1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. HER ŞEY HAYALLE BAŞLAR
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

HER ŞEY HAYALLE BAŞLAR

A+A-

Yine heyecanlandık. Yine üzüldük. Küçük ülkemiz neşesini yitirdi bahar böyle tüm haşmetiyle kapıya dayanmışken… Birileri heyecanlanırken bazı diğerleri bıyık altından gülüyor; yakında gününüzü görürsünüz der gibi bakıyordu yüzümüze. Kimimiz geçmiş düş kırıklıklarının bellekte bıraktığı izlerde yürüyerek yeniden heyecanlanmak istemese de akışa kapılıvermişti bir noktada. Sanki olumlu düşünsek olduruverecektik. Sonunda tepetaklak olduk. Kimilerini çok keyiflendirdi bu… Kimileri “ben demiştim” havalarına girdi.

“Enosis” sözcüğünün ELAM tarafından bir bomba gibi ortaya savrulması ve bu konudaki hassasiyetimizin bize hatırlatılması, dolayısıyla geçmişin hayaletlerinin görüşme masasını dağıtması kederle seyrettiğimiz bir film sahnesini andırıyor daha çok da.

Aslında şu an böyle bir yazıyı yazıyor ve size okutuyor olmak da zül geliyor bana. Dışarda güzel bir bahar günü var. Kıbrıs’ın iki tarafı da lapsana, papatya denizlerine dönüşmüş durumda. Milliyetçiliğin tarihi ile uğraşıp durmak neye yarıyor bilemiyorum. Kimilerinin geçmesi gereken çok yol var daha. Açık olan bu…

Bunca karanlığın içinde “ Kıbrıs Sorunu Mizah Günleri” filan örgütleyip aslında halimizin ne kadar absürt olduğunu mu görsek acaba?

Bugünkü yazımı, hatırladıkça beni gülümseten küçük bir milliyetçilik anısıyla süsleyeyim diyorum.

Doksanlı yılların başıydı sanırım, Türkiye'deki Kültür Bakanlığının düzenlediği ve organizatörlerinden birinin Londra’da yaşayan Kıbrıslı şair Osman Türkay olduğu uluslararası bir şiir etkinliğine Kıbrıslı şairler olarak davetliydik ve İstanbul'a gitmiştik. Bir anlamda tam bir fiyaskoydu. Türkiye'den çağrılı bazı şairler etkinliği boykot etmişlerdi. Sağ cepheden minörün de minörü denebilecek modern şiirin "M”sine yaklaşamamış, hiçbirinin ismini hatırlamadığım pek çok "şair"le doluydu salon. Biz uluslararası düzeyde davetliler olarak gitmiştik bir kere ve bazı iyi bildirilerle şiir kırıntılarının tadını çıkarmaya çalışıyorduk. Bir köşede bir grup Kıbrıslı şair kadın "N'apacayık?" filan diye konuşurken kendimizi ele vermişiz ki beyaz saçlı bir adam yanımıza yaklaşıp "Hanımlar, siz Kıbrıslı mısınız?" diye sordu ve gururla: "Biliyor musunuz ben sizin oralarda meşhur olan "Kin" şiirinin şairiyim. Adım Halil Soyuer" diye ekledi. Ben heyecan ve sevinçten öyle bir çığlık atıp zıplamışım ki adamcağız kendisine hayran olduğumu zannetti. Ben, elim ayağım titreyerek "Söyleşi yapabilir miyiz? Fotoğrafınızı çekebilir miyim?" diye taleplerimi sıralamaya başladım. Bütün bunlar, onu daha da onurlandırdı. Tam fotoğrafını çekiyordum ki beni durdurdu:" Bir dakika... Daha iyi bir fikrim var" diyerek gidip salonda asılı kocaman Türk bayrağının önünde tam da aradığım muhteşem pozu veriverdi. Sonra, sohbet etmeye başladık. Sanki o meşum şiiri yazan o değil; kederli bir duruşu olan, yumuşak huylu bir adam "Gittiğin yere beni de götür. Götür de istersen yerlerde yatır" şarkısının sözlerini de o yazmış. Ben bir canavarla karşılaşmayı bekliyordum kuşkusuz. Kin şiirinin hikâyesi biraz farklıymış. Soyuer, şiiri aslında komünistler için yazmış; sonradan bana postaladığı kitapta da gâvur yerine "Moskof" geçiyor. Yani "Bin Moskof kellesi bir kin ödemez" diye gidiyor şiir. Bir komutan, "Moskof" sözünü " gâvur ile değiştirip Kıbrıs'a uyarlamış.

Sonraları İnternet’te yaptığım araştırmada Halil Soyuer’den arkadaşlarının sevgiyle söz ettiğini, kendisini mülayim bir insan olarak tanımladıklarını görünce çok şaşırmıştım.

Şimdi bu şiiri alıntılayıp midenizi kaldırmak istemiyorum.

Milliyetçiler üzerine düşündüğümde aklıma öncelikle bu cephede bulunmanın getireceği dünya nimetleri geliyor nedense. Kıbrıs’ta milliyetçilik, hep çok para, çok avanta, çok imkân demek olmuştur. Çözüm korkusu biraz da bununla ilgilidir.

Çözüm sadece milliyetçilerin değil, Kıbrıs Sorunu konusu dışında bir uzmanlığı bulunmayan politikacıların da sonunu getirecektir.

Gerçi çözüm umudunun yükseldiği dönemlerde milliyetçi cepheden barış cephesine kıvrak geçiş denemeleri yaşandığını da gözlemlemişizdir geçmişte.

Adanın her iki tarafında barış isteyenlerin daha güçlü birliktelikler oluşturması ve bence her iki tarafta da net yüzde otuz olan bu çekirdek hücrenin büyümesi için çalışmalar yapılmasından başka yol görünmüyor.

Sokakta güçlü bir barış talebi bulunsaydı görüşme masası kolay kolay çökemezdi.

“Sen ne diyorsun Türkiye var Yunanistan var” diyenlere ise sözüm şu: Oralarda da sokak var. Olursa üç tarafın da barışseverleri hareketlenirse olur. Bir hayal mi bu? Elbette bir hayal. Ama her şey bir hayalle başlar.

Bu yazı toplam 3390 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar