1. YAZARLAR

  2. Birol Karaman

  3. “Her bir Kıbrıslı Türk dört kişilik su tüketiyor!”
Birol Karaman

Birol Karaman

“Her bir Kıbrıslı Türk dört kişilik su tüketiyor!”

A+A-

Kıbrıs adası, tarih boyunca her zaman su sorunuyla anıldı. Adanın çeşitli yerlerinde bugün artık kültürel mirasın bir parçası olan su kemerleri, bunun en önemli kanıtlarından birisi. Osmanlı ve İngiliz idaresi dönemlerinde yapılan birçok altyapı yatırımıyla halkın suya erişimi sağlanmaya çalışıldı.  

Ada’nın su sorunu yeni değil.

Öyle ki; 1945 yılında, İngiliz Su Mühendisi Colin Raeburn, adanın su sorununa yönelik hazırlamış olduğu raporda adanın su kaynaklarının son derece sınırlı olduğu tespitini yaparak “Kıbrıs’ta ne bir Nil ne de Fırat nehri düşünülebilir” ifadesine yer vermiş ve adanın su potansiyelinin korunabilmesi için önerilerini sıralamıştır.

Bu önlemler kısmen uygulanmış olsa da tarihsel süreç içerisinde yaşanan gelişmeler alınan önlemlerin önüne geçti.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Kıbrıs’ta tarım sektörü insan ve hayvan gücünün kullanıldığı bir aşamadan, makineleşme aşamasına geçti ve bu durum yeraltı su çekimini ciddi biçimde artırdı.

Makineleşmenin yarattığı baskı bir yana; bugün artık bir kriz olarak ifade edilen iklim değişikliği meselesi su konusunda yaşanan problemlerin katmerlenmesine yol açtı.

Bugün artık 1970’li yıllara kıyasla adamızın aldığı yağış miktarının yüzde otuz dolaylarında azaldığı bilimsel raporlarla da ortaya konmuş durumda. Bunlar işin teknik yönleri...

İşin siyasi yönüne gelince, en önemli dinamiğin yine Kıbrıs Sorunu ve bölünmüşlük olduğu görülüyor. Adanın 1974 yılında ikiye bölünmesiyle birlikte ortak bir su politikası belirlenme imkanı ortadan kalkmış oldu.

Kıbrıs’ın iki yanında alınan farklı tedbirler, savaş sonrası koşullarda ortaklaştırılamadı. Böylelikle su rejiminin giderek daha da kötüleşmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalındı.

Örnek verilecek olunursa; üçte ikisi Kıbrıs’ın kuzeyinde üçte biri ise Kıbrıs’ın güneyinde yer alan Güzelyurt akiferinin beslenme kaynakları Kıbrıs’ın güneyinde bulunuyor. Kıbrıslı Rumlar tarafından su tutmak amacıyla inşa edilen bentler bu akiferin beslenmesinin önünde bir engel olarak duruyor. Kuzey’de kalan kısımdan ise su çekimi son hızla devam ediyor. Bu da akiferin giderek daha fazla miktarda deniz suyu girişimi ile tuzlanmasına yol açıyor.

İşte böyle bir tarihsel süreç içerisinde 2015 yılında adanın su bütçesinin denkleştirilmesi açısından ciddi bir faktör çıktı ortaya. Türkiye’den borularla gelen su!

O dönemi yakından takip eden ve KTMMOB bünyesinde kurulan Su Komisyonu’nda Oda Başkanı olarak aktif biçimde çalışan birisi olarak Türkiye’den getirilecek olan su konusunun nasıl büyük bir hamasete boğulduğunu çok net bir biçimde hatırlıyorum. O dönemde toplumun Türkiye’den gelen suyu isteyenler ve istemeyenler olarak kutuplaştırıldığı eminim herkesin hafızalarındadır.

Halbuki konu oldukça basit ve netti. Adanın su sorunu tarihsel süreçte hep vardı ve bunda doğal faktörler yanında en önemli etken, idarecilerin uyguladığı hatalı politikalardı. Dolayısıyla yapılması gereken Türkiye’den gelen suyu, su kaynaklarımızın çeşitlendirilmesi noktasında bir alternatif olarak ele almak ve entegre su yönetimi üzerinde çalışmaya devam etmekti. Ne yazık ki bu yapılamadı...

Türkiye’den borularla gelen suyun verdiği rahatlıkla her şey yolundaymış gibi adeta bir mirasyedi edasında alışkanlıklar değiştirilmedi. Akiferler üzerindeki baskıyı azaltmak için su kuyusu izni verme konusunda hiç frene basılmadı. Tarımda tür değişimine dair hiçbir adım atılmadı. Kıbrıslı Türklerin teknik kapasitesinin geliştirilmesi yönünde hiçbir proje geliştirilmediği gibi Türkiye’den gelen su bahane edilerek olan kapasite de dumura uğratılmış oldu.

***

Geçtiğimiz gün KTMMOB Yerbilim Mühendisleri Odası Başkanı sevgili meslektaşım Oğuz Vadilili’nin Yenidüzen’e verdiği mülakatında belirttiği gibi ortaya öyle bir durum çıktı ki; “ya bugün ülkede bir buçuk milyon insan yaşıyor ya da her bir Kıbrıslı Türk, dört kişilik su tüketiyor”.

Aslında bakarsanız bence her iki yorum da yanlış değil.

Kontrolsüz nüfus artışı yanında, su tüketimini azaltacak hiçbir politika geliştirilmediği gibi Türkiye’den gelen suyu sonsuz bir kaynakmış gibi değerlendirerek her hangi bir kaynak çeşitlendirmesine gidilmedi.

Şimdi hepimizin cevap vermesi gereken soru şu; iklim değişikliğinin yarattığı krizin bizi etkilediği kadar Türkiye’yi de etkileyeceği bilindiğine göre Türkiye, yıllar içerisinde Kıbrıs’ın kuzeyinde artacak olan talebi daha fazla su getirerek karşılayamazsa bizim toplumsal hareket planımız ne olacak?

Önümüzdeki hafta bu konuya devam edeceğiz...

Bu yazı toplam 2393 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar