“Hiçbir çocuğun hayali yarım kalmasın”
“Hiçbir çocuğun hayali yarım kalmasın” düşüyle, ışıl ışıldı gece.
Girne Amfi Tiyatro’yu dolduran yüzlerce duyarlı insan, hep bir ağızdan o unutulmaz şarkıyı seslendiriyordu: “Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında.”
Telefonların ışıkları masalsı bir görüntü yaratıyordu.
Çocuk Onkoloji Servisi yararına çocukların hayallerine destek için söyleniyordu şarkılar...
Sosyal bir sorumluluk varsa, samimi bir dayanışma, özlü bir yardım, bu toplum tek yürek olabiliyordu.
Hele çocuklarsa mesele...
Canını verirdi elinden gelse herkes...
***
Çağdaş Müzik Derneği Korosu ne kadar da kalabalık öyle!
Sahneye çıkarlarken birer birer, saymaya başladım, yoruldum, vazgeçtim, hani derler ya “saydıkça azalır...”
Kadınlar çoğunluktaydı; yüzden fazla gönüllü vardı sahnede...
Ersin Tünay önemli bir iş başarıyor, yıllardır...
Ülkemizde gördüğüm en kalabalık Türk Sanat Müziği Korosu bu...
Mesele sadece kalabalık olmaları da değil, güzel şarkı söylüyorlar, uyumlu, güçlü ve mutlu...
Yıllar yıllar öncesine gittim, sevgili Ersin Tünay’la birlikte müzik yaptığımız festivaller geldi gözümün önüne... Lise öğrencisiyken henüz... İki Ersin vardı, kemanlarıyla bilinen... Birisi Ersin Tünay, bir diğeri Ersin Kaşif...
Şimdi farklı alanlarda olsa da her ikisi de önemli organizasyonlara imza atıyor.
Ersin Tünay, Çağdaş Müzik Derneği’nin hem başkanlığını hem de koro şefliğini yürütüyor; Ersin Kaşif de Genç Yetenekler Gençlik Senfoni Orkestrası ile çok sayıda çocuğumuza klasik müziği sevdiriyor.
Bize de dostlarımızla gururlanmak kalıyor pek tabii...
***
Çağdaş Müzik Derneği’nin gecesinde ‘Alaturka’ şarkılar geçidi vardı, kimi eğlenceli kimi kederli...
Girne Amfi Tiyatrosu’nun bir yanı denize bakıyor, bu nedenle, çok iyi bir akustiği olduğunu söylemek zor. Hele de kalabalık koroların işi daha da güçleşiyor bu ortamda... Yine de hem koro hem de sazlar başarılıydı. TRT Radyosu sanatçıları olağanüstüydü gerçekten...
“Her Şarkı Bir Hayat” ismi verildi organizasyona...
İki Kıbrıslı önemli isim onurlandırıldı.
Folklorik müziğimizde önemli emeği olan Cemal Özgürsel ve Ayhan Başkal’a gösterilen sevgi, saygı ve vefa anlamıydı...
Onlarca gönüllü katkı, ses, ışıkla birlikte birkaç saat de olsa uzaklaştık tüm dertlerimizden, çıkmazlarımızdan, yalanlarından hayatın...
Müzik olduğu yerde güzellik vardır mutlaka...
Umut vardır, dostluk vardır, barış vardır...
Ah bu protokol!
Çağdaş Müzik Derneği’nin “Her Şarkı Bir Hayat” gecesine katılım son derece iyiydi.
Konser başladı...
Ön sıralar tümüyle dolu haliyle...
“Protokol” koltuklarına gelen geldi, gelmeyenin yerlerine de başkaları oturdu.
Konserin yarısına doğru, Meclis Başkanı Zorlu bey de geceye katıldı.
En öne doğru yürüdü; herkes kendinden geçmiş, şarkılara eşlik ediyor, tempo tutuyor, eğleniyordu.
Öyle karşılama, buyur etme, merasim saati çoktan geçmişti.
Zorlu bey koridorda ayakta bekledi, bekledi, bekledi.
Vakıflar İdaresi Genel Müdürü Mustafa Tümer hoca fark etti, yerinden kalktı, Zorlu beye yerini verdi, kendisi de gitti daha arkada bir yere oturdu.
