Hitler’in Filozofları
“Hitler’in Filozofları,” dünyanın tanınmış düşünürlerinin Hitler’i neden ve nasıl desteklediğini detaylı bir şekilde bizlere gösteren bir kitap.
Pervin Yiğit
Yvonne Sherratt. Hitler’in Filozofları.
Çev. Özge Eldaş. İstanbul: Say Yayınları, 2014.
Yvonne Sherratt tarafından 2013’de yayımlanan “Hitler’in Filozofları,” dünyanın tanınmış düşünürlerinin Hitler’i neden ve nasıl desteklediğini detaylı bir şekilde bizlere gösteren bir kitap. Aslında kitap Hitler iktidara yükselirken sessiz kalan filozofların sonrasında nasıl davrandıkları hakkında da güzel bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Sherratt, Hitler’in muhalifi olan ve bu sebepten çoğunlukla ölüme sürüklenen düşünürlere de kitabın ikinci kısmında yer verip, ayrı ayrı bölümlerde Walter Benjamin, Theodor Adorno, Hannah Arendt ve Kurt Huber’in Hitler iktidarı sonrasında başlarına gelenleri anlatıyor.
Hitler’in filozoflara ne kadar değer verdiği hem yazılarında hem de konuşmalarında yaptığı alıntılardan açıkça bellidir. Hatta Platon’un filozof kral kavramını filozof lider olarak kendisi için kullanmaktan da çekinmemiştir. Friedrich Nietzsche’ye hayran olan ve onun birçok kavramını kendi lehine kullanan Hitler, Arthur Schopenhauer, Immanuel Kant ve Charles Darwin gibi düşünürlerden de oldukça etkilenmiş olan biriydi. Hapishanede geçirdiği günlerde Schiller, Wagner, Goethe gibi düşünürlerin de tüm kitaplarını okuduğunu her fırsatta dile getiren Hitler, konuşmalarında Kant, Hegel ve Alman İdealizm’inden alıntılar yaparak, özellikle Kant ve Nietzsche’nin fikirlerini kendi Yahudi düşmanlığını meşrulaştırmak için manipüle etmiştir. Yahudilerin ahlaksız oldukları için şehir yaşamının dışında kalmasını öneren Kant, Yahudileri mantıksız, ilkel ve bencil gören Ludwig Andreas Feuerbach, operalarında bile Yahudi nefretinden beslenen büyük besteci Richard Wagner, Hitler’in elinde çok etkili silahlar olarak kullanılmışlardır.
Hitler iktidarından yaklaşık 40 yıl önce ölmesin rağmen, bu düşünürler içerisinde Hitler’in en güçlü destekçisi maalesef Nietzsche olmuştur. Daha doğrusu, Naziler Nietzsche’nin felsefesini bir propaganda aracı olarak sunmayı ve halka bunu kabullendirmeyi başarmışlardır. Nietzsche’nin en çok tartışılan kavramı olan “üst insan” fikrini ortaya attığı “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabı 1. Dünya Savaşı sırasında Alman askerlere dağıtılmıştır. Bu sebepledir ki kitap dönemin entelektüelleri tarafından ahlak bozucu olarak ve Nietzsche de ahlaksız bir düşünür olarak suçlanmıştır. Sonraki dönemde ise, “üst insan” kavramı Nietzsche’nin çalışmalarını arşivleyen kızkardeşi Elisabeth Nietzsche tarafından milliyetçiliği ve Yahudi düşmanlığını beslemek için kullanılmış ve Naziler için soykırımı meşrulaştırmak adına paha biçilmez bir kavram olarak yıllarca değerini kaybetmemiştir.
Hitler, soykırımı başlatmadan önce üniversiteleri Yahudilerden temizlemeye çalışmıştır, böylece Aryan zihniyetini ülkenin en etkili yerlerinde; üniversitelerde etkili hale getirmek için çaba vermiştir. Fenomenoloji akımıyla ünlenen ve bizim şu an Martin Heidegger’in hocası olarak da tanıdığımız Edmund Husserl de bu süreçte, tüm Almanya çapındaki popülerliğine rağmen açığa alınmış, hatta üniversitedeki görevinden uzaklaştırıldığını öğrencisi Heidegger tarafından öğrenmiştir. Kariyerini hocası Husserl’e borçlu olan ama sonrasında tutkulu bir Nazi olan Heidegger, Husserl’in açığa alınmasını engelleyebilecek güce sahip olmasına rağmen, bu karara karşı çıkmamış ve uzaklaştırma kararını hocasına bizzat kendisi söylemiştir. Yahudilerin akademik hayattan kovulmaları ile oluşan açık pozisyonlar da Nazi yanlısı entelektüeller tarafından doldurulunca 3-4 yıl içerisinde hem akademik hayat, hem enteleküel ortam, hem araştırmalar artık Yahudiler aleyhine olmuştur. Yahudilerin eğitim hayatından ihraç edilmeleri, müfredatın Nazileştirilmesi ve Yahudiler aleyhine büyük ödeneklerle desteklenen araştırmalar yapacak sözde entelektüel kurumların oluşması Hitler’in iktidarının başarısının eğitimi kontrol etme gücünden geçtiğini de açıkça gösterir.
Hitler iktidarını korkuyu temele oturtarak mutlak güçle kurmuş olsa da, dünyayı ele geçirecek bir egemen gücün akıl ile meşrulaştırılması gerektiğinin de farkındaydı. 1933’den sonra akademisyenlerin fikir üretme ortamlarından uzaklaştırılması ve Yahudi olsun olmasın, Yahudileri destekleyen gazetecilerin veya yazarların sürgüne gönderilmesi veya öldürülmesi ile artık Nazilere muhalefet edecek kimse kalmamıştı. 1940’ların başında artık ne demokrasi için ne de insanlık için Nazilerin karşısında durup kendi fikrini söyleyebilen kimse yoktu, toplum tektip bireylerden oluşuyor, herkes aynı kitapları okuyup aynı marşları söylüyordu. Şaşırtıcıdır ki Heidegger eski hocasına ya da meslektaşına ihanet eden ve insan haklarına, demokrasiye inanmayan tek filozof değildi. Yahudilerin yerlerine atanan hocalar, kendi çıkarlarını korumayı tercih etmiş, aksini düşünenler ise sessiz kalarak aslında nerede durduklarını belli etmişlerdi. Peki, sessiz kalmak aslında yapılanları onaylamak da değil miydi? Soykırım’ı asla kınamamış ve hatta soykırım kelimesini kullanmamış filozofların “aslında” nerede durduğunu bilmek kime nasıl bir fayda sağlayacaktı? Tarihte görüldüğü üzere kendilerini güvende tutmaktan başka kimseye bir fayda sağlamadı ve dünya insanlık tarihinin gördüğü en büyük acılara sahne oldu.
Ünlü siyaset felsefecisi Thomas Hobbes, iktidarın temeline korkuyu yerleştirir. İnsanları egemenden, yasalardan ve hatta yazılı olmayan ahlaki kurallardan korkutarak iktidarın devamlılığını sağlamaya çalışır. Bu görüş 350 yıl önce işe yarasa da, Aydınlama Çağı’ndan sonra yerini insanın özgür düşüncesine ve egemene verilen rızaya bıraktı. İktidarın meşruluğu artık bireylerin korkusu ile değil, o iktidarı onaylamaları ile belirlenmeye başladı. Hitler bunun farkında olan biri olarak, hastalıklı deyebileceğimiz dünyayı yönetme fikrini sadece baskı ile değil, bireylere uygulanan zihinsel kontrol ile de gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bunu başarmak için de üniversitelerden başlamış, tüm müfredatı değiştirmiş, aleyhine olan kitapları toplatıp yaktırmış, aydın kesimi susturmuş ve iktidarını daha güçlü bir zemine oturtmayı başarmıştır. Sorgulamamız gereken Hitler’in saçma fikirleri, insanlığa çektirdiği acıları, korku imparatorluğu değildir, bizim cevabını aradığımız soru bu kadar insanı nasıl ikna edebildiği ve peşinde sürükleyebildiğidir. “Hitler’in Filozofları”nı okumak, üzerinden 70 yıl geçmiş Hitler’in tüm dünyayı kontrol etmeye çalışan ve bir halkı yok eden iktidarını okumak değildir. Bir “lider”in hangi yollarla bireylerin zihinlerini kontrol edebildiğini, entelektüel kesimin bu konuda ne kadar da etkili ya da etkisiz olduğunu okumaktır. Bu yüzden “Hitler’in Filozofları” günümüz Türkiyesini anlamak, 5 yıl sonrası için öngörülerde bulunmak, sessiz çoğunluğa ses vermek, onlara susmanın onaylamak olduğunu göstermek için okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir kitaptır.