1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Hiç unutamadığım güzel köyüm Pelatusa...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Hiç unutamadığım güzel köyüm Pelatusa...”

A+A-

Nazime KOZAL

(Nazime Kozal, hiç unutamadığı güzel köyü Pelatusa’yı yazdı... Duygu yüklü bu güzel yazısını paylaşıyoruz. S.U.)

“Bugün doğduğum, çocukluğumun geçtiği hiç ama hiç unutamadığım güzel köyüm Pelatusa'daydım. Nasıl unutur ki insan, o küçücük evcikte 8 çocuk büyüten annem babam. Bugün hiç evimi bırakıp gidesim gelmedi, annemin ilk defa evine girip hüngür hüngür ağlağı o  an geldi gözümün önüne, çok duygulandım.  Bir daha köyüne gelemez çünkü çok hasta. İyi ki gelmişiz ve onu getirmişiz. Avlumuzdaki badem ağaçları. Hele bir tanesi çok anlamlı, altında komşularımızla kahve içerdi annem, şimdi çiçek yüklü, çalasını yemekten karnımıza ağrılar girerdi.

Blacez’e kadar yürüdüm orada harnıplarımız vardı, babam silkelerken başımıza düşerdi, canımız yanardı. O da güzel bir anı olarak kaldı. Yolda laleler harika bir görüntüydü, güzeldi, sanki ekilmiş gibi...

Babam ve annemin birlikte ektikleri bostanı unutabilir miyim, yazda her gün karpuzları beklemeye giderdik. Kışa kadar karpuz yerdik.

İlkokulda 5 daş  oynadığımız o güzel çocukluğum 23 Nisanlar güzel öğretmenlerim, sizleri unutmak mümkün mü. Sonra Poli’ye ortaokula, bir baktık 1975’te güzelim köyümüzü terkedip kuzeye geçmişiz münavebe usulüyle.

Hep rüyalarımızda...

Rahmetli canım Huriyabcığımın evinde oturan güzel insan Panikos'a ve eşine misafir oluruz her geldiğimizde. Çok teşekkürler misafirperverliklerine.

Bugünlük bu kadar, yine geleceğim güzel köyüm.

Hoşçakal...”

sayfa-17-ustteki-habere-nazime-kozal-afrodit-parkuru-gezisinde.jpg

Nazime Kozal, Afrodit parkuru gezisinde...


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR ARDA ARIKAN’DAN ŞİİRLER...

“Neşe ablaya bir doğum günü hediyesi...”

sayfa-17-sayfanin-alt-kismina-nese-yasin.jpg

Neşe Yaşın...

Arda ARIKAN

Yurdunu sevmeliymiş insan,

Öyle diyor hep baban,

Ama sen, Neşe,

O yaralı adada buldun sevgiyi iki yanda.

Şiirlerinle bağladın iki yüreği,

İkiye bölünmüş sokakları,

Bazen Lefkoşa'nın ortasında,

Bazen bir Rumca dizede buluştu kelimelerin.

Bugün senin doğum günün,

Ve ben düşünüyorum,

Hangi yarsını sevmeli Kıbrıs'ın?

Sen sevmişsin hepsini,

Zeytin ağacının gölgesinden

Sıcak kumsallarına kadar.

Sen ki sözcüklerinle barışı çizdin,

Sınır taşlarına inat,

Bugün resminde ışıldasın diye,

Yazıyorum bu dizeleri,

Ve fısıldıyorum sana:

"Nice yıllar, Neşe abla,

Adanın gülen yüzü,

Birlik ve umudun sesi."


“Nilgün Güney’in ‘Palekitre katliamından geride kalanlar’ tablosu için bir şiir...”

sayfa-17-nilgun-guneyin-palekitre-katliamindan-geride-kalanlar-baslikli-tablosu.jpg

Nilgün Güney'in 'Palekitre katliamından geride kalanlar' başlıklı tablosu...

Arda ARIKAN

Bir annenin sesi kalır rüzgârda,

adı fısıltıya dönüşen bir çocuğun…

Bir babanın ayak izleri kaybolur kumlarda,

elleri hâlâ bir başı okşar gibi havada…

Kırık bir düğme, paslı bir kemer,

tek bir çorap, yarım kalmış bir mektup…

Hepsi anlatır susturulmuş bir hayatı,

toprağın derinliklerinde unutulmayı reddederek.

Gece olup da herkes uyuduğunda

bir mezar açılır gökyüzüne doğru,

bir ses yükselir:

“Buradayım… Beni unutma…”

Ama adları yoktur artık,

yüzleri bir resimde bile değil.

Bir annenin yüreğinde atan bir boşluk,

bir çocuğun rüyasında beliren gölge…

Ve bir avuç papatya,

kan lekeleriyle sulanmış toprakta

sessizce büyür,

sessizce ağlar…


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR...

“Dünyada bir geç vakitte: Kumkapı...”

sayfa-16-garbis-setoglu.jpg

Garbis Setoğlu...

Berken DÖNER/GAZETE DUVAR

Kumkapı hatırlamaktır.  Bunun kış akşamlarının birinde, karanlık denize bakarak söylenmiş bir söz olduğunu düşünebilirsiniz. Belki de Kumkapılıların öne sürdükleri şey de bir yanılsamadır... Meydanı, kalafat yeri duruyor mu; akıntılar sürüyor mu bakmak gerekir. İster istemez Garbis Setoğlu’nu hatırlıyorum. Sessiz sandalı, devşirilmiş evi tarihin içinde mi hâlâ, sık sık yoklar. Annesizliğinde bile sahip çıkmış Kumkapısı, onun yaslı başkaldırısıdır. Bu hakikati bilmek için Kumkapı’yı dinlemek gerekir. Sokağa karışmış onca sesten, Garbis’in, Garbislerin sesini ayırmaya çalışacağım.

BOĞOSYAN VARVARYAN ERMENİ OKULU

Garbis için Kumkapı’yı hatırlamak, zamandan kopmuş çocukluğunu hatırlamakla aynı anlamı taşır. Bekleme salonsuz, resmi dairesiz, hava limansız, otoparksız… Henüz bozguna uğramamıştır. Donanmalar geçiyordur denizden: “1948 yılında Gedikpaşa’da doğdum, kundaktayken Kumkapı’ya geldim. Behram Çavuş Sokak ile Düzgün Sokak’ın kesiştiği yerde dedemin bir arsası vardı. Çocuk sahibi olacaklarını öğrenen mamam Nıverik ve babam Hayk, kira evinden kurtulmak gayesiyle, oraya bir ev yaptırmışlar. Halk arasında Balıkçılar Kilisesi denilen, Surp Harutyun Kilisesi’ne çok yakındık. Babam, Sirkeci’de Terzi Saffet’in yanında çalışır; annem de 50 kuruştan, yakasız iliksiz bir tür ceket olan salta dikerek, evin geçimine katkıda bulunurdu. Kayseri’nin Urumdigin Köyü’nden olan babam, 1915’te Halep’e kaçmış. İstanbul’a çok sonraları gelmiş. 20 Kur’a askerlik yapmış. 6-7 Eylül pogromunda üç çocuklu aile babasıymış.

Mamam da babam da neredeyse her türlü çileyi çekmiş insanlar. Yine de ben onları gülen yüzleri ile hatırlıyorum. Bizim sokak yaz kış balık kokardı... Üç kardeşiz, Garbis, Varujan, Nahabed. Üçümüz de Boğosyan Varvaryan Okulu’nda okuduk. Küçük Deniz, Kumluk, Arapzade, Behram Çavuş, Düzgün sokakların çocukları beşinci sınıfa kadar genellikle Boğosyan Varvaryan Okulu’nda okur, sonrasında Bezciyan Ortaokulu’na kaydolurdu..

Benim için ise, okul olmanın ötesinde anlamlar taşır. Annem Nıverik, küçük kardeşimin mezuniyet töreni için okula gelmişti. O yıllarda okulumuz tahta bina, oldukça eski… Yasalar bırakmıyor ki onaralım! Annemin başı döndü, merdivenlerden düştü. O esnada ayağına çivi batmış. Ne kendisi ne de etrafındakiler bu durumu önemsemediler. Annemi vakit kaybetmeden hastaneye gitmesi gerekirken, eve getirdiler. Kadıncağızın baş dönmesi başladı. Tam o sırada, kafasını demir sobaya çarptı. Nihayet, büyüklerim annemi hastaneye götürmeyi akıl ettiler. Apar topar Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’ne götürdük. Anneciğim orada sağlığına kavuşur sandık, olmadı. Durumu her gün daha da kötüye gitti. Bir gün komaya girdi. Bir buçuk ay sonra da vefat etti. Hastaneden aldığımız ölüm raporu ibretlikti! Annemin başına gelen, kimsenin başına gelmesin diye resmi makamlara bu raporu götürdük. Okulun onarılması, gerekirse yeniden yapılması için harcadığımız çabaya, bir de ölümle sonuçlanan korkunç kaza eklenmiş oldu. 1963-4 eğitim yılının sonunda nihayet okulun boşaltılmasına karar verildi. Öğrenciler Bezciyan Okulu’nun dernek binasında eğitimlerini sürdürdüler. Bir süre sonra okulu yıktılar.”

SABAHLARA KARŞI...

