1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Her zaman öğrenci, her zaman öğretmen: Kemal Yücel
Her zaman öğrenci, her zaman öğretmen: Kemal Yücel

Her zaman öğrenci, her zaman öğretmen: Kemal Yücel

Her zaman öğrenci, her zaman öğretmen: Kemal Yücel

A+A-

 Hakkı YÜCEL

 [email protected]

     “Hep yaşadığımı hatırlatıyorum kendime
     Diyorum ki işin acele
       Bir gün ne el kalacak tutmak için
      Ne yürümek için bacak
     Ne bulutların seyri
      ne de bir hatıra dünyamızdan
     Çünkü hatıralar kuşlar gibi
     Dal ister konacak.” 
        O.Rifat.
 

Doksan yıllık imrenilesi müthiş bir hikâyeydi..

10 Şubat 1923 tarihinde Yenağra’da (Nergisli’de) başladı. Baba kadı, anne ev kadını çiftin doğan ikinci, yaşayan ilk çocuğuydu. Işığı hiç sönmeyen, deniz mavisiyle yosun yeşilinin birbiri içinde çoğalarak buluştuğu, ıslak, çakır rengi gözleri vardı. İlkokulu köyünde, ortaokul ve liseyi Lefkoşa’da, ömrü boyunca ve hayatının her anında coşkulu, doğurgan varoluşsal bir serüven olarak yaşadığı mesleğini elde edeceği Öğretmen Koleji’ni Omorfo’da (Güzelyurt’ta) tamamladı. 60 yıl aynı yastığa baş koyacağı eşi ile henüz çiçeği burnunda bir öğretmenken evlendi. Hiç bitmeyecek hayalleri, asla yitirmeyeceği idealleri, inanılmaz öğrenme iştahı, öğrendiklerini başkalarıyla paylaşma cömertliği ve bir an bile tükenmeyecek yaşam heyecanıyla mesleğe adım attı.

İlk görev yeri Karpaz’da bir köydü. Yeni evli genç çift, Kritya’da (Kilitkaya’da), tek odalı bir köy evine, hepi topu birkaç parçadan ibaret eşyalarıyla yerleşti. Beş yıl, bir bölümünde tek öğretmen olarak, burada yaşadı ve görev yaptı. Gündüz okulda öğrencilerle, akşamları köy kahvesinde köylülerle bir arada oldu, bildiği ne varsa onlarla paylaştı. Yoksul köy çocuklarına bir kelime daha fazla öğretebilmenin, ağır hayat yorgunu köylülerin dertlerine derman olabilecek  en küçük bir katkıyı yapabilmenin saadetini hiçbir şeye değişmedi. Öğretmenliğin kutsiyetine ve ulviyetine yürekten inandı. Hiç yorulmadı, şikayet etmedi. Her koşulda zorluklara göğüs gerdi, hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. Fedakârlığı, gözünü kırpmadan kendisi için çok değerli olan şeyden başkaları yararına vazgeçme hasleti olarak bildi. Bunu yerine getirirken hiçbir karşılık beklemedi. İlk çocuğunun doğumunda, öğrencilerini teslim edeceği kimse olmadığı için, annesinin yanına gönderdiği eşinin baş ucunda bulunamadı. Bir kızı olduğunu ancak tatili fırsat bilip de eşini ziyarete gittiği zaman, trenden inerken bir başkasından öğrendi.

İlkokul öğretmeni olarak başladığı, ilköğretim başmüfettişliğinden emekli olarak tamamladığı  otuz yıllık meslek hayatında farklı yerlerde ve farklı görevlerde bulundu. Ayrıldığı her yerde ardında onu sevgi ve minnetle anan insanlar bıraktı. Arkadan yeni öğrenciler gelmediği için bir ara kapanma tehlikesi geçiren Mehmetçik Ortaokulu’na, yeniden işlerlik kazandırma koşuluyla müdür olarak atandığında, hemen kolları sıvadı, bir diğer öğretmen arkadaşıyla birlikte bisiklet üzerinde köy köy, ev ev dolaşarak okulun kapanmayacağı haberini yöre halkına duyurdu, yeterli sayıda öğrenciyi buldu, okulu yeniden ayağa kaldırdı. İleride aralarından değerli insanlar çıkacak birçok çocuğunun kaderini değiştirdi. Bunu başarabilmiş olmanın iç huzurunu ömür boyu yaşadı.

Mevcut bilgileriyle hiçbir zaman yetinmedi. Kendini geliştirmek için sürekli çaba gösterdi, imkânları zorladı. Hep yeni şeyler tasavvur etti.1956 yılında sömürge idaresinin her yıl iki öğretmene verdiği burslardan birini kazanarak İngiltere’ye gitti. Bir yıl süreyle mesleki eğitim gördü, gözlemlerde bulundu, yeni bilgilerle, deneyimlerle ve bir yığın kitapla geri döndü. Daha sonraları benzer bir eğitimi  Almanya’da da bir yıl süreyle aldı. Farklı ülkelerdeki eğitim sistemlerini incelemeyi, karşılaştırmayı ve buralardan  Kıbrıs’taki eğitime katkıda bulunacak sonuçlar çıkarmayı vazgeçilmez bir gereklilik olarak gördü. Ufkunu geniş tuttu, öğrenmeyi ve öğretmeyi sonuna kadar sürdürdü. İnsanın maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahip olmasını en büyük zenginlik olarak kabul etti. Yeni şeyler öğrenmek ve bunları meslektaşlarıyla paylaşmak en büyük zenginliğiydi. Sınırlarını zorladı, yaratıcı oldu. Köşklüçiftlik İlkokulu’nda (Şehit Tuncer İlkokulu) müdürken beşinci sınıf öğrencilerine -bu satırların yazarı da o öğrencilerden birisiydi- haftada bir gün Victor Hugo’nun “Sefiller” romanını okudu..Onlara Jan Valjal’ı tanıttı; kelimlerin gücünü gösterdi, edebiyatın gizemli dünyasının kapılarını açtı, hayal dünyalarını harekete geçirdi. Anlamanın ve anlatmanın yolunun dil üzerinden olacağına ısrarla vurgu yaptı.

Kendi varoluş serüveninde dil en büyük dayanağı, vazgeçilmez tutkusu oldu. Öğrendiği her yeni dilde daha da çoğaldı, hayat ve dünya daha bir anlam ve değer kazandı.Bir dilin burçlarına tırmanırken hiç yorulmadı, zaman ve mekân engeli tanımadı. Almancayı kırkına merdiven dayadığında öğrendi. 63 Aralığından sonra kuşatılmış küçük dünyalarında yaşamaya mahkûm olan Kıbrıslı Türklere Almancayı öğreten ilk hoca oldu. Onun rahle-i tedrisinden geçenler arasından daha sonraları toplumun ihtiyacını karşılayacak olan Almanca öğretmenleri çıktı. Aynı dönemde Fransızcaya başladı. Dil öğrenimini adeta bir oyuna çevirdi, evde kullandığı her Türkçe cümleyi bildiği diğer dillerde de tekrarlamak ve çoğaltmak gibi bir alışkanlık edindi. Emekli olduktan sonra çalışmak için gittiği ve iki yıl kaldığı Libya’da Arapça öğrendi. Bu kadarla kalmadı aynı dönemde Bulgar bir kadından Rusça dersleri aldı. Adaya döndükten sonra kâh hocalarla, kâh elinin altından hiç eksik etmediği kitaplarla tek başına çalışmalarını sürdürdü. Aynı yöntemi okul yıllarından bir miktar bildiği Yunancasını geliştirmek için de kullandı. Gün geldi başkalarına Rusça, Yunanca dersleri verdi. Dil tutkusunu “geceleri uyurken gözlerimin önünden kelimeler geçiyor, rüyalarımda sürekli farklı dillerde konuşuyorum” diyerek ifade etti.

Emekli olduktan sonra çekilip bir kenarda oturmadı. Üniversite’de Almanca hocalığından, “yapmaktan en çok keyif aldığım iş dediği” Öğretmen Koleji’nde genç öğretmen adaylarına ders vermeye kadar  çalışmaya, okumaya, bilgi ve deneyimlerini paylaşmaya devam etti. Yetmişinden sonra “İngilizce dil eğitimi” üzerine master yaptı. Sömürge Yönetimi döneminde “Kıbrıs Türklerinin Eğitim Sistemi” hakkında master tezi yazdı. Tezini ve bu konudaki bilgilerini aynı kapsamda çalışma yapmak isteyenlere sunmaktan, onlara yardımcı olmaktan büyük bir zevk aldı. O yaşta aldığı diplomayı, sadece, hayattaki temel prensiplerinden birisi olan “yeni bir şey öğrenmek ve hayallerini gerçekleştirmek için asla geç değildir”i kanıtlamanın ve asıl gençlere örnek olmanın sembolü olarak kabul ettiği için gurur vesilesi saydı. Hiç kimseden takdir beklemedi. O günlerde bir kadın gazetecinin yaşlı bir adamın master yapmasını, üstelik bunu başarıyla tamamlamasını, sonuna kadar hak edilmiş bir başarının karşılığı olarak değil de, ona çocuksu arzularını tatmine yönelik bir hediye olarak verildiğini ima eden bir yazı yazmasına üzüldü ama öfkelenmedi. Soruşturulmadan, araştırılmadan, kaynağına baş vurulmadan böyle bir yazının yazılmasını, toplumda giderek yaygınlaşan kötücüllüğün sıradanlaşması hali olarak kabul etti; kendisinin incinmesinden çok, asıl buna hayıflandı.

İyimserliği temel hayat prensibi olarak kabul etti. Hiç kimseyi kıskanmadı, bilerek ve isteyerek hiç kimseye kötülük yapmadı. Yaşamı ve insanları derin bir aşkın tutkusuyla sevdi. Yetişmesine katkı yapanları hep saygıyla andı. Söze hep “rica ederim” diyerek başladı ve “teşekkür ederim” diyerek bitirdi. Her zaman diyaloğa ve eleştirilere açık oldu, başkalarının görüşlerine ve düşüncelerine değer verdi. Tevazuyu bir erdem, sadeliği bir yaşam tarzı olarak benimsedi. Onur ve haysiyetini korumayı her şeyden çok önemsedi. Sonuna kadar iflah olmaz bir romantik olarak yaşadı. Şairi Cahit Sıtkı Tarancı’ydı, öldüğü gün arkasından ağladı. Nazım Hikmet’in şiirlerini büyük bir hayranlık ve yürek sancısıyla okudu. Türk sanat müziğini hep bir zaman tünelinin içinde, kendinden geçerek ve hüzünlenerek dinledi. Yesari Asım Arsoy’un  hüzzam şarkısı “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” her çalındığında gözleri buğulandı.

O ailesini, ailesi onu çok sevdi. Sadık bir eş, müşfik bir baba, tonton bir dedeydi. Bu satırların yazarının hem babası, hem ağbisi, hem de dostu oldu. Ona, hatıralarını ömrünün sonuna kadar saklayacağı inanılmaz sohbetlerin keyfini ve ayrıcalığını yaşattı.    

Her zaman bir öğrenci gibi ve her zaman bir öğretmen olarak yaşayan Kemal Yücel’in, doksan yıllık imrenilesi müthiş bir hikâye olarak yaşadığı hayatı, 22 Şubat 2013 tarihinde  noktaladı. Son yolculuğuna sevenleri tarafından uğurlandı..

Şimdi o sevgili eşinin yanında huzur içinde yatıyor...

Bu haber toplam 18039 defa okunmuştur
Gaile 203. Sayısı

Gaile 203. Sayısı