1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Her gün, son gün....
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Her gün, son gün....

A+A-

“İnsan;
Denizin olmadığı yerde,
Umut adına,
Martı olmalı.”

Nazım Hikmet

 

 

 

Her gün, son gün....

 

“Hayatınızın her günü,  son günüymüş gibi yaşayın; bir gün haklı çıkacaksınız” demişti Steve Jobs...

***

Ne ilginç!
Haklı çıktığınızı siz görmeyeceksiniz, ama..

***

Yani insana deseler ki “tamam yarın son gün” farklı yaşar...
Yaşamak denirse eğer o günün adına.
Muhtemelen, en sevdiklerine sarılarak ve ağlayarak geçirir zamanı...
En fazla gittiği yerlerde olur, yine...
Yine en fazla görüştükleri ile görüşür...
Elde avuçta ne varsa dağıtır, pay eder muhtemelen...
Bir güne ne sığar ki, hep onca hayali biriktiren, nice umudu erteleyen insana...

***

Ha “son bir ay” derlerse size, o başka...
Ya da “son bir yıl...”
Tabii, bu sürede “sağlıklı” olabilmek de önemli...
Ve ayakta kalabilmek...
Kafayı yememek...

***

Ama “her gün” için aynı formül zor!
Her gün her gün “son gün” gibi de yaşanır mı...
Söylemesi kolay sadece...

***

Ben de hep “anı yaşa” derim, romantik bir akıma kapılarak...
Derim de, siyasete benzer işim!..
Laf çok, icraat az genelde...

--------------------------

Deliliğin sınırı

90’lı yılların sonu...
Başşehir Lefkoşa’nın kuzeyinde, 15 senedir sinema yok...
Girne de öyle!
Üstelik Girne’de, “ganimet” sinemalar  partizanlıkla üleşilmiş, güneyden göçmen gelen eski sinemacılar dahi dikkate alınmamıştı.
Sonrasında “depo” oldu o güzelim mekanlar...
Kör çar oldu, gitti...

***

Lefkoşa’ya dönelim yeniden...
Mısırlızade, tarihi mekan...
Yıllar sonra hayat buldu,..
İlk film: Taş Devri!
Adeta bizi anlatıyor.

***

Birkaç küçük dükkan, Ortaköy’de...
Özel bir radyo ya da ‘ilk özel radyo’...
First Fm!..
Akşamları oraya gidiyor, haftanın filmlerinden oluşan bir dergi hazırlıyorum.
Çünkü sinemanın da radyonun da sahibi Ertan Birinci...
O senelerde BEKO’yu da getiriyorlar...

***

Galiba evlilik hazırlığı yapıyorum.
Çünkü “dergiler” için anlaşmamız şöyle:
- İlk ay bir çamaşır makinesi...
- İkinci ay bir buzdolabı...
- Üçüncü ay gazocağı...

***

Ertan Birinci o senelerde nasıl enerji dolu, hiperaktif biri anlatamam..
Bir koşuşturmaca geliyor, gidiyor...
- “Ertan abi ne bu hal...”
- “Televizyon da açacağız” diyor...
- “Delisiniz” diyorum...

***

O televizyonda en görkemli, en kalabalık, en delice izlenen programları yapıyoruz sonrasında bizler de...

***

Dün davetiyesi geldi...
31 Mayıs’ta Genç TV 19’uncu yaşını kutluyor...
Artık tümden reşit !
Ertan abi geçen seneden oğluna devretmiş yönetim kurulu başkanlığını...
Düşünüyorum, ne kadar da doğru söylemişim o senelerde...
Çünkü özel yayıncılık, tam da “deliler”in işi bu ülkede....

------------------------

‘Irkçılık’ ve ‘hınç’ suçları eğer cezasız kalırsa

Doğrusu Şener Levent yazınca, yeniden anımsadım, acıyla...
Uzun yıllar ‘kabusum’ olmuştu...
Titrerdim, midem bulanırdı...
Muhabirlik hayatımdan geriye kalan en dehşet birkaç andan biridir.
Utancıdır bu toplumun, hak etmediği ölçüde..
Hani, birkaç futbol fanatiği, ırkçı dürtülerle arabaları tekmedi ya...
Elam güneyde Meclis’e girdi...
Ülkü Ocakları akla geldi....
Talat, Baf’taki saldırıyı anımsadı...
Barış konseri verecek diye şarkıcı Burak Kut’un otobüsünü taşlayanlar yeniden hatırlandı...

