Hiç Gelmeyen Bir “Umudu” Beklemek…
İzel Seylani, Giorgos Kyriacou ve oyunun sahnelenmesine vesile olan AntiLogos Tiyatrosu’nun üyesi Christina Christofia, YENİDÜZEN’le HARAVGİ’nin ortak röportaj projesine konuk oldu…
Derya ULUBATLI- Costas PİTSİLLOUDES
Tiyatro, dilden önce hareketle anlaşmayı öğreten bir sanat dalı… Bu anlamda iki toplumu ayıran birtakım şeyleri ortak noktada birleştirmek için oldukça anlamlı bir seçim...
“Godot’yu Beklerken” Samuel Beckett tarafından bambaşka bir dönemde ve coğrafyada yazılmış bir metin. Öte yandan izleyen birçok Kıbrıslının kendi hikayesinden parçalar bulabileceği kadar da tanıdık… Didi ve Gogo umut eden, bekleyen ve beklerken umudunu canlı tutmak için birbirinden destek alan iki karakter…
İzel Seylani ve Giorgos Kyriacou tarafından sahneye taşınan Godot’yu Beklerken uzun süre ara bölgedeki Dayanışma Evi’nde oynandıktan sonra, adanın güneyinde turneye çıktı. Güneyde gösterimlerine devam edilen oyunun kuzeydeki ilk sahnesi ise bu akşam saat 20.00’de Çatalköy’deki Kuytu Bahçe’de yapılacak.
İzel Seylani, Giorgos Kyriacou ve oyunun sahnelenmesine vesile olan AntiLogos Tiyatrosu’nun üyesi Christina Christofia, YENİDÜZEN’le HARAVGİ’nin ortak röportaj projesine konuk oldu
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Oldukça anlamlı bir oyun izledik. Bu ekip nasıl bir araya geldi?
İzel Seylani: Christina Christofia sayesinde bir araya geldik. Christina ile 2017 yılında Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği Kayıp oyununda Satirigo tiyatrosunda birlikte oynamıştık. O ekiple çok güzel bir dostluk kurduk. Yıllar sonra oyunumuzun yönetmeni Kostas Silvestros bu projeyi tiyatro AntiLogos’a sundu ve oyun için bir Kıbrıslı Türk aktör ihtiyacı doğdu. Christina da önceki tanışıklığımızdan dolayı beni önerdi. Bu şekilde Kostas Slvestros ve birlikte oynadığım meslektaşım Giorgos Kyriacou ile tanıştım. Giorgos ile uyumlu bir ikili olduk, bu büyük bir şans…
Giorgos Kyriacou: Kostas bana fikrini anlattığı zaman çok heyecanlandım ve hemen projenin içerisinde olmak istediğimi söyledim. Kostas öncelikle nasıl bir proje istediğini düşündü, daha sonra işe koyuldu. Projeyi tasarlarken, öteki tarafta aynı şekilde düşünecek başka bir oyuncunun olmasını istiyordu. Ben de İzel’i kendime çok benzetiyorum. Henüz tanışalı çok olmadı ama bana çok tanıdık bir dost gibi geliyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde kendimden bir parça bulmuş gibi hissediyorum. İzel ile aynı sahnede olmak benzersiz bir his. Bu kadar uyumlu bir partnerle çalışma fırsatım olduğu için mutluyum.
Christina Christofia: Oyun fikri Kostas ile yaptığımız bir görüşme sonrası ortaya çıktı. Bir Kıbrıslı Türk ile Kıbrıslı Rum’u aynı sahnede görmek istediğimiz konusunda aynı görüşü paylaşıyorduk. Bu yüzden projeyi destekledik.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Oyun Kıbrıs’ın politik durumuyla çok bağlantılı. Yıllar önce farklı bir coğrafyada yazılmış bir oyunun buraya bu kadar uymasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
C.C: Godot’yu Beklerken oyunu Beckett tarafından insanlık için büyük bir yıkım olan İkinci Dünya Savaşının hemen ardından yazıldı. Bu durum Kıbrıs’a da bire bir uyuyor. Yıllardır adada bir çözüm arayan ve görüşmeleri sürdüren yetkililer var ve biz de adalılar olarak bizi bu çözüme ulaştıracak kurtarıcılar bekliyoruz. Umut ediyoruz. Aslında insanlık olarak hep kurtuluşu üçüncü bir kişiden bekliyoruz… Bu oyun biraz bunu sorguluyor. Kurtarıcı hep dışarıdan mı beklenmelidir?
İ.S: Samuel Beckett’in oyunu Kıbrıs’a gerçekten uyuyor. Bu oyunu ara bölgede, bölünmüş bir başkentin arasındaki Dayanışma Evi’nde oynamak bizim için iki kat anlamlıydı. Beckett’in yazdığı oyun, onun ürettiği anlamlarla seneler sonra Kıbrıs’a uyarlandığında bile, sanki burası için yazılmış gibi uyumlu oldu. Mesela oyun içerisinde “her yanımız cesetlerle dolu” diye bir söz geçiyor. Bizim savaş görmüş coğrafyamızda, aranan bunca kayıp varken ara bölgede söylenen bu söz bir anda o kadar anlamlı oluyor ki… Bence Beckett’in oyunu hiçbir coğrafyada bu kadar anlamlı olmamıştır. Ben bunu yönetmenimizin dehası olarak değerlendiriyorum. Adapte etmek dediğimiz, metnin bizim coğrafyamızda karşılığını aramaktır aslında. Kostas bunu öyle bir reji ile oturtuyor ki, biz etrafa bakıp her yanımız cesetler yığını dediğimizde bu söz bizim coğrafyamız için çok anlamlı duyuluyor.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Oyunu Kıbrıs’a uyarladınız. Uyarlama aşamasında ne gibi değişiklikler yapıldı?
İ.S: Aslında oyunu çok fazla değiştirmedik, sadece Kıbrıs’a uyarladık. Zaten Samuel Beckett’in yıllar önce yazdığı birçok şey Kıbrıs ile inanılmaz uyumlu. İki dilli bir uygulama yaptık ve evrensel dilde karşılığı olacak espriler yaratmaya çalıştık. Onun dışında söylediğimiz ninniyi, Karagöz oyununu bizler dahil ettik. Bu noktada rejinin de çok iyi olduğunu söylemek gerekiyor. Kostas oldukça parlak fikirli ve oyuncularının yeteneklerini iyi kullanan bir yönetmen. Örneğin gölge oyununu projeye dahil etmek onun fikriydi.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Oyunda hem Türkçe hem Rumca konuşuluyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
İ.S: Oyunu iki dilli oynamak Kostas Silvestros’un fikriydi. Başlarda oyunu çalışmak çok ilginçti. Her birimizin elinde üçer adet oyun metni vardı. Ben Türkçe İngilizce ve Kıbrıs Türkçesi olmak üzere üç metin üzerinden giderken, Giorgos Yunanca Rumca ve İngilizce metinler üzerinden gidiyordu. Aslında ikimiz de metnin orjinalini bildiğimiz için çok zor olmadı. Birbirimizin dilini tam olarak bilmesek de, karşılıklı enerjimizden ne dediğimizi anlıyor ve ona göre cevap verebiliyoruz. Bir yerden sonra verilecek cevap kendiliğinden çıkıyor zaten.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Peki farklı bir dilde oyunculuk yapmak sizin için zor olmadı mı?
İ.S: Biz oyunculuğu dil odaklı düşünmüyoruz. Genellikle hareket odaklı düşünüyoruz ve tiyatro yaparken konuşma ile oyunculuğu ayırıyoruz. Bir oyunu çalışmaya başlarken dilden başlamıyoruz. Bugünkü tiyatro algılayışımızda dil temelli bir şey yoktur genelde. Bu yüzden ilk olarak, farklı bir dilde konuşmamıza rağmen birbirimizi anlayabiliyor muyuz, bunu görmeye çalıştık.
Benim daha önceden Rumca oynama deneyimim vardı ama Giorgos için Türkçe oynamak bir ilkti. Buna rağmen dil bizim için bir engel olmadı.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Sahneye bir tahta koyup altyazı benzeri bir uygulamayla dil için alternatif bir çözüm ürettiniz. Bu konuda izleyicilerden ne gibi tepkiler aldınız?
İ.S: İzleyici çoğunlukla ilk yarım saatin ardından oyunun iki dil üzerinden gitmesine alıştığını ve farklı dil konuştuğumuzu unuttuğunu söylüyor. Oyun sürekli diyaloglar şeklinde devam ediyor. Uzun monologlar olmadığı için aslında dikkatli bir izleyici verilen cevap diğer dilde de olsa onu kendi dilinde duymayı başarabiliyor bir yerden sonra. Hele Samuel Beckett’i bilen ya da sürekli tiyatro seyircisi olan insanlarsa bu durum daha da kolay oluyor. Birçok yer gezdik ama hiçbir yerde seyirciden, oyunu takip etmenin zor olduğuna dair bir eleştiri almadık.
“Gitmeye çalışıyorlar ama tam gidecekken ayrı yaşayamayacaklarını anlayıp yeniden sarılıyorlar...”
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Didi ve Gogo’nun ilişkisi de biraz Kıbrıs’ın iki yakası gibi, değil mi?
G.K: Bana göre Godot’yu Beklerken, Kıbrıs sorununa getirilmiş yeni bir çözüm gibi... Biz sahne üzerindeki iki aktör olarak, sınırları ve milletleri düşünmeden oldukça samimi ve dürüst bir ilişki kuruyoruz.
C.C: Beckett’in oyununun Kıbrıs’a uygunluğunun yanı sıra, projenin bizim için daha farklı bir anlamı da var. Bu çalışma bize Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum aktörlerin işbirliği yapabileceğini göstermek anlamında da oldukça değerli... Tabii ki Kıbrıslı Türklerle Rumların birlikte çalıştığı başka projeler de oldu ancak Godot’yu Beklerken bizim için daha ayrı bir yerde. Burada iki sanatçı kendi özgün Kıbrıs ağızlarıyla oynuyorlar ve tiyatro sayesinde iki toplumun bir arada yaşamasıyla ilgili mesajlar veriyorlar.
İ.S: Aslında Didi ve Gogo ilişkisinde de sürekli bir yaklaşma ve uzaklaşma durumu var. Gitmeye çalışıyorlar ama tam gidecekken ayrı yaşayamayacaklarını anlayıp yeniden sarılıyorlar... Genel olarak iki toplumun hikayesini özetleyen bir durum gibi.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Pandeminin ortasında, tüm kültürel faaliyetler durmuşken böylesi güzel bir projeye imza attınız. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İ.S: Benim oyun içerisinde özellikle gözüme çarpan şu: Evet, bir umut var ve sürekli bir bekleme süreci yaşıyoruz ama öte yandan bu bekleme sürecinde bizi ayakta tutan birey olarak neler yaptığımız...
Oyunun dışına çıkıp “ben normal hayatta ne yapıyorum?” diye düşündüğümde, elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Pandemi sürecinde geçişleri kapattılar, kültürel etkinlikleri desteklemediler, sağlık konusunda doğru adımları atamadılar ama buna rağmen, iki toplumun bu kadar uzaklaştığı bir dönemde bile ben adanın öteki tarafına geçip oradan bir ekiple çalıştım. Kendi umudumu canlı tuttum. Kendi adıma, inandığım doğrultuda yapabileceğimin en iyisini yaparak çabaladım. Giorgos için de aynı şeyi söyleyebilirim.
Oyunda da Didi ve Gogo’nun yaptığı aslında tam olarak bu... Godot’yu beklerken, birlikte yapmaktan mutlu oldukları şeyleri yapıyorlar. Şarkı söylüyorlar, dans ediyorlar, spor yapıyorlar… Umutsuzluk içinde kendilerine umut yaratıyorlar.
Biz böyle zor bir süreçte, sanatçı olarak verebileceğimiz en iyi mücadeleyi verdik. Her şeyin ölü olduğu, sanatçıların sanat yapabilmesi için olanakların bu kadar kısıtlandığı bir dönemde, kaliteli bir şeyler üretebilmek için çabaladık.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: Bu ekibin yeni projeleri olacak mı?
G.K: Bu oyun iki taraftan da izleyicinin yoğun ve sıcak ilgisiyle karşılandı. Öncelikle bunun için, bizi bir araya getiren ve bu projeyi destekleyen Tiyatro AntiLogos’a minnettarım.
Soruya gelirsek, evet. Yine İzel ile oynayacağımız ve Kostas Silvestros tarafından yönetilecek bir proje üzerinde daha çalışıyoruz. Bu kez Kıbrıs sorunuyla çok bağlantılı bir şey olmayacak.
C.C: AntiLogos olarak son yıllarda çoğunlukla Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye’nin tarihine gönderme yapan oyunlar çıkarıyoruz. Bu bölgelerin kaderlerinin hem tarihsel hem de coğrafi olarak kesiştiğine inanıyoruz. Yaptığımız işlerde çoğunlukla insanı merkeze almaya çalışıyoruz.
Ekim sonunda AntiLogos olarak İzel Seylani’nin de dahil olacağı “1964” isimli yeni bir proje sahneye koyacağız. Ekipte benim de içlerinde olduğum üç Kıbrıslı Rum olacak.
YENİDÜZEN- HARAVGİ: İzel, son olarak, oyunculuk yapmak konusunda adanın güneyi ile kuzeyi arasında ne gibi farklar görüyorsun?
İ.S: Şahsi fikrim güneyde sektörel disiplinin daha iyi olduğu yönünde... Burada çalışırken kendimi daha disiplinli ve konsantre hissediyorum. Daha başlangıç noktasında oyunun gelecekteki bütün programı belli oluyor ve öyle el sıkışılıyor. Bu, sanatçının hayatını planlaması ve zamanı doğru kullanması için güzel bir uygulama. Öte yandan yaptığımız işe ve emeğe değer verildiğini de hissediyoruz. Kuzeyde bu durum pek böyle değil...
Ayrıca kuzeyde meslektaşlarım genellikle olmayan imkanlar üzerinden ilerliyor, neden sanat yapılamadığını o imkansızlıklarla bağlantılı değerlendiriyor. Ben sanatçı olarak böyle bir şeyi hiç yapmadım. Önemli olan imkansızlıkları düşünmek değil, yapmak istediğimiz şeye odaklanmak ve onu yapmak. Oyuncu ve seyirci varsa, imkan var demektir.