“Hiç kimse, kayıp yakınlarının travmalarıyla ilgilenmedi…”
İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz”den “kayıp” yakını Leyla Kıralp, “kayıp” yakınlarının ihtiyaçlarını yazdı…
İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz”den “kayıp” yakını Leyla Kıralp, geçtiğimiz günlerde Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün bir ziyareti çerçevesinde, “kayıp” yakınlarının ihtiyaçlarını kaleme almıştı…
Uluslararası Kızılhaç Örgütü temsilcisiyle görüşmemizde, kendisine Leyla Kıralp’ın önerilerini okumuştuk ve o da not almıştı… Uluslararası Kızılhaç
Örgütü, Kayıplar Komitesi’yle birlikte özellikle “kayıp” yakınlarının ihtiyaçlarını araştırmak üzere adamıza gelmişti ve bizlerle de bir toplantı yapmıştı…
Leyla Kıralp’tan daha sonra kaleme aldığı kısa notları genişleterek bu konuda bir yazı kaleme almasını istedim… Leyla Kıralp, “Hiç kimse kayıp yakınlarının travmalarıyla ilgilenmedi” diyor ve “Anafor” başlıklı yazısında şöyle yazıyor:
“Anafor…”
Leyla Kıralp
Yanı başımızdaki komşu ülke Suriye’de savaş yaşanıyor. Sivil insanlar öldürülüyor. Binlerce insan yabancı ülkelere göç ediyor. Göç ederken denizlerde boğuluyorlar, ya da gittikleri ülkede mağdur oluyorlar. Hangi coğrafyada yaşanırsa yaşansın, savaş sivil halkın düşmanı, savaşı çıkarıp insanlara yaşatanların ise rantıdır.
Bizim ülkemiz Kıbrıs’ta da savaş yaşandı. Bizim ülkemizde de siviller öldürüldü. Tecavüzler yaşandı, göçler oldu.
Binlerce Kıbrıslı evlerinden, yerlerinden alınıp götürüldü, öldürüldü ve kayıp edildi. Binlerce kayıp kişi halen daha bulunamadı ve akıbetleri halen meçhul.
Savaşın zaten kendisi bir felaket. Bu korkunç ve anlatımı zor felaketlerde hiçbir şeyini kaybetmeyen insanlar bile etkileniyor. Yakınlarını, evlerini kaybedenlerin, hele de tecavüze uğrayanların yaşadığı travmanın anlatılması ise mümkün değil.
1974’de binlerce Kıbrıslı gibi ben de savaşın olumsuz etkisini yaşadım ve halen daha yaşamaktayım.
Hiç unutmadım ve unutmayacağım. 1975 Mayıs ayında Kızılhaç vasıtasıyla kuzeye geçerken Barış Gücü askerinin kaydımızı yapması için Ledra Palace’ta Türk görevlilerin olduğu bir yerde durmuştum. Yaşlarımızı öğrenen Barış Gücü askeri şaşkınlıkla “Oh, very young” (“aman, çok genç”) demişti. Hâlbuki Türk görevli “Bunlar köylüdür” diye cevap vermişti. Yani bizim o genç yaşta dul kalmamızın savaştan değil “köylü” olmamızdan kaynaklandığını söylemeye çalışıyordu. İşte ben ilk şamarı o gün o Türk görevliden yemiştim!
Daha sonraki senelerde de benzeri şamarlar yüzümde patladı. 44 sene önce toplumun değer yargıları bugünkü değer yargılarından çok farklıydı. Genç bir kadının “dul” olmasına suç gözüyle bakılıyordu. Eşini savaşın vahşetinde kaybetmiş olması bir şeyi değiştirmiyordu. Kötü gözle bakılıyor, kötü gözle değerlendiriliyordu.
Yaşadığımız savaşın, kaybettiğimiz yakınlarımızın yarattığı travmaya bir de toplumun baskısı eklenmişti ki bu baskı savaşın etkilerinden de beterdi. Savaşın sonunda ganimet sarhoşu olmuş bazı insanların arasında yeni bir yaşam kurmak oldukça zordu. Onların derdi ganimet ev, eşya, mevki, araba, tarla, bahçe… Bizim derdimiz ise kaybettiğimiz ve akıbetlerini bilmediğimiz yakınlarımızdı.
O günkü yönetim ve onun devamı olan şimdiki yönetim, kayıp yakınlarına, şehit ailelerine ve gazilere maaş bağladı. Evet, bunu yaptılar. Fakat maaşın dışında bu insanların psikolojik durumlarıyla hiçbir zaman ilgilenilmedi.
Aradan geçen yıllarda birçok kayıp yakını, şehit yakını ve gazi hayatını kaybetti. Hayatta olanlar ise 1963-1974 arasında yaşadıkları travma ile yaşıyorlar ve hayatları boyunca bu travma ile yaşayacaklar. Bu travma öyle bir anafor ki sadece kayıp yakınlarını değil, çevrelerindeki insanları da içine içine çekiyor ve olumsuz etkiler yaratıyor.
Kayıp yakınlarının yaşadıkları travma, diğer savaş mağdurlarının yaşadıkları travmanın içerisinde bile apayrı bir özellik taşıyor çünkü kaybedilen insanların akıbetleri bilinmiyor. Umutla umutsuzluk iç içe yaşanıyor. Seneler sonra bulunan kayıp cenazeleri ailelere teslim edilse bile bu insanlar sadece biraz huzura kavuşabiliyorlar. Sağlıklarına kavuşamıyorlar.
Bu travmanın atlatılması için devletin verdiği maaş yeterli değildir. Çoğu kayıp yakını aldığı maaşı bozulan sağlığı için doktora ve ilaçlara harcıyor. Fakat bu pahalı ilaçlar da onların psikolojilerini iyileştirmiyor, çünkü fiziksel hastalık başka, psikolojik rahatsızlık bambaşkadır.
Erkek siyasetçiler bu travmaya ya “vatanımız milletimiz uğruna öldüler” demekle yetinmeyi, ya da “barış olacakken sırası mı şimdi bunu konuşmanın” diye düşünerek susmayı tercih ettiler. Kadın vekillerimiz, kadın bakanlarımız, hatta iki kadın meclis başkanımız da oldu ki meclis başkanlarının her ikisi de doktor. Fakat ne yazık ki onların hiç biri bir günden bir güne kayıp yakınlarının durumlarının ne olduğunu merak etmedi, seçim zamanı dışında kapılarını çalmadı.
Güvensizlik, çaresizlik, anlamsızlık, umut ve umutsuzlukla geçen onlarca yıl. Benim için ve 1974 savaşının diğer kayıp yakınları için 44 yıl, 1963-64 savaşının kayıp yakınları için 54-55 yıl. Gerek kendimde, gerekse çevremdeki kayıp yakınlarında onlarca yıl önce yaşadıklarımızın etkilerini halen daha görüyorum. Eğer siyasiler de birazcık dikkatli ve insani gözlerle bakarlarsa bu insanların psikolojik gereksinimlerini fark edeceklerdir.
Kayıp yakınları “kadına şiddete” karşı olan feministlerin bile ilgi alanı olmadı. Hâlbuki şiddetin en büyüğünü savaş nedeniyle bu kadınlar yaşadı.
Geç kalınmış olsa da kayıp yakınlarının ve diğer savaş mağduru insanların psikolojik rehabilitasyonuyla ilgili bir merkez açılmalı ve bu insanlara gerekli destek sağlanmalıdır. Devlet olduğunuzu iddia ettiğinize göre bu insanlara gereken desteği sağlamakla sorumlusunuz.
O ve ya bu şekilde, insanları öldürenler kahramanlık madalyalarıyla ödüllendirilirken, kayıp yakınlarıyla da ilgilenmeyi görev listenize ekleyin ve bu insanlara da devlet olduğunuzu hissettirin!
(LEYLA KIRALP – EYLÜL 2018)