“Hırvatistan, savaş suçları davalarında adaleti bloke ediyor...”
DÜNYADA GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDE NE TÜR SORUNLAR YAŞANIYOR?
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’ndan Miliça Stoyanoviç’in haberine göre, Hırvatistan’ın savaş suçları davalarında adaleti bloke ettiği vurgulandı. Bunu Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılığı açıklamış bulunuyor.
Lahey’deki başsavcı Serge Brammertz, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne, Hırvatistan hükümetinin 1990’lı yıllarda yaşanmış olan savaşlarda işlenmiş savaş suçlarına ilişkin davalarda, Sırbistan ve Bosna’yla işbirliğini bloke ederek bu konuda siyasi kararlar almakta olduğuna dikkati çekti.
Serge Brammertz, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi Uluslararası Mekanizması’nın başsavcılık görevini yürütüyor ve geçtiğimiz Salı günü BM Güvenlik Konseyi’ne yaptığı konuşmada, Hırvatistan’ın 1990’lı yıllara ait savaş suçları davalarında “adalet sürecini bloke etmek maksadıyla siyasi kararlar aldığını” duyurdu.
Brammertz son raporunda savaş suçlarına ilişkin davalarda en önemli konunun eski Yugoslavya’da bölgesel hukuki işbirliğinin var olmayışı olduğuna dikkati çekti. Brammertz, bu konuda Bosna-Hersek ile Sırbistan arasında bir dizi olumlu gelişmeyi kendi ofisinin fasilite ettiğini belirterek ancak her iki ülkenin de Hırvatistan’ın işbirliğini sağlamakta çok büyük zoruluklarla karşı karşıya olduğuna dikkati çekti.
Brammertz, “Örneğin Bosna-Hersek’teki savcılık, 80’den fazla davada Hırvatistan’ın işbirliğini beklemektedir. Bunların bazıları yedi senedir beklemektedir” dedi, “oysa on sene önce Hırvatistan, savaş suçlarına ilişkin davalarda bölgesel hukuki işbirliğini iyileştirme çabalarında öncülük yapmaktaydı. Bugün ise Hırvatistan’da yalnızca Hırvat kurbanlara karşı suç işlemiş olanlar için adalet arandığı, diğer etnik kökenlerden kurbanlar için Hırvatistan’ın adalet aramadığı yönünde yaygın bir izlenim mevcuttur” diye konuştu.
Brammertz, “Bunu değiştirmek için Hırvatistan’ın atacağı çok basit bir adım vardır: Tüm beklemeye alınmış talepleri, ilgili hukuki yetkililere göndermek ve bu taleplerin ivedilikle takibinin yapılmasına onları teşvik etmektir” dedi.
Hırvatistan ve Sırbistan yetkilileri, sık sık savaş suçlarına ilişkin konularda anlaşmazlık yaşıyorlar... En son kavgaları da, Sırbistan’ın Hırvatistan Hava Kuvvetleri’nde savaş dönemi subay olan dört kişiye karşı sivillere karşı işlemiş oldukları savaş suçları nedeniyle dava açmasıyla patlak verdi. Savaş esnasında Hırvatistan Ordusu’nun “Operation Storm” yani “Fırtına Operasyonu” esnasında, Sırp göçmenlerden oluşan bir konvoya hava saldırısı düzenlemekle suçlanıyor sözkonusu dört subay... Sözkonusu savaş suçu Boşnak topraklarında işlenmiş olduğu için ve bölgesel hukuki işbirliği bulunmadığından, subayların gıyaben yargılanması bekleniyor.
Brammertz konuşmasında ayrıca eski Yugoslavya ülkelerinin “siyasi ayrılıklarını bir yana koyarak kayıp şahısların aranmasında işbirliklerini önemli oranda artırmaları çağrısında” da bulundu. “Bu insani bir konudur” diyen Brammertz, binlerce insanın gömü yerinin hala bulunamamış olduğuna dikkati çekti.
“Boşnak Sırp askeri polis yetkilisi Kopriviça, 55 Boşnak sivili katletmekle suçlanıyor...”
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’ndan Enes Hodziç’in haberine göre, Boşnak Sırp askeri polis yetkilisi Nikola Kopriviça, 1992’de savaş esnasında Sokolaç’ta Novoseoçi köyünden 44 Boşnak sivili öldürmekle suçlanıyor.
Kanada’dan sınırdışı edilerek Bosna’ya götürülen Nikola Kopriviça, duruşmada “Ben böyle bir suç işlemedim, orada da değildim” şeklinde savunma yaptı. Kopriviça, 21 ve 22 Eylül 1992 tarihinde Sokolaç bölgesinde Novoseoçi köyüne saldırıyla suçlanıyor. Hakkında getirilen davada, kendisi askeri bir polis olarak diğer askeri polislerle birlikte köye saldırı düzenlemekle suçlanıyor.
Davada “Saldırıdan sonra kadınlar ve çocuklar erkeklerden ayrılmış ve tutuklanan erkekler de askeri kamyonlarla Novoseoçi köyünün birkaç kilometre dışında bulunan bir çöp alanına götürülmüş, bir çukurun kenarına dizilerek kendilerine ateş edilmiş ve öldürülmüşlerdi” deniliyor. Kopriviça da çukurun başına dizilen 44 sivile otomatik bir tüfekle ateş etmekle suçlanıyor. Öldürülen 44 Boşnak sivilin en küçüğü 14, en büyüğü ise 77 yaşındaydı.
Bu katilam ardından köy camisi yıkılmış ve caminin yıkıntıları da çukurda yatanların üstüne dökülmüştü. Geçtiğimiz Nisan ayında Kopriviça, birkaç yıldır yaşamakta olduğu Kanada’dan sınırdışı edilerek Bosna’ya gönderilmişti.
Novoseoçi’deki cinayetler nedeniyle bir başka dava daha mevcut. Bu davada da Sokolaç’ta o dönemde polis komutanı olan Dragomir Obradoviç, askeri polisin o dönemki komutanı Momcilo Payiç ve Boşnak Sırp Ordusu Motorize Birliği’nden komutan yardımcısı Aleksa Gordiç yargılanıyor. Keşif Birliği’nin o dönemki komutan yardımcısı Miladin Gaseviç ve aynı birlikten dört kişi daha aynı davada yargılanıyor.
BİR FİLM...
“Tazminat, soykırımı telafi eder mi?...”
Murat TÜRKER
Devletin ve ulusun saygınlıklarına tekrar kavuşabilmesi için ahlaki ve ayrıca siyasi olarak harekete geçmek, sorumluluğu üstlenmek, en azından suçu kabul etmek şarttı.
Uzun yıllar boyunca sürmüş adaletsizlikler, her türlü ayrımcılık, ırkçılık, talan, işkence ve milyonların hayatına malolmuş soykırım artık tüm gezegende bilinir hale gelmişti; inkâr etmek boşunaydı.
Buna rağmen, uzun seneler boyunca beyni propagandayla yıkanmış, bilhassa savaşın getirdiği yıkımla yorgun düşmüş halkın büyük bir bölümü soykırımdan kurtulabilenlere veya akrabalarına tazminat verilmesine karşı çıkıyordu.
Toplum olarak insanlık dışı muameleye aslında geniş bir kesim aktif veya pasif olarak katkıda bulunmuştu, pek az kişi suçsuz sınıfına giriyordu; fakat müşterek suç mefhumu kesinlikle reddediliyordu.
“Savaşta en çok kimler mağdur oldu?” sorusuna halkın verdiği cevaplardan oluşturulan listede soykırıma uğramışlar sıralamanın alt kademelerinde kalmıştı.
Madalyonun diğer yüzünde, soykırımdan sağ kurtulabilenler ve akrabaları, dindaş ve soydaşları, acıların, ölen yakınların, ruhun derinliklerine yerleşmiş karanlığın tazminatla telafi edilemeyeceğini söylüyor, bazıları “kan parası”nı kesinlikle kabul etmeyeceklerini haykırıyordu.
Mazinin silinmesinin imkânsız olduğunu, soykırımın asla unutulmayacağını ifade ediyor, her şeyin eskisi gibi olabilmesine ve mevzunun bir şekilde kapanmasına yönelik çabanın beyhudeliğine dikkat çekiyordu.
Verilmesi öngörülen tazminat olsa olsa itiraf, tanıma ve maddi telafi mefhumu taşıyor olabilirdi ama suçluların affedilmesi asla mümkün olmayacaktı.
İkinci Cihan Harbinden sonra Batı Almanya’nın ilk şansölyesi, asil görünümlü Konrad Adenauer hem memleketinde, hem de İsrail’de güçlü muhalefete rağmen yıllar boyunca canla başla uğraştı ve tazminat görüşmelerinin 1952’de başarıyla sonuçlanmasının lokomotifi oldu; böylece ülkenin kısmen de olsa itibarını tekrar kazanabilmesinin yolunu da açtı…
Yönetmenliğini Roberta Grossman’ın üstlendiği Hesaplaşmalar (Reckonings) adlı belgesel seyirciyi zaman tüneline sokup yoğun 74 dakika yaşatıyor. 2022 Amerika Birleşik Devletleri yapımı film Türkiye’nin gündemine bu şekilde pek girmemiş meseleyi ayrıntılarıyla ortaya koyarken içeriğinden ders alınması gerektiğini de layıkıyla hissettiriyor.
Film klasik soykırım filmlerinden farklı olarak kırımda canlı kalabilmiş insanların tanıklıklarına aşırı vakit ayırmıyor. Belgeselin bilhassa başında Nazi kamplarındaki korkunç anılarını paylaşan kahramanların kısaca anlattıkları aslında seyirciyi hemen tesir altına alıp empati kurulmasına başarıyla imkân tanıyor.
Savaştan yıkımla çıkmış bir diyarın karizmatik şansölyesi Adenauer kısa zamanda filmin esas kahramanına dönüşüyor ve “böyle lider dostlar başına” dedirtiyor. Kendi kabinesinde de olmak üzere muhalefetle karşılanan Yahudilere tazminat hususunda şahsı ve milleti adına büyük bir haysiyet mücadelesi veriyor.
Adenauer’in siyasi kariyerinin ilk parlak basamaklarından biri, Yahudi nüfusun yüksek olduğu Köln kentinin Belediye Başkanlığıydı ve Yahudileri yakından tanıyıp onlarla dostluk kurmuş olması fesat düşünceli insanları daima rahatsız etmişti. Hitler’e mutlak muhalif olduğundan başı belaya girmiş, Almanya’daki faşist rejimin şantajları ailesinde büyük dramlar yaşanmasına neden olmuştu.
Belgeselde gördüğümüz kadarıyla, Yahudilere tazminat verilebilmesi için uğraşırken süreci sabote etmek isteyenler tarafından kendisine bombalı bir paket yollanmış, paketi onun namına açan görevli ölmüştü.
Sonradan İsrail’in başbakanlarından olacak, tazminat karşıtı protestoların başındaki provokatör Begin’in bu saldırının arkasındaki isim olduğu da belirtiliyor sürükleyici filmde.
Bu arada İsrail’deki milliyetçi ve fanatik kesim topluca Knesset’e saldırıyor, polise şiddetle karşılık veriyordu.
Büyük bir gizlilik ve yüksek seviyedeki diplomatik incelikle Hollanda’da yürütülmüş pazarlıklar, çıkan pürüzlere rağmen iyiye doğru gidiyordu. Batı Almanya’nın muhatapları hem Ben Gurion’un başında olduğu İsrail devletinin elçileri, hem de dünyadaki tüm Yahudileri temsilen Talep Konferansının avukatlarıydı; Nahum Goldmann’ın arka planda da olsa Yahudi davasına gezegen çapında faydası sürecin sonrasında da kendini göstermeye devam edecekti.
İbretiâlemlik belgesel
Arşiv filmleriyle kısa kısa röportajların iç içe geçtiği, ayrıca pazarlık sürecinin aktörlerle canlandırıldığı zıpkın gibi tarihsel bir belgeselle karşı karşıyayız; belgesel tarzı olarak televizyon estetiğine yaslansa da filmde oyuncuların performansı seyirciyi asgari seviyede rahatsız ediyor.
Dönemin atmosferi bilhassa sanat yönetimi ve sinematografiyle damardan hissettiriliyor; şurup gibi akan senaryo da cabası.
Dünyada bir devletin zarar vermiş olduğu bir kesimin fertlerine, yani şahıslara birebir tazminat ödediği ilk örnekten bahsediyoruz. Kurbanların rencide olmaması için azami çaba gösterildiğini ve projenin büyük çapta başarılı olduğunu görüyoruz. Yıllar içinde dalbudaklanarak devam eden tazmin sürecinin bazılarını ıskaladığını, ama çok zor durumdaki İsrail’in yalnız parasal değil, hammadde, teknolojik destek ve muhtelif ürünler olarak yaptığı yardım sayesinde yoluna devam edebildiğini, bu sayede çatlak seslerin kesildiğini de görüyoruz.
Fimin kahramanlarından hiç kimsesi ve hiçbir şeyi kalmamış, bir zamanların genç kızlarının istemeye istemeye aldıkları parayla üniversitede okuyabildiklerini, psikolojik destek alabildiklerini ve bu sayede hayatlarına devam edebildiklerini izliyoruz. Bazı taşınmazların veya belirli bir sermayenin tüm sahiplerinin soykırımda yok edilmiş olması sebebiyle çıkmaza sürüklenmiş vakaların yanısıra Almanya’da gerekli bürokratik işlemleri yerine getirip ailenin varlıklarının karşılığını çatır çatır alanlara da rastlıyoruz.
Herkese misal oluşturması gereken husus, Almanya’nın geçmişine samimiyet ve dürüstlükle bakıp kabahatini kabul etmiş olması, bununla yüzleşip adım atması ve bu sayede itibarını tekrar kazanması.
Karşımızda tabii ki taktiksel olarak kendi çıkarlarını en tesirli şekilde korumaya girişmiş bürokratlar, politikacılar ve liderler var; diğer yandan da soykırımın lokomotifi olmuş memleketin okullarında mecburi soykırım eğitimi var ve o diyarda soykırımı inkâr etmek de resmen suç.
Yahudilere yönelik Almanya’nın telafi çalışmalarına dönersek, darısı Nazilere göre ari ırktan olmadığı iddia edilmiş diğer kesimlerin, Romanlar’ın, engellilerin ve eşcinsellerin başına!
(BİANET.ORG – Murat TÜRKER – 11.6.2022)