Kumkapı’nın kadınları, on üç yaşında annesiz kalan Garbis’i ve küçük kardeşlerine kol kanat gererler. Çocukların yalnızlığını azaltmayı kendilerine görev bilirler. Üç öksüz çocuğa da güven duygusu verirler ki güven yaşamlarının dinamiği olur. Üç kardeş kendilerini hayata bırakmayı merametçi kadınların sevgisiyle öğrenir...

“On dört yaşında, Zaven ve Yerevon Reisler ile birlikte balığa çıkardım. Reislerimizin çocuklarıyla mahalleden arkadaştık. Zaven Reis’in oğlu Kirkor, Yerevon Reis’in oğulları Karnik, Kalust…Hepsini severim. Arkadaşlarımın babaları, benimle çok iyi anlaşırlardı. Balıkçılığın inceliklerini onlardan öğrendim. Sinağrit ve kefalle ünlü Zaven Reis, herhangi bir denizde balık olup olmadığını, varsa hangi balık olduğunu kokudan anlardı. Sabaha karşı, balığa açılırız. Tekirdağ’a kadar gideriz. Denizin bembeyaz zamanları…Motorun tam önünde Zaven Reis oturur… Yerevon Reis’le ortaklar. Denizler aşıyoruz, ikisinde de çıt çıkmıyor. Tam bir sessizlikteyiz. Dargın olduklarından değil, balıkçılığın raconu buydu! Tekirdağ’a girer girmez balık akınıyla karşılaşırdık. Zaven Reis’in sesi o zaman duyulurdu: Tornistaaaaaan! Bunu duyan hiç kimse o balığı tutmaya yanaşamazdı. Yanına gidip yalvarırdık, bari üç beş tanesini alalım, derdik. Zaven Reis buna çok kızardı. Neymiş, Tekirdağ’a giren balık tuzlanırmış! Orada balık tutmak balıkçılığın şanından değilmiş. Asla almazdı! Lüfer Çanakkale’dense Kumkapılılar o balığın yüzüne bakmazdı. Kalamar dediğin beyaz ve toplu olur. Şimdiki gibi kimse sübye satıp, kalamar bu, diyemezdi. Bırak onları, günümüzde uskumru ile kolyozu bile ayırt edemiyorlar! En basitinden, uskumrunun kafası uzundur, kolyozun kısa. Renkleri, çizgileri farklıdır. Bunlara kimse dikkat etmiyor artık. Zaven Reis, henüz tutulmuş balığın yenmemesi gerektiğini söylerdi. Balıklar, ağ çekilirken kendini kasarmış. Bu da lezzetine yansırmış...”

“Balıkçı reislerinin eşleri, yürekleri ağzında yaşarlardı. Lodos olduğu zamanlar, sokakta koşturan bir kadın görürseniz, kocası muhakkak balıkçıdır.  Kadıncağız kocası sağ salim evine dönebilsin diye Balıkçılar Kilisesi’ne dua etmeye gidiyordur... Reis eşleri, genellikle merametçilik yaparlardı.  Dalgakıran’ın etrafı onların yeriydi. Sabah mahallenin bütün kadınlarını orada bulurdunuz. Bir yandan ağ örerler, bir yandan Kumkapı’nın bütün sorunlarını masaya yatırırlardı. Verjin ve Arşaluys hanımların sözü çok geçerdi. Hayganuş Hanım ise merametçilerin en kıdemlisiydi. Behram Çavuş Sokak’ta kiliseye ait cumbalı evlerden birinde yaşardı. Kimi kimsesi pek yoktu. Varı yoğu, oğlu Horoz Onnik’ti. Akşamları evine dönerken biz çocuklara çağanoz, yengeç ve simsiyah kanal karidesi getirirdi. Çıtır çıtır yerdik. Fram Reis’in kızı Hayganuş’un çinekop turşusu meşhurdu. Öylesini yememişsinizdir! Ben komşularımızla her zaman övünürüm. Her biri, kendi işinde çok iyiydi.  Kumkapı’da balıkçılar, merametçiler kadar yazmacılar da meşhurdu. Arapzade Sokak, yazmacıların sokağıydı. Onlar için de sokaklardan at pisliği toplardık. Kumkapı yazmacıları boyayı kendileri elde ederdi. At pisliğini de alizar kırmızısı yapmak için kullanırlardı. Garo Avakyan arkadaşımın ailesi, meşhur yazmacılardandı”. Sanmayın ki çocuk Garbis sadece balıkları, fırtınaları, denizleri görmüş. 1955’in 6-7 Eylül’ünde altı yaşında bir çocuk olarak, Şekerci Yani’nin evinin penceresinden sokağa atıldığını, öldürüldüğünü de görmüş...”

Yazının tümü için link:

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunyada-bir-gec-vakitte-kumkapi-makale-1756150

(GAZETE DUVAR – Berken DÖNER – 11.2.2025)

Bu yazı toplam 1549 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar