1. YAZARLAR

  2. Derya Beyatlı

  3. Heykelim biçim biçim
Derya Beyatlı

Derya Beyatlı

Heykelim biçim biçim

A+A-

“Başaracağını da düşünebilirsin, başaramayacağını da. Her iki durumda da haklısın!”    Henry Ford


Kıbrıslı bir heykeltraş Pygmalion, beklentilerini karşılayamayan kadınlardan sıkılıp tam da istediği gibi, eşsiz bir kadın heykeli yapar. Kendi elleriyle şekillenen çamura aşık olur ardından ve dostlarına gururla sevgilim diye sergilemeye koyulur taştan afeti.

Mitoloji bu ya, yine bizden olan Tanrıça Afrodit’in içi ezilir Pygmalion’un bu haline, heykeli insan yapar Tanrı armağanı niyetine. Sonrası ölümsüz aşk. Varmış, mitoloji bu ya, öyle diyor, ben de Yunanlıların yalançısıyım.

Her ne kadar Ahmet Altan ‘Bir insan yapmak’ denemesinde hayalkırıklığının garantilenmiş sonu olarak tanımlasa da bu durumu -ve genel olarak aşkı-, Pygmalion etkisi olarak literatüre geçiyor, istediğini önce düşleyip sonra gerçekleştirmek olgusu.

1948 yılında Sosyolog Robert Merton Kendini Gerçekleştiren Kehanet (Self-Fulfilling Prophecy) adı altında bu olguya ikinci bir boyut katıyor. Altan’ın ve birçoğumuzun hayal kırıklıklarını da aynı teori altında bir güzel açıklıyor kanımca:

‘Kendini gerçekleştiren kehanet yanlış bir durum tespiti ile başlar. Kişi davranışlarını bu durum tespitine dayalı geliştirir, bu da başta yanlış olan tespiti doğrulayıcı sonuçlar yaratır. Kâhin sonrasında gerçekleşen olayları kanıt olarak kullanarak baştan beri haklı olduğunu ispatlamaya girişir. Bu da yanlış olgunun pekişmesine ve iyice yerleşmesine neden olur.’ 

Bir anlamda ‘adama kırk kez delisin dersen, deli olur’ durumları ya da Kuantumcuların tanımı ile Çekim Yasası.

Sonuç kimse için şaşırtıcı olmuyor, baştan belirlenmiş sona ulaşılıyor, ‘Ben sana en baştan söylemiştim zaten’ nutukları atılıyor, koparılan o güzelim bağların ardından. En sevdiğimse ‘Sana hiç yalan söylemedim ki ben’ cümleleri. Oldu canım!

Neden böyle oldu acaba diye düşünmek kaçımızın harcı peki? Ya düşünerek neden-sonuç bağlantısını kurup, yanlışı düzeltmek, en azından bir sonraki sefere?

Biliyorum, çok şey istiyorum ben, hep de yaptığım gibi, bu da bir kehanet tabii ki ve sonuç garantili! Aynı şeyi yaparak farklı sonuç beklemek aptallık çünkü. Evet bildiniz, Einstein da Kuantumcu.

Çok güzel başlayan bir aşkın sonu örneğin, ‘her aşk biter, hem zaten sen beni terk edeceksin’ diye baştan tanımlanıyor. Buna bağlı olarak karşımızdakinin her hareketi bizi terk edeceğine kanıt oluşturuyor, ya da bizim ona layık olmadığımıza veya onun tatmin edilemeyecek istekleri olmasına. Adını siz koyun, da hareket noktası hep aynı esasta, buyurun itiraf edebilen buradan yaksın diye Zuhal Olcay söylemiş zamanında: ‘Sen bana fazla iyisin!’. Saygılarımı bilinçaltlarımıza sunuyorum.

Yeterince kanıt topladığımıza kanaat getirdiğimiz an saldırmaya başlıyoruz. Kavgaların ana konusu ‘ben sana yetemiyorum’. Tam bir kendimizi ispatlama yarışı ile aşağıladıkça aşağılıyoruz sevgiliyi. Pabuçlarla ağzındayız artık her gün, haklı, haksız pek fark etmiyor.

Karşımızdaki ile ilgisi olmayan bir durum tespitiydi bu başlarda, Nostradamus’a meydan okuyan bir kehanet. Kendimizi kırılmaktan korumak adına etrafımıza duvarlar örmemizle kâhinleşiyoruz zamanla. Gittikçe sertleşen duvara çarparak nasır tutan sevdiceğimiz, bir şafak vakti toplanıp gidiyor, çünkü artık ona harbiden yetemiyoruz.  

Kendi yazdığımız sona ağlıyoruz ardından, üzülüyoruz biraz, geçiyor sonra, unutmuyoruz belki ama alışıyoruz zamanla onsuzluğa.

Biliyoruz canım zaten biz, öğrendik yıllarca tekrarlanan aynı sonlu senaryolarda;

‘Her aşk biter, hayat acısıyla, tatlısıyla devam eder.’

Kendini Gerçekleştiren Kehanet örneklerini çoğaltalım gelin birlikte:

‘Beni zaten kimse anlamadı, bir sen anladın, sen de yanlış anladın’ moduna girip kendimizi açıklamaktan kaçınmamız ile gerçekleşen anlaşılamamalar. 

Zaten başaramayacağım stresi ile başlayan mülakatlarda ulaşılan hüsranlar ve sürekli döngüye dönüşen heyecandan bildiğini unutma vakaları.

İnsanlara da hiç güven olmuyor canım diye diye veremediğimiz güveni haliyle alamama hallerimiz.

Bana zaten kimse konuşmayacak varsayımı ile girilen topluluklarda, o gerginlikle herkesi kendinden uzak tutma soğukluğunun sonucu gelişen ve durmaksızın tekrarlanan ‘anti-sosyal’ tavırlarımız. 

Hep de bizi bulan sorunlar, şansızlıklar, ipe sapa gelmez adamlar, şirret kadınlar, yaaa, onlar bile bizim marifetimiz.

Artık kitapçılarda ‘kişisel gelişim’ adı altında açılan reyonlar ‘çok satanlar’ ile kıran kırana rekabete girişiyor, denklemi çözen başkalarına anlatmaya başlıyor bilmiş bilmiş ‘İçerde ne ise, dışarıda O’.

Biz anlamamaya devam ediyoruz, ya da kimbilir anlamak istemiyoruz belki ve dönüp duruyoruz kendi yarattığımız çemberlerde. Kolay gele!

14 Eylül 2014
Ankara

Bu yazı toplam 2445 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar