1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Herhangi bir zorla kayıp etme eylemi,  yaşama hakkına yönelik ağır bir tehdit oluşturuyor...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Herhangi bir zorla kayıp etme eylemi,  yaşama hakkına yönelik ağır bir tehdit oluşturuyor...”

A+A-

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi OHCHR’ın Kıbrıs raporunda “kayıplar” konusu da ele alındı. 1 Aralık 2022 ile 30 Kasım 2023 tarihlerini kapsayan Kıbrıs’la ilgili 15 sayfalık insan haklarına dair raporda, insan haklarıyla ilgili çeşitli konular ele alınmış ve Mart ayı sonlarında açıklanmış bulunuyor.

Raporun “kayıplar”la ilgili bölümünü okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Raporun “kayıplar”la ilgili bölümünde özetle şöyle deniliyor:

***  Yaşam hakkı ve kayıp şahıslar sorunu... Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin üçüncü maddesine göre, herkesin hayat, özgürlük ve güvenlik hakkı vardır. Bunun da ötesinde Zorla Kayıp Edilmelere Dair Tüm Şahısların Korunmasına İlişkin Deklerasyon’un birinci maddesinde de herhangi bir zorla kayıp etme eyleminin, insanlık onuruna bir saldırı olduğu ve insanları yasaların korumasının dışına çıkararak onlara ve ailelerine derin acılar yaşattığı belirtiliyor. Herhangi bir zorla kayıp etme eylemi ayrıca yaşama hakkına yönelik ağır bir tehdit oluşturmaktadır.

***  1963 ve 1963 yıllarındaki toplumlararası çatışmalar ile Temmuz 1974 ve sonrasındaki olayların sonucu olarak 1,510 Kıbrıslırum ile 492 Kıbrıslıtürk’ün “kayıp” olduğu her iki toplum tarafından Kayıp Şahıslar Komitesi’ne resmi olarak bildirilmiştir.

***  Raporun ele aldığı dönem içerisinde üç üyeden oluşan Komite, iki toplumlu kazılar, kimliklendirme ve kayıp şahısların kalıntılarının ailelerine iadeleri projesini sürdürmüş, bunu katkı yapanların, özellikle de Avrupa Birliği2nin bağışlarıyla devam ettirmiştir. 30 Kasım 2023 tarihine kadar Kayıplar Komitesi, 1,223 bireyin kalıntılarına adanın her iki tarafında da ulaşmış ve 1,036 “kayıp” şahsı kimliklendirmiştir. Ele almakta olduğumuz dönemde kalıntılarına ulaşılan kayıp şahıs sayısı 27 olup bunlardan sekiz “kayıp” şahsın kalıntıları kimliklendirilerek onurlu biçimde defnedilmek üzere ailelerine verilmiştir. Dönem içerisinde kalıntıları bulunan üç kişi, resmi kayıplar listesinde değillerdi, bunlar da kimliklendirilerek kalıntıları ailelerine verilmiştir.

***  30 Kasım 2023 tarihi itibarıyla Komite, kazılmak üzere 91 olası gömü yeri belirlemiştir. Haziran 2019’da izin verilen Kıbrıs’ın kuzeyindeki yedi askeri bölgede Komite kazılar yürütmüş ve altı “kayıp”tan geride kalanlara ulaşmıştır.

***  28 Temmuz 2023’te Kıbrıslırum lider ile Kıbrıslıtürk lider birlikte komitenin antropoloji laboratuvarını ziyaret etmişler ve komitenin insani operasyonlarına güçlü desteklerini teyid etmişlerdir. 2015’ten bu yana yapılan ilk ortak ziyaret olmuştur bu.

***  Olası gömü yerlerine ilişkin ek bilgilere ulaşmak maksadıyla Komite 1963-64 ve 1974 yıllarında Kıbrıs’ta askeri, polisiye veya insani maksatlı bir varlık göstermiş olan ülkelerin ve örgütlerin arşivlerine ulaşma çabalarını sürdürmüştür. Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslıtürk Üye Ofisi’nin, Türk ordusunun 1974’te çektiği hava fotoğraflarına ulaşımı devam ederken, Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslırum Üye Ofisi de, Kıbrıs Cumhuriyeti Milli Muhafızı’nın 1974 arşivlerindeki araştırmalarını sürdürmüştür.

***  2674 (2023) sayılı kararında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kayıplar Komitesi çalışmalarına değinerek olası gömü yerlerine dair arşiv bilgilerine yönelik taleplere vakitli yanıt vermeleri ve tüm bölgelere ulaşabilmeleri yönünde tüm ilgili tarafların komiteyle işbirliği yapmaları çağrısında bulunmuştur.

***  BM İnsan Hakları Komitesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin beşinci dönem raporuna dair gözlemlerinin sonuç bölümünde Devlet tarafının Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kayıpların bulunması ve bunların araştırılmasına dair çabalarını not etmiştir. Ancak kurbanların ailelerinin uygun biçimde tazmin edilmesine dair belli bir programın olmayışı ve herhangi bir dava süreci olmayışıyla ilgili kaygılarını da belirtmiştir. Komite, Devlet tarafına Kayıplar Komitesi’ni desteklemeye devam etmesini, kayıp ailelerinin tam olarak tazmin edilmesini, bir hakikat ve uzlaşma komisyonu oluşturmayı düşünmesini ve Zorla Kayıp Edilmelere Dair Tüm Şahısların Korunmasına ilişkin Konvansiyonu ratife etmesini tavsiye etmiştir.

***  Avrupa Konseyi Bakan Yardımcıları ise Kıbrıslırum kayıplar ve ailelerine dair kararların uygulanmasını gözetmeye devam ettiler. 9 Mart 2023 tarihinde, Mayıs 2001 tarihli Kıbrıs v. Türkiye’ye dair Kıbrıslırum kayıp şahısların akibetine dair kararda ilerleme kaydedildiğini not ettiler, özellikle de Türk yetkililerin Kayıplar Komitesi’ne ve Kayıp Şahıslar Ünitesi’ne verdiği desteği not ettiler. Bakan Yardımcıları, Türk yetkililere çağrıda bulunarak kayıp şahısların kalıntılarının bulunabileceği tüm bölgelere ve tüm ilgili bilgilere Komite’nin ulaşmasını sağlamaya devam etmesini istediler. Bakan Yardımcıları, Türk yetkililerden Kayıp Şahıslar Ünitesi’nin yürüttüğü araştırmaların devamını sağlaması ve çalışmalarına ilişkin güncelleştirilmiş bilgileri sunmasını istediler. Bakan Yardımcıları, Varnava ve Diğerleri ile Kıbrıs v. Türkiye davalarında belirlenen ödemelere dair ara raporuna yanıt verilmeyişini de kınadılar ve Türkiye’yi daha fazla gecikme olmaksızın bu ödemeleri yapmaya davet ettiler.

(OHCHR’ın Kıbrıs’ta insan haklarına dair A/HRC/55/20 sayılı raporunun “kayıplar”la ilgili bölümünü derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

sayfa-17-kayiplar-komitesi-kazilarindan-gorunum.jpg

Kayıplar Komitesi kazılarından görünüm...


“1964 Rum sürgünü, Lozan’ın ihlaliydi...”

Yetvart Danzikyan

16 Mart 1964 İstanbul Rumları için trajik bir tarih. Kıbrıs olayları gerekçe gösterilerek İstanbul’da Yunan pasaportu taşıyan Rumların kısa sürede ülkeyi terk etmeleri istendi. Böylece Yunan pasaportu taşıyan Rumlar Türkiye vatandaşı olan eş ve çocuklarıyla birlikte Türkiye’yi terk ettiler. Bu sürgünün üzerinden tam 60 yıl geçti. Kararın arka planını ve sonuçlarını azınlık hukuku üzerindeki çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Baskın Oran ile konuştuk.

 

***  Karar çıktığında Yunan uyruklu kaç Rum vardı Türkiye’de?

Bu konuda net sayılar mevcut elimizde. 1964 başında, Türkiye’de yerleşmiş 12.724 Yunan uyruklu Rum yaşamaktaydı.

 

***  1923’te yapılan zorunlu nüfus mübadelesiyle gitmemiş miydi Rumlar?

Hayır. 30 Ocak 1923’teki zorunlu mübadeleyle Yunanistan’dan (B. Trakya hariç) Yunan uyruklu Müslümanlar, Türkiye’den de (İstanbul hariç) Türk uyruklu Rum Ortodokslar gönderilmişti.

