HIV’de bilimsel devrim oldu… Ancak bunu insan aklında beceremedik!
HIV’de bilimsel devrim oldu… Ancak bunu insan aklında beceremedik!
Nesil Bayraktar
[email protected]
Yazıyı yazmadan önce bir doktor olarak neresinden başlayacağımı pek bilemedim. Kıbrıs’a geldiğimden beri HIV ve Hepatit konusunda durmadan aynı şeyleri söyleyip durdum. ‘’HIV pozitif olmakla Hepatit taşıyıcısı olmak arasında neredeyse hiçbir fark yok’’ dedim, birileri ‘’olur mu öyle şey onlar hemen ölüyor’’ dedi. ‘’HIV pozitif kişiler tedavi altında yaşamlarına devam edebilir’’ dedim, birileri ‘’olur mu öyle şey onlar artık kimseye dokunamaz, sevemez’’ dediler. ‘’HIV hepimize bulaşabilir, tedbirli olalım’’ dedim, biriler ‘’yok öyle bir şey heteroseksüellere birşey olmaz’’ dedi.
Dedim, dediler… Bu listeyi uzatmak mümkün.Zamanla adaya dönen hekim arkadaşlarımla birlikte tüm bunları sürekli tekrarladık. Bulduğumuz her alanda konuştuk. Bir arpa boyu yol kat edince sanki kilometre taşlarını yerine koymuş gibi sevindik. Çünkü ne eğitimini aldığımız yerlerde ne de hergün yenilenen bilgiler doğrultusunda öğrendiklerimiz, kimseyi ikna etmeye yetmedi. Biz de küçük zaferlerimizi büyük büyük kutlamayı seçtik ve motivasyonumuzu kaybetmemeyi denedik… Deniyoruz.
En zoru hasta mahremiyetini korumaktı. Bize başvuran hastaların çoğu tanı alır almaz ortadan kayboluyordu. Nereye gittiklerini nasıl bir yol izlediklerini bilmeden, tedavisiz geçen zamanın aleyhte olduğunu söyledik. Dolayısı ile önce HIV pozitif kişilerin ikna olması gerekiyordu. Elbette ki birinci sırada istenen ‘’gizlilik’’ esas alınmalıydı.
Böylece Mayıs 2014’ten beri pozitif vakalar uluslararası kodlama sistemi ile adlandırılmaya başladı. Tabii ki yeterli değildi. İlaçlarını almak için ilaç eczacılık deposuna gittiklerinde zor durumda kaldıklarını öğrendik. Bunun arkasından ilaçları hastaneye getirttik. Birebir bizlerden, doktorlarından almalarını sağladık. Tabii ki bu da yeterli değildi. ‘’Tesadüfen tanı alanlar ne olacak, kâğıtta tak diye adları olacak! Olmaz biz başka yerde test yapalım’’ dediler. Merkez Bilgi İşlem birimi ile tüm hastanelerde pozitif sonuçların sadece Enfeksiyon Hastalıkları uzmanları tarafından görülebileceği bir yazılım ile düzenleme getirdik. Evet, tüm bunlar pozitif bireyleri biraz rahatlattı. Artık kendilerini ‘’saklamak zorunda’’ kalarak ‘’özgürce’’ tedaviler ve takipleri yapabiliyordu. Teknik olarak hekim vasfıyla işleri yoluna sokmanın rahatlığını tatmak üzereydim ki 26 yaşındaki hastam bana ‘’ben artık burada yaşamak istemiyorum. Ne kadar daha saklayabilirim ki? Annemle paylaştığım günden beri çamaşırlarımı bile ayrı yerde yıkamaya başladı. Siz ne kadar söyleseniz de o bunu anlamayacak’’ dedi ve gerçekten de dediğini yaparak 2-3 ay içinde gitti. Bunun arkasına bir başka hastam birlikte olduğu insana HIV pozitif olduğunu söylediğinde onu homoseksüellik ile ‘’suçlamış’’ ve terketmiş olduğunu öğrendim. Kafam iyice karışmıştı. Homoseksüel olan hastam sevdiklerini bırakarak yaşamak istediği coğrafyayı terk etmek zorunda hissediyor diğer taraftan heteroseksüel ilişki yaşayan hastam ‘’homoseksüel’’ olduğu iddiası ile terk ediliyor. Bu noktada toplum algısının ne derece şiddetli bir yaptırım gücü olduğunu anladım. Her ikisi de virüs taşıyordu, her ikisi de sevdiği insanlarla hayatı paylaşmayı istiyordu. Oysa her ikisi de hepatit B virüsü taşısaydı gitmek ya da terk edilmek zorunda kalmayacaktı. Tam tersine hepatit B taşıyıcısı olan insana sevdikleri tarafından, muhtemelen, kayda değer bir merhamet duygusu beslenecekti. Tabii ki bu merhamet duygusu hepatit negatif olan herkesi büyük ölçüde ‘’iyi insan’’ yapacaktı.
Tıp kitapları HIV’in insan vücudunda bağışıklık sistemi hücrelerini enfekte ettiğini yazıyor. Bizler bu enfeksiyonun önüne geçmeyi ve durdurmayı başarabiliyoruz ancak HIV negatif kişilerin algısı için hiç bir şey yapamadığımızı görmek gerçekten çok üzücü. Bu algıyı oluşturan sistemin temellerini en kökten kazımak elbette bugün ya da yarın sabah mümkün değil ama bir kez olsun bizlere öğretilmiş olanları sorgularsak ve yeniden enikonu insan olduğumuzu hatırlarsak belki bir arpa boyu yol daha alırız. Belki virüsün yaptığından çok daha fazlasını toplum algısının çarpıklığının, ikiyüzlülüğünün yaptığının farkına varırız. İlaçlarla hastalığı önleyebiliyoruz, hayata devam edecek sağlığı hastalarımıza geri verebiliyoruz. Ancak bunu hastalarımıza geri vermeyen ve çok daha fazlasını alan toplumsal algıyı ilaçlarla değiştiremiyoruz.
Gece kulüplerinde çalıştırılan seks kölelerine korunmalı cinsel ilişkiyi yasaklayan patronun pazarladığı ‘’HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar’’ın ta kendisi değil midir? Bu soruyu başka bir bilgi ışığında soracak olursak: çok eşlilik HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar için risk faktörüdür. Tek eşli bir erkek/kadının cinsel partneri çok eşli ise ve ne yazık HIV ona da bulaşmışsa ben hekim olarak her ikisini de tedavi etmeye çalışacağım ve bulaş kaynağına ulaşmayı deneyeceğim. Peki, bu şartlarda bulaşan ve bulaştıranı ‘’toplumsal değer yargılarımız”ın emriyle ne yapalım? Onları, hastalıklarını gizletecek kadar suçlayalım mı? Bizim başımıza gelme ihtimali ile henüz yüzleşmediğimiz için kendimizi kutlayalım mı? Bu gece kendini saklayan, tedavi almaktan kaçan HIV pozitif birinin kanıyla ya da cinsel sıvısıyla temas etmeyeceğimizi garanti eden bir hayat tanımlayabiliyor musunuz? Hasalığını gizleyen birinden hemen sonra diş hekimine başvurmuş olabilir misiniz? Ya da kan şekerinizi onun iğnesiyle ölçmüş olsanız mesela? Belki yurt banyosunda yanlışlıkla onun jiletini kullandınız ya da dövmenizi tedavisini korktuğu için yarım bırakmış birinden hemen sonra iğnesini değişmeyi unutmuş bir dövmecide yaptırmışsınızdır… Bu örnekleri uzatmanın mümkün olduğu aşikâr…
Kıbrıs’ın kuzeyinde sağlık hizmeti vermeye çalışan bir hekim olarak hasta mahremiyetinin önemini elbette çok iyi biliyorum. Herkesin herkesi tanıdığı bir toplumda hasta olmanın yükü çok ağırdır. Kanser hastasıysanız size acıyacakları kaygısıyla saklamak istemek ne kadar masum duyulsa da bunu kaldırmak zorunda hissetmek son derece yıpratıcıdır. Düşünün ki hasta olmanın yanında hastalığınızdan utanmanız gerektiği hissiyle savaşmalısınız. Üstelik sağlıklı bir gündelik hayat uzun bir yaşam önünüzde dururken…Ömür boyu şeker hastalığı yüzünden günde 4-5 kez iğne yapan hastayla günde 2 kez hap kullanan hasta arasında nasıl bir fark gözetebiliriz?
Hastalığın bulaş şeklini ön görerek yargılama hakkını veren algıyı kim nereden nasıl soktu içimize? Kaldı ki istatistikler açıkça gösteriyor ki HIV artık heteroseksüeller ve homoseksüeller arasında benzer oranlarda görülmektedir. Cinsel yönelimi de eklenince 2 kere yargılanan birinin varlığını bilmek uykularımızı kaçırmak yerine ‘’oh bende olmaz zaten’’ dedirtiyorsa bence insan olmanın vasıflarını bir daha düşünmeliyiz.
Tam da bu noktada belirtmekte fayda var sanırım, hiçbir virüs enfekte edeceği vücuda girmeden önce cinsel yönelim bilgisi ya da vatandaşlık bilgisi sormaz. Şartlar uygun olduğu anda vücuda girer ve hastalık oluşturmak üzere çoğalmaya başlar. Virüsler hastalık yaparken ayırım göstermezken, biz toplum olarak virüslerin adına bakıp hastalanmış insanları nasıl ‘’öteki’’leştirecek ölçüde ayırımcılığa maruz bırakıyoruz? Keşke bunu gidermenin de ilacı bulunsa ve tüm hastalarımız saklanmadan tanı ve tedavi süreçlerini ‘’özgür’’ bir biçimde yaşabilse…