***

Şimdi her gün yüzlerce insanın geçip gittiği sınırlar var...
Barikatlar... Yeşit hat...
O dönem “geçer gibi” yapmak, “sınırı ihlal etti”, gibi koşmak ve geriye dönmek, “yasak delmek” kahramanlıktı (!)
Şimdi ne kadar anlamsız, değil mi?
Tasos Isaak isimli genç, böyle ileri - geri koşuyordu, “sınırı geçtim işte”
Güya bir “meydan okuma” !..
Tam da “ergen işi” aslında...
Tasos’u yakaladılar, tuttular, tahta ve demir sopalarla vura vura ezdiler, dövdüler, öldürdüler...
Önceki gün, gazeteci dostum Emin Akkor  sordu, “Hatırlıyor musun, hem taşlardan korunmaya çalışıyor, hem de fotoğraf çekiyorduk...”
Yere yığılmıştı genç adam, ölmüştü...
Birisi kocaman bir taş aldı, geldi, yeniden başına vurdu...
Bu anlattıklarım “savaş” yıllarında yaşanmadı, “ateşkes” koşullarında,  90’ların ortasında...
‘Reuters’ tüm dünyaya yaymıştı.
Ve muhtemelen bu ayıbın başrol oyuncuları tümü şimdi hayatta...
En acısı da, polisin ve çevik kuvvetin gözetiminde oldu tüm bunlar...
O yıllardan bugüne güvenlik anlayışı çok değişti, asker modernleşti; bu hastalıklı milliyetçilik ve ırkçılık olabildiğince azaldı.
Ama hiçbir zaman “suçlular” caydırıcı cezalar almadı...
Ne güneyde... Ne kuzeyde...
Suçluların peşine düşülmedi...
Kimseler “o insan eğer benim çocuğum olsa” demedi, diyemedi...

--------------------------

h a f t a n ı n   n o t c u k l a r ı

Partizanlığın anlatan iyi bir örnek... Ulaş Gökçe paylaştı: “Partizanlık o kadar kanımıza işlemiş ki Trafik Dairesi Müdürlüğü, Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Devlet Laboratuarı, Spor Dairesi, Veteriner Dairesi Müdürlüğü, Hayvancılık Dairesi Müdürlüğü’ne dahi partizanlıkla yönetici atıyoruz.”


‘Geleneksel Medya Destek Programı’ için bu kez Serdar Denktaş’la görüşüyoruz, çok da iyi gidiyor... Eski Bakan Özgür “yemek” sözü verdi, “başarırsak” diye... Faturası kabarık olacak gibi görünüyor!


“Kumardan, bet ofisinden çıkmayan adamı müdür yaptılar” diye öfkeyle mesaj gönderen sevgili okur. Demek ki neymiş, “farkı varmış” partilerin... “Hepsi aynı” demek, biraz vicdansızlıkmış..


Sigara işinin tam da boku çıktı... Hastanede doktorlar içiyor, Meclis’te vekiller, bakanlar odalarında içiyor!. Devlet kurumları sigara kokuyor her yer... YASA neyinize yani?

 

• Kamuda ikinci iş serbest bırakılsın, ancak bunu tercih edenler “sözleşme” ile çalışsın... Yeni formülüm bu!


‘Tatil’ planları başlasın... Ve bankalar “Tatil kredileri”ni ilan etsinler. Tam zamanıdır şimdi...


Nisanda yağmura alışmıştık da... Mayıs, Haziran neyin nesi....


• Akaryakıttaki son artış bir ‘okkalı’ geldi... Şimdi buna bir de ‘ruhsat’ parası eklenecek öyle mi?


İyi pazarlar, iyi piknikler, ‘bulutlar’ izin verirse!

Bu yazı toplam 2378 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar