Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

HIZ ÇAĞI

A+A-

Yaşlı kıyımı sadece salgın ile ilgili değil diye düşündüm kapatıldığımız evler ve ülkelerden fazlasıyla başımı uzattığım, seyahatler nedeniyle dünyanın hal ve gidişatını daha fazla gözlemlediğim bu günlerde. Geçmiş kuşakların ruhlarına, yaşam algıları ve tempolarına da yönelik bu saldırı.  2016’da Beyoğlu sinemasından Ken Loach’ın “Ben Daniel Blake” filmini izleyip çıktığım anı anımsıyorum. Yaşlı bir yoksulun dijitalleşen dünya karşısında sersemlemesi ve ayakta kalabilme mücadelesini anlatan bu filmden çıkışta içimi dolduran derin kederi, sokaklarda sarsılmış halde dalgın yürüyüşümü unutmuyorum. Dalgınlık bu çağa göre değil oysa. Hep tetikte olmalı, kodları doğru hatırlamalı, tempoyu tutturmalı ve hata yapmamalısın. Bir Alman arkadaşım Almanya’da yaşadığı şehirdeki süpermarket kasası temposundan söz etmişti. Satın aldığın şeyleri büyük bir hızla torbaya yerleştirmen gerek, aksi halde arkadan homurdanmalar ve şikayetler başlayabilir. Tempo önemli, sohbet ve tereddüt sakıncalı.

Z kuşağının dijitalleşme ve sistematik konularda hata yapan önceki kuşakları nasıl küçümsediğini, hakareti eksik etmediğini gözlemliyorum sık sık. Bir bilgi sorana “ekrana bak, ben bu konuda görevli değilim” diyebiliyorlar. Çocuklar anne ve babalarının dijital konulardaki beceriksizliklerini aptallık olarak görebiliyorlar. Hız en önemli değerlerden biri haline gelmiş. Ne kadar hızlıysan o kadar başarılısın. Her zaman sistemli ve organize olmak zorundasın. Aptalsın çünkü her şeyin çok hızlı bir çözümü var, geçmişte uzun zaman alabilen şeyler birkaç tuşa basılarak çözülebiliyor. Yaşlıca bir kadının kendisine parayı veren bankamatike gayri ihtiyari bir reflekse teşekkür ettiğini gözlemleyip gülümsemiştim bir kez. Eskilerde parayı veren banka memuru için hazır bir teşekkürdü bu.

Yaşam deneyimi ve bilgelik değerini kaybetmiş günümüzde. Dijital alanda beceri sahibi olanın devri bu. Çocuklar ninelerinden, dedelerinden çok daha deneyimli sanıyorlar kendilerini. Bu yeni dünya karşısında afallamış, zavallı insancıklar olarak görüyorlar onları.

Bir şeylere yetişme kaygısı en önemli meselelerinden biri günümüzün. Sürekli hayata geç kaldığımız, bazı şeyleri kaçırdığımız kaygısıyla yaşıyoruz. Benzer hatıraları, referansları olan toplumlar olmaktan çıkıyoruz sanki. Şehre bir değil onlarca film geliyor. Aynı gün içinde birkaç farklı konser gerçekleşebiliyor ve bütün bunların hatıraları hızla soluyor, yerlerini yenileri alıyor çünkü. Burada sanırım seçebilmek önemli olan. Seçebilmek için de kendini iyi tanımak, ne istediğini bilmek önemli. Sürekli bir şeyleri kaçırmışım, bir şeylere geç kalmışım hissi içinde yaşarken birden evlere kapatıldığımız bir döneme geçtik ve aynı tempo sanal dünyada devam etti.

Cumartesi sabahları da okula gittiğimiz kısa bir dönem hatırlıyorum Kıbrıs’ta. Herkes bir rüyadan uyanmamış halde gelirdi okula. Bütün bir ada halkı Türkçe konuşanı da Rumca konuşanı da kafalarında aynı imge ile dolanırdı. Tek televizyon kanalında Cuma akşamları bir Türk filmi gösterilirdi çünkü. O filmle yaşanan büyülenme hali Cumartesi de sürerdi.

Yaşadığım ilk toplum duygusu Peristerona’daki  tek televizyona sahip evimizde köydeki kadınlarla birlikte ışıklar sönük halde izlediğimiz bu filmlerdi. Bu yavaşlık çağı çok geride kaldı artık. Görsel hatıralar öyle çok ki bellek hızla silikleştirmek zorunda pek çoğunu.

Eskiden çıkan bir kitabın, en azından kendi alanımızdakilerin zamana yayılan bir etkisi olurdu. Şimdilerde kısacık bir raf ömrüne tabi pek çok kitap. Buna rağmen taşıp duran raflar arasından ne alsak ne okusak tatmin olmuyoruz. Hep bir geride kalmışlık, bir eksiklik, olmamışlık duygusu egemen olan.

Bu yazıyı hızla tamamlamak zorundayım. Yetişmem gereken pek çok şey var çünkü. Gün bittiğinde yine de suçluluk duygularıyla dolu olarak hiçbir şey yapmamış, zamanı yeterince değerlendirmemiş gibi hissedeceğim kendimi. Bu yazıyı okumaya vakit ayırabildiğiniz için minnettarım. Günün geri kalan koşusuna başlayacağım ben. Bu hız çağında yavaşlık ve yavaşlığın erdemleri üzerine düşünelim istedim biraz. Kaplumbağa tavşanı geçebilir ama geçmek gerçekten önemli bir değer mi? Bunun üzerine düşünelim biraz da.

 

Bu yazı toplam 1437 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar