Hiatus’un Ötesinde…
İsmail Gökçe’nin mekanlarında sadece “geleceğin usulca yitişi”ne tanık değil, aynı zamanda ‘geçmişin ağırlığının mekan aracılığıyla üzerlerimize kabus gibi nasıl çöktüğü’ne de tanık oluyoruz.
Hakan Karahasan
[email protected]
İsmail Gökçe’nin mekanlarında sadece “geleceğin usulca yitişi”ne tanık değil, aynı zamanda ‘geçmişin ağırlığının mekan aracılığıyla üzerlerimize kabus gibi nasıl çöktüğü’ne de tanık oluyoruz.
“Ara, kesinti, boşluk” anlamlarına gelen “hiatus” sözcüğü, fotoğraf sanatçısı ve akademisyen İsmail Gökçe’nin 14 Haziran 2022 tarihinde ARUCAD Art Space’de açılışı yapılan son sergisinin başlığı aynı zamanda. Sergi ile ilgili yazmadan önce bir ön bilgi: Fotoğraf sergisi 20 Ağustos 2022 tarihine kadar görülebilir.
Toplamda yedi fotoğrafın yer aldığı sergide, İsmail Gökçe serginin başlığını fotoğraflarına son derece çarpıcı bir şekilde yansıtmış durumda. Hiatus sözcüğünün barındırdığı arada olma, zamanın dışında kalma halleri fotoğraflara bakınca, izleyiciyi içine alıp, devinimsizliğin ne demek olduğunu bizlere hatırlatırken, diğer yandan ise değişik sorular sormamıza yol açıyor. Zamanın dışında kalmak/kalabilmek mümkün mü? Arada olma hali ne demektir? Zamanın dışında ve içinde aynı anda olabilmeyi sağlayan ne(ler)dir?
Cevap vermekten çok, sorular sormaya teşvik eden, Umberto Eco’nun tabiriyle “açık yapıt”lardan oluşan bir sergi Hiatus. Nesnellik ve öznellik arasındaki o ince çizgide sürekli gidip gelen, bu gidiş gelişlerdeki gerilimi bizlere hissettiren mekanlar, Türkçeye müphemlik veya duygu çelişmesi/ikilemi olarak da çevrilebilecek ambivalent durumların zamanın dışına kaçıyorlar gibi görünseler de, hayatın içinde olduklarını hatırlatmakla kalmıyor, tüm bunların ne anlamlara geldiği sorusunu bizlere tekrar tekrar soruyor, sordurtuyor.
Sergi üzerine biraz düşününce, İtalyan filozof Giorgio Agamben’in Gelmekte Olan Ortaklık kitabında Thomas Aquinas’ın limbus (araf) hakkında düşüncelerini aktarırken, arafta bulunanlara verilen ‘Tanrı’nın görüntüsünden yoksun kalma’ cezasının bir lütuf olduğunu söylerken yazdığı satırlar geliyor. Agamben’in görüşüne göre:
“[Arafta olanlar], [v]aracak yeri olmayan mektuplar gibidirler, bu dirilmiş varlıkların varacakları bir kaderleri yoktur. Ne seçilmişler gibi kutsanmış, ne lanetliler gibi umutsuz, sonsuza dek kurtulamayacakları, çıkış yolu bulamayacakları bir mutluluk ile doludurlar” (Agamben, s. 16).
Lakin, resimlere bakınca, Agamben’in dediklerinin neredeyse tersi bir durum olduğu iddia bile edilebilir. Zamanın dışında kaldıkları hissi uyandıran, ama bir şekilde zamanın parçası olan yapılar, mekanlar, terkedilmişlik halleriyle, bizlere geçmiş-bugün-gelecek zamansallığını oluşturan, böylece yine Agamben’in deyişiyle ‘içinden kurtarılacak hiçbir şey olmayan hayat’tan, “bir zamanlar...” hayatın olduğu, zamanın içinde görece de olsa neşeyle bulunan mekanların, yaşamların olduğunu ve bugün tüm bunlardan yoksun kalmanın hüznünü önce görerek, sonra düşündürerek, en sonunda ise bizlere farklı hisler uyandıran fotoğraflar İsmail Gökçe’nin fotoğrafları.
Tıpkı Mark Fisher’in Hayatımın Hayaletleri kitabında “Geleceğin Usulca Yitişi” yazısında Britanya televizyon dizisi Sapphire and Steel’in sonundaki durumu anlatırken söylediği gibi, İsmail Gökçe’nin mekanlarında (bu tabiri bilerek kullanıyorum. Neticede, sergide gördüğümüz fotoğraflar ve mekanları gördüğümüz şekillerde çerçeveleyen kendisi), sadece “geleceğin usulca yitişi”ne tanık değil, aynı zamanda ‘geçmişin ağırlığının mekanlar aracılığıyla üzerlerimize kabus gibi nasıl çöktüğü’ne de tanık oluyoruz.
Mekanların şimdiden kaybettikleri bir mücadele şekil olarak “zamana direnişleri”ne bakarken, bu mücadeleyi zaten kaybettiklerini ve zaman içinde sonsuza dek yok olmadan, perde kapanmadan önce son bir kez sahneye çıkar gibi, hüzünlü bir veda etmelerine tanıklık ediyor, bu tanıklığı bizlerle paylaşıyor İsmail Gökçe. Mark Fisher’in Sapphire and Steel dizisinin sonu ile ilgili yaptığı yorum üzerinden düşünecek olursak, arada kalanların arada kalmışlığının tuhaf hallerini bizlere gösteren, hatırlatan sergi, aynı zamanda şunu da zihnimize kazımaktan geri kalmıyor: Hiatus, salt arada kalma hissi değil, aynı zamanda “hayatın devam ettiği, ama zamanın bir şekilde durduğu” (Fisher, s. 14) durumun mekanlar üzerinden bir anlatısı...
Kaynakça
Agamben, Giorgio. Gelmekte Olan Ortaklık. (Çev. Betül Parlak). İstanbul: MonoKL, 2012.
Fisher, Mark. Hayatımın Hayaletleri. (Çev. Feride Nagehan Öztürk). İstanbul: Habitus, 2014.