Meselenin uzun geçmişini kısaca özetlersek:

Yakın tarih boyunca Türk-Yunan ilişkilerini zehirlemiş ve karşılıklı azınlıkları perişan etmiş olan Kıbrıs meselesinde, adada Aralık 1963’te çıkan çatışmalar bu olayı tetikledi. Özellikle de bir Türk subayının banyo küvetinde EOKA tarafından katledilen eşi ile üç çocuğunun fotoğrafı Türkiye’de büyük tepki yarattı. TSK’nin adaya müdahalesi ancak Haziran 1964 meşhur Johnson Mektubuyla durdurulabildi.

Çıkartma yapmanın mümkün olamayacağı anlaşılınca İnönü hükümeti Yunanistan’ı sıkıştırmak için önce Patrikhane’yi ihraç etmeyi düşündü fakat bunun dünyada ters tepeceği düşüncesiyle dikkatler İstanbul’da yaşayan Yunan uyruklarına döndü. Türk hükümeti, 30 Ekim 1930 tarihli İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi’ni 16 Mart 1964’te tek taraflı olarak feshetti ve Md. 36’ya göre bu feshin 6 ay sonra yürürlüğe girmesi hükmünü de Md. 16’ya dayanarak uygulamadı.

Bu Mukavelename, iki ülke arasında, Türkiye ve Yunanistan uyruklarının birbirinin ülkesinde oturmasını, mal edinmesini, çalışmasını, iktisadi faaliyette bulunmasını vb. mümkün kılan (yani, AB’den kırk yıl önce “serbest dolaşım” öngören) bir ikili antlaşmaydı.

Fesih sonucunda Yunan uyruklu İstanbullu Rumlar, yanlarında yalnızca 200 TL (o zamanki kurla 22,2 dolar) ve 20 kiloluk bir şahsi eşya bavuluyla sınır dışı edildiler. 2 Kasım 1964’te çıkarılan gizli bir kararnameyle de bu Rumların taşınmazlarına ilişkin her türlü tapu işlemi durduruldu ve bunların gelirleri bloke edildi.  2.902 adet gayrimenkule el konmuş oldu. Bunların değerleri hakkında tahminler, Türk tarafına göre 200 milyon dolar, Yunan tarafına göre 500 milyon dolar civarındaydı. 

Bu kararnamedeki bir ilginç durum da şudur ki, metnin başında “Yunan Hükümeti’nin Türk vatandaşlarını Yunanistan’da zarara uğratmış bulunan her çeşit tedbir ve muamelelerine karşılık olmak üzere” ibaresi kullanılmıştı, oysa bu sınır dışı olayının Kıbrıslı Türklerin uğradığı saldırılara karşılık yapıldığı belirtilmiş bulunuyordu.

Kararnameyle el konulan bu malvarlıkları ancak Turgut Özal zamanında,

Yunanistan’la ilişkileri yumuşatma anlamına gelen “Davos Ruhu” ortamında 1988’de serbest bırakılacaktır.  

                              

***  Başta sözünü ettiğiniz 12.724 kişi hakkında daha ayrıntılı bilgiler var mı?

İlgili sayıları daha ayrıntılı biçimde vermek gerekirse:

Bu 12.724 kişiden 997’si “zararlı faaliyetler” gerekçesiyle derhal sınır dışı edildi. 7.603’ü ikamet süreleri uzatılmadığından gönderildi. 1.134 İstanbullu Yunan uyruğunun kalmasına ise yaşlılık vs. gerekçeleriyle izin çıktı. Sonuç olarak 8.600 kişi sınır dışı edildi 1964 yılı içinde.

Fakat şu da var ki, bu insanların yanı sıra yaklaşık 30.000 Türk uyruğu İstanbullu Rum da gitmek zorunda kaldı. Çünkü hem onlarla kız alıp vermişlerdi hem de ülkeye egemen olan Rum karşıtı atmosfer sonucu Türkiye’de kendileri için hayat hakkı kalmadığı psikolojisine girmişlerdi.   

Unutmadan: Sürgün kararından, bu Rumların yanı sıra, İzmir ve Mersin gibi kentlerde bazıları yüz yıllardır yerleşmiş bulunan Yunan uyruklu Levantenler de etkilendiler. Mesela İzmir’de komşumuz bir Levanten 140 yıldır Türkiye’de oturan Venedik kökenli bir Katolik aileden geliyordu, Yunan pasaportlu olduğu için sınır dışı edildi. 

 

***  Bu kararı sizin “100. Yılında Lozan İhlalleri” kitabında yer verdiğiniz gibi Lozan’ın bir ihlali olarak görebilir miyiz?

Evet. Bir kere, Lozan Barış Antlaşması Md. 38 “Türk hükümeti, Türkiye’de oturan herkes[in] (…) milliyet ayrımı gözetilmeksizin (…) özgürlüklerini korumayı (…) yükümlenir” demekte.

İkincisi, bu Yunan uyrukları yalnızca 1930 Mukavelenamesi’yle değil, Ocak 1923 Lozan Zorunlu Mübadele Sözleşmesinin 2/a maddesinde kullanılan terimle de İstanbul’da etabli ilan edilmiş durumda. Şöyle ki:

Mübadele Sözleşmesi Md. 2/a, mübadeleye tabi tutulmayacak (yani etabli sayılacak) kategorileri sayarken, nasıl Yunanistan için “B. Trakya’da oturan Müslümanlar (B. Trakya’nın Müslüman ahalisi)” demişse, bu insanlar için de “İstanbul’da oturan Rumlar” (İstanbul’un Rum ahalisi)” demekteydi. Yani bu Rumlar uyrukluk (Türk veya Yunan) veya din/mezhep (Ortodoks veya başka) durumları dikkate alınmaksızın etabli ilan edilmişlerdi.

Kaldı ki, önemli bir Lozan ihlali daha mevcut: Lozan Dengesi’nin ihlali. Çünkü bu denge, askerî durumun (Ege adaları vs.) yanı sıra karşılıklı etabli nüfus dengesini de içeriyordu. Zira Mübadele Sözleşmesi yapıldığında hem B. Trakya’da hem de İstanbul’da yaklaşık 120.000’er etabli kaldığı halde, günümüzde B. Trakya’da yine yaklaşık 120.000 Müslüman Türk’e karşılık, İstanbul’da bugün yaklaşık 2.000 Rum kalmıştır. 1974 Kıbrıs çıkartması bile bu azınlığın tükenmesine 1964 kadar sebep olmamıştır.

Tabii, Türkiye’deki insan haklarının en büyük yüz karası olan 6-7 Eylül 1955 pogromundan bahis bile etmeden geçiyoruz.

 

***  Olayın diğer sonuçlarına değinerek bitirirsek?

1964’ün kısa vadeli yani derhal oluşmuş sonuçlardan bahsediyorsak, İstanbul’un bu tarihsel sakinleri yerini Anadolu’dan iş bulmaya gelenlere bıraktı. İstanbul her bakımdan, özellikle kültür bakımından fakirleşti. 1964 ve 1974 olayları sonucunda büyük miktarda Rum malı da yağmalandı.

İstanbul azınlığının yanı sıra, Lozan Barış Antlaşması Md. 14’le korunmuş olan İmroz ve Bozcaada Rum azınlığı da tükenme noktasına geldi.

En önemli uzun vadeli sonuçtan bahsediyorsak, hemen yukarıda sözünü ettiğim Lozan Dengesi yıkıldı; her iki azınlık da bundan zarar görecektir.

Her iki azınlık derken, Türkiye’deki 1964 ve 1974 baskılarının ucu B. Trakya Müslüman Türk azınlığına da fena dokundu. Özellikle 1967 Albaylar Cuntası döneminde toprakları kamulaştırılan ve traktör ehliyeti verilmeyen azınlık ekonomik olarak çok hırpalandı.  Azınlık ilkokullarını ilk defa resmen “Türk okulları” olarak niteleyen 1954 “Papagos Kanunu” kaldırılarak 1972’de tüm okullarda tabelalar değiştirildi. Her Kıbrıs bunalımı çıktığında Müslüman Türk köyleri askerî ablukaya alındı. Azınlık üzerindeki baskı o denli yoğunlaşmıştı ki, kahvehanelerin menülerinde bulunan “Turkiko Kafe”nin (Türk Kahvesi) adının bile “Bizans Kahvesi”ne çevrilmesi zorunlu tutulmuştu.

Yunanistan da, 1964’e karşılık olarak, Onikiada’da (İstanköy/Kos ve Rodos’ta) yaşayan Müslüman Türkleri sınır dışı etmeye başladı ve bazı camilerde minareden ezan okunmasını yasakladı.

Bütün bunlar bize, azınlık hakları konusundaki o hazin deyimi hatırlatıyor:

“Filler tepişir, otlar ezilir”.

https://www.agos.com.tr/tr/yazi/30020/1964-rum-surgunu-lozanin-ihlaliydi

(AGOS – Yetvart DANZİGYAN – 23.3.2024)

Bu yazı toplam 588 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar