HERKESİN BİR YAŞAM HİKÂYESİ VARDIR; ÖKSÜZLER…
Tıpkı dünyadaki ırkçılığa ve şiddete tanıklık ettiğimiz ve susup oturduğumuz gibi. Karakterleri her açıdan izleyebildik önden, arkadan, yandan. En zayıf, en güçlü, en korunmasız yanlarını gördük.
Filiz Uzun
Dannis Kelly’nin yazdığı, Selin Girit’in çevirdiği ve yönetmenliğini Aliye Ummanel’in yaptığı ‘Öksüzler’ oyununda Danny karakterini Osman Ateş, Helen karakterini Hatice Tezcan, Liam karakterini İzel Seylani ve Shane karakterini ise Tuğra Özyiğit oynadı.
Öksüzler oyununun konusunu duyduğum anda ilgimi çok çekmişti ve ilk oynandığı prömiyer akşamında izlemek için Bandabuliya sahnesinde yerimi aldım. Sahneyi ve oturuluş düzenini gördüğüm an heyecana kapıldığımı itiraf etmeliyim. Oyun başlamadan, yerime yerleştiğim sırada, biz seyirciler de oyunun içine çekileceğiz diye bir hisse kapılsam da öyle olmadı. Ancak fiilen oyuna katılmasak da bizler de tıpkı karakterleri canlandıran oyuncular gibi ruhen oyunun (hayatın) içindeydik aslında.
Öksüzler oyunu alışılmışın dışındaki sahnesi ile karşılıyor seyirciyi. Sahnenin dört bir tarafına yerleştirildiğimizden birebir oyuncularla göz teması kurabiliyor; her ses, her mimik, her hareket gözümüzün önünde gerçekleşiyordu tüm gerçekliği ve çıplaklığıyla. Tüm karakterlerin hikâyelerine bire bir tanıklık ettik oyun boyunca ve sessizce oturduk. Tıpkı dünyadaki ırkçılığa ve şiddete tanıklık ettiğimiz ve susup oturduğumuz gibi. Karakterleri her açıdan izleyebildik önden, arkadan, yandan. En zayıf, en güçlü, en korunmasız yanlarını gördük.
Öksüzler oyunu tüm dünyada gittikçe artan ırkçılık ve şiddet olaylarını işlerken biz seyircilerin bu evrensel soruna farklı bir pencereden bakmamızı sağlıyor. Göçmenliğin, ailenin, sevgisizliğin şiddetin ortaya çıkmasında önemli etkenler olabileceğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Yargıladığımız, kötü gözle baktığımız, ötekileştirdiğimiz her bireyin bir yaşam hikâyesi vardır diyor oyun. Ve bu yaşam hikâyelerinin bizim de hikâyemiz olabileceğini hatırlatıyor bizlere. Kendinizi sorgulayacağınız, sınayacağınız bir oyun Öksüzler.
“Hikâyeler çağında aslını korumak”
Öksüzler oyununu prömiyer gecesinde izledim ve çok etkilendim. Şiddetin hem ülkemizde hem de dünyada arttığı bir dönemde bu oyunu seçmenizin farkındalık açısından da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bilinçli bir tercih miydi bu dönemde bu oyun yoksa uzun zamandır oynamak istediğiniz bir oyun muydu?
Aliye Ummanel: Uzun zamandır elimizde olan bir metin değildi. 2009 yılında Dennis Kelly tarafından yazılan bir oyun. Yazıldıktan birkaç yıl sonra da ilk kez İstanbul DOT tiyatrosunda oynandı. Biz ekip olarak okuduğumuz anda metinden çok etkilendik. Ele aldığı meseleyi de çok güncel aynı zamanda da kendi toplumumuzun da bir meselesi olarak gördük. Bununla beraber de çok evrensel bulduk. Temelde etnik sebeplerle ötekileştirme, nefret bunun sonucu olarak da ırkçılık ve şiddet gibi temalarla ilgileniyor. Ama bunun yanında da ahlaki meselesi oyunun çok sağlam geldi bize. Danny karakteri ekseninde şekillenmekte olan yaşanmakta olan bu şiddet olayına verilecek tepki üzerine incelediğimiz ahlaki boyutu bizim için insanı sınayan bir durum arz etti ve çekici bulduk. Diğer taraftan da oyunun üslubunu çok sevdik. Yazarın temaları çok sağlam bir kurguyla ele alışı, bunu yaparken de kullandığı dili çok yetkin bir şekilde kullanıyor. Oyunun bizleri yüreğinden yakalayan bir başka tarafı daha var. O da oyunda bizim sergilemeye çalıştığımız yaklaşımdır. Biz “hikâyeler çağında aslını korumak” gibi bir yaklaşımla ele aldık öksüzleri. Bunu da şöyle izah ediyoruz; Bu bir hikâyeler çağı ve gerçeğe/bilgiye ulaşmak güya çok kolaymış gibi görünse de çok zorlaştı. Birdenbire bir gündem oluşuyor mesela ve siz kendinize ahlaki bir yer/konum belirlemeye çalışırken insani bir yara aldığınızı görürsünüz. Çünkü çok fazla manipülasyon olduğunu ve işin sonunda aslında bambaşka bir şeyden bahsediyor olduğunuzu görürsünüz. Bu da oyunda bahsedilen şiddet olayından daha az tahrip eden daha az yara açan bir konu değil sanki. Gerçekten uzaklaşmak, moral bir konum belirlemeye çalışırken çok insani temel dürüstlük gibi aile gibi yerlerden yara almak. Küçümsenecek bir durum değildir. Oyunun bir de bu yönü bizi cezbetti ve ele almak istedik.
Ben oyunu izlerken oyundaki karakterlerin yerine koydum kendimi. Her karakter bire bir empati yaptırdı bana. Arada sevgi olunca farklı kararlar alabiliyoruz hepimiz. Ne yapardım diye düşündüm oyun boyunca. Bir ara Hatice bana dönüp ağladığı bir sahnede ona sarılmak geldi içimden. Oyunda kendinizi karakterlerin yerine koyduğunuz çok belliydi neler hissettiniz sizler oynarken?
Hatice Tezcan: Oyunda üç karakterin de gerçek olması ve hayatın içinden olması beni en çok cezbeden tarafıydı. Biz genelde sahneye çıktığımızda bakın sevgili seyirciler siz aslında böyle insanlarsınız derken şimdi bu oyunda dört bir taraftan dikizleniyorken diyoruz ki bakın biz de böyleyiz. Ben de hayatta bir anne bir kardeş olarak karar verirken, attığım adımlarda neler uğruna, kimleri ezip geçerek alıyorum bu kararları diye sorguladım kendimi tıpkı senin hissettiğin gibi. Metni elime aldığım ilk andan itibaren ben olsaydım ben olsaydım deyip sonunda da ben oldum. Çünkü tüm hayatı boyunca ezilmiş hor görülmüş küçük kardeşimi canı gönülden korumak istiyorum. Tıpkı bugün herhangi bir kadının yaptığı gibi bir daha olmayacağına inanmak istiyorum. Bir şiddete maruz kaldığımızda da bir daha olmayacak inancıyla devam ediyoruz hayatımıza, buna inanmak istiyoruz. Helen da, Danny de aynı nedenle senin de dediğin gibi hissettikleri sevgi nedeniyle alıyorlar kararlarını. Danny Helen’e olan sevgisinden Helen kardeşi Liam’a olan sevgisi nedeniyle. Liam tüm yaptıklarını ablası Helen ve eniştesi Danny’ye olan sevgisi nedeniyle yapıyor.
Bandabulya sahnesi oluşturulurken, Aliye Black box sahne kurarken sanki tam da böyle bir oyun içindi bu sahne. Layığını buldu gibi. Bizler oyuncular olarak ilk kez seyirciyle bu kadar iç içe oynadık. Sahnede gizlenip saklanacağınız alanınız yok apaçık ortadasınız. Arkanızı döndüğünüzde, yanınıza baktığınızda her an seyirci ile göz gözesiniz. Eminin seyirci de farklı bir gözle izliyordur. Ben olsam dört bir taraftan da izlerdim oyunu.
Cezaevi’ndeki master tezi ve sahne
İzel sen ne hissettin Liam karakterini oynarken?
İzel Seylani: Tür itibarı ile gerçekten hepimizi heyecanlandıran bir türdü gerek oyunun içeriği, biçimi, üslubu anlamında… Bizim diğer zamanlarda yaptıklarımızdan farklı oluşu gerek oyunun sahneleniş şekli anlamında da farklı oluşu bizi etkileyen şeylerdi. Bir de metnin derinliği o kadar fazlaydı ki biz karakterleri çalışmaya başladığımız zaman dramatolojide de oyunun sahnelenme aşamasında da biz evet oyunun kötü tarafları var; şiddet var, ırkçılık var ama bu karakterlerin iyi tarafı ne? Biz hep; neden böyle yapıyor bu insanlar? Sorusunu sorduk kendimize. Ben kendi karakterim olan Liam’dan bahsedecek olursam, kötü bir karakter olarak görünüyor ya Liam, aynı zamanda da kötü bir durumun içinde kalmış. Liam’ın nedenlerini bir şekilde anlamaya çalıştık. Oyunun çalışma süreci benim için çok heyecan vericiydi.
Sevgili İzel, bu rolde bize bir suçlunun suçlu psikolojisini yansıttın Liam karakteriyle. Suçlu psikolojisi çok zor bir alandır. Şiddet eğilimi olan bir bireyin karakterini çok iyi yansıttın, çok başarılı bir şekilde. Nasıl anladın bunu? Nasıl çalıştın bu karaktere? Suç işleyen bireylerle bir çalışman oldu mu?
İzel Seylani: Liam karakteri çok fazla özelliği ve çok katmanlı bir yapısı var. Şiddet eğilimli ama pişmanlığı da var. İçindeki şiddet hortladığı zaman neye dönüşebileceğini de görüyoruz. Ablası ve eniştesi hatta yeğeni ile ilişkilerinde de farklı ve naif bir karakter. Çocuksu bir tarafı da var. Ben 2012 yılında adaya döndüğümde master tezim “Cezaevlerinde tiyatronun bir rehabilitasyon aracı olarak kullanılması” üzerineydi. Dolayısı ile o dönem cezaevinde 285 mahkum vardı ve ben 200’den fazlası ile görüştüm. 30-40 kadarı ile de bire bir çalışma yaptım. Suçlu tanımı, suçlu imajı olarak etiketlediğimiz insanların insani yönlerini algılamak ve o derinliğin de göz ardı edilmemesi anlamında bir sürü deneyim yaşadım. Şiddeti uygulayan ya da ırkçılığı, ötekileştirmeyi içselleştiren bir kişinin iyi taraflarını da ortaya çıkartmak için Liam’ı doğru anlamak gerekir. Liam tam da böyle bir karakterdir. Şiddet uygulayan kişilere bakarken aileye de bakmak gerekir aslında… Çoğunda ailesi için doğru bir şey yaptığını düşünüyor. Liam karakterinde de öyle, ablası eniştesi için iyi bir şey yaptığını düşünüyor. Oyunun sonunda da aile tarafından vuruluyor ve en büyük yarasını alıyor, aileden dışlanıyor. Dolayısı ile cezaevinde yaptığım çalışma bu rolümde etkili oldu.
‘Şiddet’, öğrenilen bir şey…
Ben de eğitim amacıyla yaklaşık 3 yıldır cezaevine gidiyorum genç erkek mahkumlara eğitimler veriyorum. Bu oyunun beni çok etkilemesinin en büyük nedeni de buydu. Oradaki gençlerle konuşurken anlıyorum ki yaşamları boyunca iyiyi ve güzeli göremeden, yanlış anlayarak büyüyorlar. Şiddet öğrenilen bir davranıştır aslında. Bu oyunla çok önemli toplumsal bir soruna da parmak basıldı. Devlet olarak biz bu çocukları koruyamıyoruz. Eğitemiyoruz. Ne söylemek istersiniz bu konuda?
Aliye Ummanel: Söylediklerine tümüyle katılıyorum Filiz. Liam’ın aslında bu döngüsel sürecini ablasından öğreniyoruz. Helen’den anne babalarının bir yangında öldüklerini ve öncesinde de çok iyi bir aile olmadıklarını öğreniyoruz. Sevgi dolu bir aile ortamında yaşamadıklarını öğreniyoruz. Dolayısı ile döngü orada başlıyor. Şiddet bir taraftan öğrenilen bir şeyken bir taraftan da kaynağını adaletsizlikten alıyor. Adil koşullar olmayınca şiddet duygusu da besleniyor. Liam’ın Danny ile ilişkisinden anlıyoruz bunu. Adil bulmuyor ikisinin yaşamını. Adil olmayan şu anki konum da yine senin dediğin gibi onun sorumluluğunda değil. Önceden o şansa sahip olamamış. Bunun ezikliği de şiddetle ortaya çıkıyor. Aile cennetimiz olabileceği gibi cehennemimiz de olabiliyor.
Sahne seçiminiz biz izleyicilerin hiç alışık olmadığı bir sahneydi. Oyuncularla bu kadar iç içe olmak oyunla daha derin bir bağ kurmamızı sağladı. Sanki o ailenin birer üyeleri gibiydik. Oyuna katılasım bile geldi zaman zaman. Oyuncuların arkalarını gördüğümüz zamanlarda bile oyundan kopmadık. Siz oyuncular için böyle bir sahnede oynamak nasıldı?
Aliye Ummanel: Bandabuliya Sahnesi aslında bu tür denemelere olanak sağlamak için yapılmış bir sahnedir. En baştan Black box denilen bir atölye sahne oluşturmaktı amacımız. Bir kara kutu oluşturduk ve bizleri belli bir anlayışa bağımlı kılan değil de bağımsızlaştıran, özgürleştiren bir yaklaşım olsun istedik. Bir yere oturup izlemek yerine bir süreci dört tarafından da izleyip deneyimlemekti hedefimiz. Oyunun seyir halini deneyimliyorsunuz. Bazen oyuncunun yüzünü görürken bazen arkasını görüyorsunuz. Bu da her açıdan bakmayı sağlıyor. Burada izlemekten çok deneyimleme hali var. Yeni bir şey yaparak kendi alışkanlıklarımızın da sallanmasını istedik.
Hatice Tezcan: Bu sahneyle yalana, sahtekârlığa yer yok dedik. Bizler eğitimlerimiz boyunca 2 bin kişiye sesimizi duyuracak şekilde eğitim aldık. Büyük büyük oynadık. Büyük sesler. Burada seyirciyle bu kadar yakınken bunu yapamazsınız. Patlarsınız. Bu yakınlık seyirciyi kandıracağınız bir mesafe değil. Bütün çıplaklığımızla bütün gerçekliğimizle ortadaydık. Yalınayak, apaçık. Ben hiç zorlanmadım çünkü ben zaten içimdeki samimiyetin ancak bu şekilde ortaya çıkacağını düşünüyordum.
İzel Seylani: Mesleki olarak bizim için yenileyici ve taze tutan bir deneyim oldu. Tiyatronun en güzel yanı da budur, her defasında farklı bir deneyimin içine gireriz. Farklı bir karakter, farklı bir tür, farklı bir süreç yaşarız. Bu oyunda da bu yakınlığın bize sağladığı farklı bir gerilim ama bir o kadar da farklı bir sıcaklık var. Ben çok keyif alarak çalıştım. Ben farklı türlerle ilgilenmeyi çok severim hem geleneksel türlerle (Karagöz gibi) çalışıyorum ama oyunculuk anlamında konvansiyonel çalıştığımız, alışılmışın dışında, tür olarak da, sahne olarak da farklı ve gerçeğe çok yakın oyunculuk biçimini ortaya koyması bizler için heyecan vericiydi.
“Bir sarmalın ortasındayız”
Aliye Ummanel: Tasarım olarak Özlem Yetkili bir sarmalı ortaya çıkarmayı hedefledi. Oyun alanının dört tarafında seyircinin oturması da bunu besleyen bir şey. Yani bir sarmalın ortasındayız. Bir döngü ama aynı zamanda da hepimizi çevreleyen bizim de çoğu zaman tanık olduğumuz ancak neye tanık olduğumuzu sonradan anladığımız bazen de hiç anlamadığımız süreçlerin içindeyiz.
Bu sahne ve bu oyun bana yaşanan bu şiddet olayının “hepimiz içindeyiz ve hepimiz tanık oluyoruz” izlenimi verdi. Sessiz kalarak bu suça ortak oluyoruz. Cezaevindeki mahkum gençlere dediğim gibi “suçlu yalnızca siz değilsiniz hepimiz suçluyuz”. Yani bu toplumsal sorunun hepimiz birer parçasıyızı bizlere çok net anlatan bir türdü bu oyun. Ayrıca izleyiciye “sen eleştirdiğin, kötülediğin bu insanların yerinde olsan ne yapardın?” sorusunu sordurdu aslında.
Aliye Ummanel: Ahlaken sınavımız zaten böyle bir şeydir. Karakterlerin hiç biri sadece kötü ya da sadece iyi olarak orda durmuyor. Biz siyah ya da beyaz çıkmıyoruz çıktığımız yola. Bizi o yolda bazı şeyler sınar ve orada aldığımız kararlarla ahlakımızı yitirmeye başlıyoruz. Bazen de belli bir durum içinde ahlaki bir duruş edinmeye çalışırız. Sonra bir bakarız ki insani bir yerden yara alırız. Gittikçe daha zor olduğun gibi kalmak. Ben yönetmen olarak tüm oyunculara teşekkür etmek isterim. Sen de prömiyer akşamı izledin oyunu. O akşam hem oyuncuların hem de seyircilerin kalp atışlarının, ritminin aynı olduğunu hissettim. Bizim hedeflediğimiz temsil böyle bir temsildi. O ahlaki meselede, o insani meselede, o çatışma anlarında karakterlerin ritmi ile seyircinin kalp atışının ritmi aynıydı. Bu da üç oyuncunun ortaya koyduğu başarının ve yeni olan şeyin kavranışının sonucudur.
“Sanat insanı özüne en çok yaklaştırabilecek alandır”
Toplumsal bir sorun bu kadar gündemi meşgul ederken sadece basının ya da siyasilerin değil sanatçıların da bunu gündem yapması gerektiğine inanırım. Çünkü sanat bize sorunu tüm çıplaklığıyla ve daha etkin bir şekilde gösterebiliyor. Toplumsal farkındalığın da daha çok arttığına inanırım. Bu anlamda hepinizi kutlarım.
Aliye Ummanel: Sanat insanı özüne en çok yaklaştırabilecek alandır. Unuttuğumuz, kafamızın karıştığı anlarda edebiyat da, tiyatro da, şiir de insanı öze yaklaştırabilecek olan senin bahsettiğin gibi duygusal tepkiyi, duygusal bağı geliştirebilecek olan alandır sanat. Dolayısı ile bu gücünden dolayı neyi ele aldığı önemlidir.
Kuzey Kıbrıs’ın tüm gündemini işgal eden Kıbrıs sorununun yanında çok büyük bir sorun haline gelen aslında evrensel bir sorun olan şiddete parmak bastığınız ve cezaevlerinin dolup taştığı bir zamanda bu konuyu gündem yaptığınız için de ayrıca kutlarım sizi.
Aliye Ummanel: Bir toplumun parçası olmak ve o yönde duyarlılık geliştirmekle yerel olmak o kıskaca girmek arasında önemli bir fark var. Ve bu sanat için öldürücü bir şeydir. Dünyadan kopuk olmamak gerekir. Şiddet, altı önemle çizilmesi gereken bir sorundur. Sadece insanın insana uyguladığı şiddet de değil, insanın doğaya uyguladığı şiddetten de bahsetmek gerekir. Tüm dünyada önemli bir ayrışma var şu an, ırkçılık yükseliyor. Ve bizim memleketimiz de bundan nasibini almakta.
Daha çok yeni ama halkın ilgisi nasıl oyuna?
Aliye Ummanel: Prömiyerle beraber bir temsil daha yaptık. Çarşamba ve Cuma’yla 4 temsil oynamış olacağız. Çok yeni daha oyun ama ilgi çok güzel. Biz bu oyuna çok uzunca hazırlandık. Oyuncu arkadaşlar çok titizlikle ele aldılar oyunu. Konunun yanında sahne ve mekân da çok ilgi çekti.
Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?
Aliye Ummanel: Ben sana teşekkür etmek isterim. Prömiyer akşamından beri oyunun içeriğinin tema yönünden gerekliliğinin altını çizdiğin için. Bizi de bu tür paylaşımlar besliyor aslında. Hem oyuna ilgin, algılayışın ve duyarlılığın nedeniyle hem de deneyimlerini paylaştığın için. Biz bu oyunla gerçek bir şey yapmak istedik. Yalana yer vermeyen bir oyunculukla oynamak istedik. Tüm oyunculara da tüm ekibe de teşekkür ederim. Umarım birkaç sezon oynayacağımız bir oyun olur.