1. YAZARLAR

  2. Çağıl Günalp

  3. Herkes, herşeyleşiyorken
Çağıl Günalp

Çağıl Günalp

Herkes, herşeyleşiyorken

A+A-

Aynı gündemin, değişik varyasyonları içerisinde her gün yoğruluyoruz. Birçok televizyon kanalı ve gazete, bu yüzeyselliği daha da körüklüyor. Derinliği olan, düşündüren konular “entel zırvalığı” olarak lanse ettiriliyor ve düşünmeye, görmeye, bilmeye, yüzleşmeye yeteri kadar cesaret edemiyoruz. Evet, niteliği olmayan ithal kültürel kodları gündelik yaşamımıza angaje etmeye yetkinleşmiş, nitelikli olanları ise göz ardı etmeye meyilli bir toplumuz. Buna ek olarak, içi boşaltılmış, niteliksiz olsa da; yerel olana fetiş derecede değer biçme konusunda da sağlıksız bir durum içerisindeyiz. Yerel olduğu, yakın hissettiğimiz için sıradan hatta ve hatta çalıntı işler yapsa da hiçbir süzgeçten geçirmeden birçok insana bu toplumda anında sanatçı/yazar payesi veriyor, üretilen niteliksiz işlere ise sanat demeye bayılıyoruz. Görsel ve yazılı medya organlarında da kitlelere “sanat” olarak sunulan bu işler; yüzeyselliği daha da körüklüyor, evrensel anlamda nitelikli sanatçılara ve sanat disiplinlerine toplum olarak daha da yabancı oluyoruz. Akdeniz’in bu çorak havzasında, her an, herkes her şey olabilirken, günün sonunda herkesin hiçbir şey ol(a)madığını görmüyoruz, göremiyoruz. Yerel olana, bu denli koşulsuz değer biçmenin dogmatizm olduğunu kabul etmek istemiyoruz…

Genelde sanatın, özelde ise müziğin gücünü 2400 küsur yıl önce anlayan Antik Yunan’daki müziğin rolünden özellikle bahsetmek, sanırım bu noktada önem arz etmektedir. Plato’nun Devlet isimli kitabında da altını çizdiği gibi, Antik Yunan’da müzik; eğitimin en önemli unsurlarından biriydi. Tanrıların, insana bahşettiği bir hediye olarak algılanan müzik; aynı zamanda felsefenin bir elementi, kozmik düzenin matematiksel bir ifadesi olarak kabul ediliyordu. Buna ek olarak, mental ve fiziksel hastalıkların tedavilerinde de kullanılan müziğin, toplumun etik anlamda yetkin olmasında önemli bir rolü olduğu düşünülüyordu. Buna sebep ise; müziğin dinleyicilerin ahlaki ve duygusal gelişimine etkisine olan inancın üst seviyede olmasıydı. Yukarıda yazdıklarım ışığında, Kıbrıs’ın kuzeyinde global ölçekte nitelikli klasik müzik icra edilmesinin ne gibi toplumsal önemi olduğunu irdelemeye çalışacağım. Her şeyden önce bilinmelidir ki; klasik müzik dünya insanının ortak kültürüdür. Tınılarını doğadan alan, çok sesli bu müziğin niteliğini reddetmenin doğayı, yaşamı reddetmek ile özdeş olduğunu düşünüyorum. Sakın yanlış anlaşılmasın, yazımdaki gailem, ihtiyaçlar arası bir hiyerarşi kurmak, sanat dalları arasında bir önem sırası belirlemek ya da insanların hangi müziği dinlememesini söyleme cüreti göstermek değil; en genel tabir ile nitelikli müziğe, dolayısı ile sanata Kıbrıs’ın kuzeyindeki insanların ne kadar ihtiyacı olduğunu anlatmaktır. Sokakta veya salonlarda icra edilmesi fark etmeksizin...

Müziğin sadece bir eğlence aracı olmadığını, aynı zamanda informal bir eğitim aracı, yeri geldiğinde bir politik alan olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda; bugün klasik müziğin iki toplum arasında nasıl yaşamsal bir bağ kurabilecek güce sahip olduğunu tahayyül edebiliriz. Çok sesli olan klasik müziğin başat olduğu toplumların da çok sesliliğe nasıl meyilli olduklarını görmek, Kuzey Kıbrıs gibi çok kültürlülüğü hazmedememiş, çok sesliliğe tahammülü olmayan bir coğrafya için belki de bir umuttur kendimize, karşımızdakine ve Ada’mızı paylaştığımız diğer insanlara karşı bir empati geliştirmek adına.

Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin Napoliten ve Nostaljik Şarkılar Konseri’nin sunuş konuşmasında, aile, eğitim, gelenekler, bilim/teknik, devlet/din gibi toplumsal kurumlar arasında müziğin, toplum içindeki bireyin kendini bütün öteki kurumlara göre daha özgür bir biçimde anlatabilmesine olanak sağladığına vurgu yapılır. Nitelikli müziğin, toplumun geleceğe yönelişiyle ilgili yeniliklere de izin veren bir çıkış yolu olduğuna dikkat çekilen konuşmada; müzik bireysel bir karşı çıkış, bir özgürleşme eylemi olarak tanımlanır. Rönesans ile başlayıp, Aydınlanma ile gelişen müzikteki çok seslilik, tek sesliliğe karşı kesin ve kararlı bir karşı çıkış, direniştir. Yaşamın çok sesliliğinin estetik anlamda vuku bulmuş halidir, ezberlenen dogmalara karşıdır. Klasik ve Romantik dönem arası geçişin en önemli figürü Ludwig van Beethoven’ın senfonileri için müzik eğitmeni Ahmet Say’ın belirttiği gibi senfoni, bir toplumsal söylevdir. Bu noktada, senfoninin önemini daha da iyi kavramak adına ODTÜ Felsefe Bölümü’nün yıllarca başkanlığını yürütmüş Prof. Ahmet İnam’ın konuyla ilgili söylediklerini hatırla(t)makta fayda var. Her insanın ruhunun bir müziği çaldığını ifade eden Ahmet İnam, kimi ruhların kakafonik, kimi ruhların senfonik olduğunu söyler. İnsan ruhunun çevresine sürekli bir müzik yayını yaptığını ifade eden Prof. Dr. Ahmet İnam, “Müzik yalnızca ruhumuzdan gelmez, insan ilişkilerinden de gelir. Dostlukların örneğin, bir müziği vardır... İlişkilerin güzel bir müzik çalabilmesi için, ilişkiye girenlerin kendi ruhlarının güzel müzik vermesi yetmiyor, bu müziklerin uyumudur, ilişkilerin müziği... Birçok enstrüman olabilir hayatımızda, yaylılar, bakır üflemeliler, vurmalılar, ağaç üflemeliler... Gönlümüzse orkestra şefidir... Felsefe bir anlamıyla insanın kendindeki, doğadaki, evrendeki, tarihteki müziği aramasıdır” diye konuşarak müziğin salt müzik olmadığını sıra dışı bir üslup ile açıklar.
Yazımın başında bahsettiğim gibi yerel olanın birçok insan tarafından fetişleştirildiği Kıbrıs’ın kuzeyinde, klasik müziğin toplumsal gerekliliği bazı mecralarda sorgulanmıştır. “Kıbrıs kültürü”nün görmezden gelindiği iddia edilen yorumlarda, senfoni orkestrasının kurulması “elitizm, küçük burjuvazi” olarak yorumlanmıştır. Bu tarz yorumların zihinsel idmandan yoksun yorumlar olduğunu düşünsem de; çok sesliliğe inanan biri olarak bu tarz yorumlara da saygı duymak gerektiğine inanıyorum. Sonuçta klasik müziğin başat olduğu toplumlarda da bireylerin müzik algısı, önceliği aynı değildir. Kimi toplumlar ve bireyler, toplumun ürettiği manevi değerleri statik bir olgu olarak görüp muhafaza etme gailesi ile daha da muhafazakârlaşır, kimileri ise ezberlenmiş dogmalara, yüzeysellik ve köhneliğe karşı düşünselliğe ve evrenselliğe sarılıp çok sesli, çok kültürlü, özgür bir gelecek düşler...

Bu yazı toplam 4056 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar