“Her tepeye bir villa dikmek, her sahile bir apartman dikmek yatırım değil, ranttır”
Antropoloji Profesörü, uzun yıllardır Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Rebecca Bryant plansız yapılaşmaya isyan etti, “her tepeye bir villa dikmek, her sahile bir apartman dikmek yatırım değil, spekülasyon ve ranttır” dedi.
Antropoloji Profesörü, uzun yıllardır Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Rebecca Bryant plansız yapılaşmaya isyan etti, “her tepeye bir villa dikmek, her sahile bir apartman dikmek yatırım değil, spekülasyon ve ranttır” dedi.
Son dönemde Karşıyaka (Vasilya) bölgesinin de yapılaşmaya açılmasına yönelik girişimler tepki topladı.
Rebecca Bryant, yetkilileri uyardı, toplumu harekete geçirmeye çağırdı.
Bryant şu paylaşımı yaptı:
"Bazılarına göre Kıbrıs’ın son zamanda dağı taşı kaplayan yapılaşma furyasına karşı çıkmak gericiliktir, gelişmeye karşı olmaktır. Bazıları ‘Yatırım yatırımdır. Ne var bunda?’ diyor. Sorun şu: gelişmek toplumsaldır, bireysel olamaz. Gelişmek ilerlemek demektir, toplumun geleceğini planlamaktır. Daha iyi yollar, daha iyi eğitim, her bölgede yeterli sağlık hizmetleri gelişmek demektir. Daha fazla demokrasi, daha eşit hayat koşulları, daha iyi planlanmış bir gelecek gelişmek demektir. Gelişmek her gencin altında bir Porsche veya Lamborghini’nin olması olamaz.
Aynı sebeplerden dolayı her tepeye bir villa dikmek, her sahile bir apartman dikmek yatırım değil, spekülasyon ve ranttır. Yatırımcı parasını geleceğe yatırır. Yatırım genel anlamda ileriye dönük, yani geleceği düşünerek, yapılan bir eylemdir. Belli bir sonuç beklentisiyle herhangi bir girişime zaman, çaba, enerji, veya para ayırma demektir. Kapkaç metoduyla bütün memleketi parça parça yabancılara satmak ancak rantçılık olabilir. Rantçı bugün para kazanmak adına geleceği satar, hatta geleceği yok eder. Bir memleketin suyu, dağı, ağacı satıldığında sadece bir arsa, bir parsel satılmıyor, aynı zamanda memleketin bütün zemini, yani geleceği, yok oluyor.
Bu yüzden de yatırımcı geleceğini düşünerek sürdürülebilir yatırım yapar. Yatırım hastane olur, insani koşullarda yaşlıların bakılabileceği bakımevi olur, geri dönüşüm olur. Her boş araziyi bir siteyle doldurmak ancak ve ancak bugün bazılarının ceplerini doldurmasına yarar, Kıbrıs’a sürdürülebilir bir gelişme getiremez. Dünyanın gerçekten ‘gelişmiş’ yerlerinde gelişmenin ancak memleketin doğası ve kişiliği korunursa sürdürülebileceği kabul edilmiş bir gerçektir. Avrupa’nın büyük bir kısmında bu yüzden şehir merkezleri korunmaktadır, biz de Avrupa’yı gezdiğimizde ‘gelişmiş’ periferal yerleri değil, korunmuş şehir merkezlerini geziyoruz. Dubaivari bir Venedik’i, bir Paris’i, bir Amsterdam’ı düşünebilir misin? Bu yerlerin kişiliği korunduğu için turizm sektörü çalışır, hatta bazen fazlasıyla.
Burada birilerinin ‘ama burası Norveç değil’ diyeceği kesin. Neden de Norveç değil? Norveç’in olmamasının sebebi, geleceğin belirsiz olmasından dolayı geleceği planlayamamaktır. Evet, Kıbrıs’ta en yaygın sözcüklerden biridir, belirsizlik. Belirsizlik, Kıbrıslıların dünyadaki yerini bilememekten, ‘görünememekten’, tanınamamak veya tanımlanamamaktan kaynaklanır. Önünü görememek, ne yapacağını bilememek, etrafında bir sis var diye adım atamamak anlamına geliyor. Dünyada ne olduğunu bilmezsen, yarın dünyanın sana nasıl davranacağını bilemeyeceğin bir şeydir ‘Belirsizlik.’
Mesele evet Kuzey Kıbrıs’ın belirsizliğidir. Genel olarak devlet dediğimiz şey, belirli gelecekler bekleyebileceğimiz ve dolayısıyla kendi geleceğimizi buna göre şekillendirebileceğimiz bir alandır. Yani devlet, belirli gelecekler beklememizi sağlamanın bir yoldur. Veya öyle olmalıdır. ‘Burası Norveç değildir’ denildiğinde geleceğin muğlak olduğu, her gün her şeyin değişebileceği anlama geliyor. Buradaki devletin, devlet değil devletmiş gibi görünmesinin en önemli nedenlerinden biri de istikrarlı bir geleceği vatandaşlarına garanti edemediği içindir.
Bu belirsizlik içerisinde yatırım zor olur ve rantçılar, spekülatörler ve kapkaççılar çoğalır. Bana öyle geliyor ki bu kötüleşen duruma karşı durabilmek için ortak bir gelecekte anlaşmak gerekir. Bir vizyon gerekir. Birçok muhalefet partisi bu kadar zamandır geleceği çözüme bağlamış durumdaydı. Yani çözüm olacak ve ertesi gün her şey sihirli bir değnekle hemen düzeltilecek. Öte yandan çözüm uzaklaştıkça ve her şeyi ona endeksleyince memleketin yok oluşu da kaçınılmaz oluyor. Bir de sadece kuzeyde yaşayanlar için yok olmuyor, bütün Kıbrıslılar için yok oluyor. Çözümsüzlük içerisinde bir gelecek olur mu? Geçen son 50 yıldır gelecek geldi geçti. Yani ister istemez gelecek geliyor. Konu o kaçınılmaz geleceğin nasıl şekillendirileceğidir.
Bu belirsizliğin içinde tek belirli olan, iklimin felakete doğru ilerlemesi. Geçen gün Kormaçit’e, Geçitköy’e ve kim bilir başka nerelere sel bastı. Geçen sene dünyanın en sıcak senesiymiş. Kaçınılmaz olarak bütün ada etkileniyor. Türkiye’den gelen su en fazla 2050’e kadar devam edecekmiş. Biz o zamanı görmezsek bile çocuklarımız, torunlarımız susuzluk yaşayacak. Eşitsizlikler çoğalacak. Bu kaçınılmaz geleceği önleyemezsek bile etkilerini azaltabiliriz. Fakat kuyuları boşaltarak, ağaçları keserek, her yere beton dökerek, hayvanlara sığınak yerleri bırakmayarak olmaz. Bana göre siyasi partilerin öncelikli işi bu olmalı: sürdürülebilir bir geleceğin vizyonunu üretip başka bir geleceğin bir gelecek olmadığını halka anlatmak. Çevre bütün adanın çevresidir. Her hâlükârda ve siyasi geleceği ne olursa olsun toplumun geleceği toprağı satmakta olamaz, ancak ona sarılmak ve geleceğe yönelik yatırım yapmakta olur."