Her insan bir uçurumdur; başın döner dibine baktın mı!
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın sahnelediği Woyzeck’e dair eleştiri, gözlem ve notlarım
Cenk Mutluyakalı
Alman oyun yazarı Karl Georg Büchner’in kaleme aldığı Woyzeck’ten unutulmaz bir sözle başlayalım: “Her insan bir uçurumdur; başın döner dibine baktın mı.”
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın da ilgisizlik uçurumunda “dibi” tutmuştu.
Yine de özellikle son iki sezonda yeniden ayağa kalkan ve seyircisini çoğaltan bir duruş sergiledi.
En üst yöneticisinin “yeterlilik” değil “siyasi yakınlıklara” göre atanmasına, onca imkânsızlığa, küllerinde çürüyen salonuna ve istikrarsızlığa rağmen “Şahane Düğün” ve özellikle tiyatronun klasiklerinden “Antigone” oyunlarını ilgiyle izlemiştim.
Kendi meramını anlatamadı
Yeni sezona dair seçimleri Woyzeck oldu.
Doğrusu merak etmiştim, çünkü, hükümetteki siyasi anlayış değişikliği sonrasında Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları “yasak” tartışması ile gündeme geldi.
Yaşar Ersoy’un yönetmenliğinde planlanan kabare iptal edilmiş, bu kararda kimileri ideolojik, kimileri estetik gerekçeleri öne sürmüştü.
Woyzeck’i yine Atatürk Kültür Merkezi’nin o “soğuk” ortamında sahnelediler.
Zor bir oyunun tam da üstesinden gelemedi bu kez Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları.
Toplumsal gailelerimizle birleşen bir kurgu yaratılabilseydi; otorite altında savrulan insanlığı, iktidarın baskıcı yüzünü, hegemonyanın dağıttığı hayatları çok daha güçlü konuşabilecek, sarsıcı ve etkileyici bir deneyimle oyundan ayrılabilecektik.
Militarizme sanatla isyan etmek gibi bir fırsatı yitirdik.
Kendi meramını anlatamayan bir oyun oldu, Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın Woyzeck’i...
Toplum baskısı, değer yargılarının ağırlığı, sınıfsal çekişmeler çok daha yalın anlatılabilirdi.
Oyun içinde bir bütünlük yaratılamadı. Yönetmenin “deneysel bir projesini” izledik adeta. Çerçeve imgesinin bolca kullanıldığı oyun kendi çerçevesine sıkıştı, oradan çıkamadı.
Sahnede ‘kalabalık’
Bir gerilimi anlatıyor, Woyzeck. Bu gerilim hem sahne karartılarak, hem de canlı performans davulla beslenmiş. Davul tercihi farklı bir ritim katmış oyuna… Ancak kimi anlarda Atatürk Kültür Merkezi’nin akustiğinden kaynaklanan yetersizlik kaosu da beraberinde getirmiş... Hoparlör cızırtısının efekti, zil tınısının replikleri gölgelemesi gibi!
Woyzeck, yoksulluğu anlatıyor. Ezenle ezileni anlatıyor. Kadın erkek hiyerarşisini anlatıyor. Ama tüm bunları, oyunu izlediğim için değil, araştırdığım ve okuduğum için anlıyorum daha çok…
“İyi bir insansın sen, iyi bir insan. Ama çok düşünüyorsun, bu da bitiriyor seni” seslenişi gibi günümüze ayna tutan güçlü bir eleştirel hikayesi var oyunun...
Oysa sahnede o kadar çok teknik denenmiş ki aynı anda, öylesine bir ‘kalabalık’ yaratılmış ki sesle, dekorla, ışıkla, eşyayla, ritimle, dansla tümü içinde hikâye geride kalmış.
Yarım yarım
Georg Büchner’in 1800’lü yılların başında yazdığı Woyzeck, aslında yarım kalmış, yazarınca tamamlanmayan bir oyun...
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın yorumu da yan yana sıralanmış pek çok yarım anlatı gibi duruyor.
Yönetmen İpek Atagün Gezener, Ankara Devlet Tiyatroları’nda bilinen bir isim. Bu oyun için ne kadar zamanda hazırlanmış ya da ne kadar çalışma fırsatı olmuş bilgi sahibi değilim.
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları açısından, Antigone gibi güçlü bir gösteri sonrası doğrusu hayal kırıklığı yaşamadım dersem yalan olur.
Yine de oyunun seyirciyi hak ettiğini düşünüyorum.
“Sadakat” ve “ihanet”
Biraz da oyundan söz edelim.
Woyzeck, yoksul bir asker. ‘Üstlerinin’ el ayak işlerini yaparak hayatını kazanmaya, sevgilisi ya da karısı Marie’yi memnun etmeye çalışıyor. O kadar ki bir doktorun deneyine kobaylık yapacak kadar eziliyor, kendinden veriyor.
Woyzeck “sadakat”ı temsil ediyor aslında, sevgilisi Marie de “ihaneti.”
Toplumun gözünde “zavallı” oluyor birisi, bir diğeri “fahişe.”
Woyzeck’i Deniz Aslım canlandırırken, Marie rolünde Cevahir Caşgir var. Diren Özdoğal Yüzbaşı, Ali Şaşkara doktor rolünde öne çıkıyor. Bando Çavuşu rolünü Mehmet Samer üstlenmiş.
Aklımda kalanlar
En fazla ne kaldı aklımda derseniz…
“Her insan bir uçurumdur” sözü kaldı ve Deniz Aslım’ın giderek daha da ışıldayan oyunculuğu...
Kimi anlarda iyiymiş dedirten danslar, koreografi, özellikle de Ruhsan Ankay’ın sahne estetiği kaldı.
Pınar İnandım’ın vokali kulağımızın pasını sildi.
Kostümler özenle çalışılmış, ışık düzeni oyuna derinlik kattı.
Oyun broşürü çok amatör olmuş.
İnternet sitesi de ‘yapım aşaması’nda zaten…
Oyuncular iyi niyetli, tiyatronun adını taşıdığı “devlet”çe terk edilmişliğini hak etmiyor.
Oyunun finalini de yazalım atlamadan…
Özlem Özkaram’ın sesi, diksiyonu, duruşu, yorumu harika...
“Bir zamanlar yoksul bir çocuk varmış, annesi de yokmuş, babası da, herkes ölmüş, hiç kimse kalmamış yeryüzünde. Herkes ölmüş, çocuk da gece gündüz aranmış durmuş. Bakmış yeryüzünde kimse yok, o da gökyüzüne çıkmak istemiş...”
‘Tiyatro Salonu’
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın Woyzeck oyunu seyir için sizleri de bekliyor. Belki siz tümüyle farklı düşünür, oyuna dair çok başka bir etkiyle salondan ayrılırsınız, böyle de bir büyüsü vardır tiyatronun…
Umarım bir an önce kendi salonuna kavuşur Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları… Çünkü Atatürk Kültür Merkezi’nde oyun izlemek -eminin en fazla da oynamak- gerçekten de çok keyifsiz…
Ada yarısında “ideal” diyebileceğimiz bir tiyatro salonunun olmaması ne kadar büyük bir utanç, halen…