***
“Protokol” olarak bir davet almışsanız, ya saatinde katılır, yerinize oturursunuz.
Ya da geç kalmışsanız, ilk bulduğunuz uygun yeri tercih edersiniz.
Halkın arasında oturduğunuz zaman değeriniz eksilmiyor!
Tam aksine çoğalıyor.
Ah bu protokol budalalığı...
Bitmiyor, gitmiyor!
Yine mülkiyet!
Kuzeyde kalan Kıbrıslı Rum mülkleriyle ilgili 1974 yılında sunulan öneriyi gazeteci Reşat Akar’ın köşesinden okudum.
O dönemin Başsavcısı Oktay Feridun ve Yüksek Mahkeme Başkanı Necati Münir Ertegün, Türk Cemaat Meclisi başkanlığına bir rapor hazırlamış.
Uluslararası hukuktan da örnek vererek iki öneri yapmışlar.
“Birincisi; askeri binalar ve cephanelikler hariç, kullanıma verilecek tüm yerler için bir banka hesabı açınız ve kira bedelini her ay bu hesaba yatırınız...
İkincisi, kullanıma verilen mülkler için kesinlikle koçan (tapu) vermeyiniz…”
Savaştan yeni çıkmış bir toplum için ilk öneri çok mümkün değildi sanırım.
Kim, hangi parayla, nasıl “kira” ödeyecekti?
Ama en azından mecburi “barınma” ihtiyacı dışında kalan paylaşımlar için özel bir hesap açılabilirdi.
***
“Tapu vermeyiniz” önerisine gelince!
En azından güneyde mal bırakmamış kişiler için bu uygulanmalıydı...
Tabii buradaki ince çizgi hem kuzeydeki “iç göç” oldu.
Göçmen olmamasına ve kendi evi olmasına rağmen Kıbrıslı Rumlardan kalan “daha güzel evlere” çökme fırsatçılığı...
Hem de Türkiye’den taşınan nüfus...
Nihayetinde onların oyuna da ihtiyaç vardır.
Önce “tasarruf” belgesi verildi bu insanlara...
Sonra verilen belgenin ismine “kesin tasarruf” dendi.
Ardından da “herkese tapu...”
Hem de bu işler hep “oybirliği” ile oldu...
En soldan, en sağa...
***
Elbette çözümsüzlük uzadıkça ve yatırım ihtiyacı ortaya çıktıkça çok kolay değildi, mülkiyet rejimini düzenlemek... Yeni kuşaklar evleniyor, iş kuruyor, farklı insanlar ülkeye yerleşiyor, ortaklıklar yapılıyordu.
Bu gerçeklere rağmen yine de rant, talan ve yağma önlenebilirdi...
Tam aksine teşvik edildi...
Sorumsuz, hesapsız ve vicdansızca...
Nasıl ki şimdi en tartışmalı zamanda “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına üç konut hakkı” verildi...
Hep böyle hesapsız gidildi...
***
Mülkiyet sorununun çözümü Kıbrıs sorunuyla birlikte mümkün görünüyor.
Çözümsüzlük sürdükçe gerilim iyice büyüyecek...
Hele de mülkiyet!
Tam bir düğüme dönüşecek.
Taşınmaz Mal Komisyonu ve Mülkiyet Komitesi’nin eski başkanlarından Ayfer Said Erkmen’e sormuştum... “Kıbrıslı Rumların kuzeydeki tüm mülklerine yönelik ne kadar tazminat ödememiz gerekiyor” diye… “KKTC” maliyesinin değerleri üzerinden hesaplamış, 22.4 milyar sterlin rakamına ulaşmıştı.
Kim ödeyecek bu rakamı şimdi?!
***
Çözümün önündeki en önemli engel, gerçekçi olmayan talepler ve mağduriyet masallarıdır.
Kendi pozisyonun tutunmasıdır her iki tarafın!
“Ne varsa aynen kalsın, adı çözüm olsun” kafası değişmeli önce...
Elindeki toprak aynen kalamaz!
Asker kalamaz aynen!
Kıbrıs Cumhuriyeti aynen kalamaz!
KKTC kalamaz aynen
Bunları kabul etmek gerekiyor.
Mesele bir ötekini “alt etmek” değil de “çözüm”se eğer!