hayalet bir devletimiz var…
Ve aflarına da sığınarak belirtmek istiyorum ki, mevcut devlet yöneticilerimizle Türkiye’deki destekçilerinin bu hayaletle alakalı tavrı, açıklamaları, ifadeleri, Osmanlı – Türk propagandası, bana son derece “görgüsüz” geliyor…
( Uzattık biraz oysa bütün yazmak istediğim son cümleydi aslında…)
Aşı karşıtlığını anlayışla karışılıyorum… Bu bir bencillik değildir, haktır… Ama, “dört kulaklı çocuk doğmasına sebep olacak” veya “İsrail bizi dinleyecek” ya da “5G ile bizi kontrol edecekler” saçmalıklarına kaçılmaması kaydıyla… Tüm aşı karşıtı kardeşlerimden ricamdır; ne kadar endişeniz varsa hepsini kabul ediyorum ama meseleye, sosyal bir güvenlik meselesi ya da toplumsal fedailik gözüyle bakın ve “kendinizi toplum için feda edip, lütfen aşılanın” demekten kendimi alamıyorum…