HOŞÇA KAL CANIM ANDREAS
Sizler bu yazıyı Pazar günü okuyacağınıza göre yarın benim doğum günüm. Sosyal Medya sayesinde böylesi günler önceden biliniyor, topluca kutlanıyor artık. Bir yaş daha almış olmayı bir aşamadan sonra hüzünlü bir durum gibi algılamak da mümkün. Ben bu konudaki yaklaşımımı bir süredir gözden geçirmiş bulunuyorum. Yaş almak aslında her durumda sevinilesi bir durum. Bu dünyadaki misafirliğin uzamakta olduğunu gösteriyor çünkü. Hem doğum günleri bir araya gelip eğlenmek için bir bahane oluşturuyor. Böylesi berbat bir dünyaya küçük, sevinçli bir parantez açmak gibi… Geriye dostlarla paylaşılan güzel anlar kalıyor. Böylesi zamanları çoğaltmaktan başka fayda yok.
Bir haftadır gripten mustariptim ki beş yıldır hastalanmamayı başarabilmiş olan bendeniz için önemli bir yenilgi bu. Dün sonunda durumu kabullenip doktorun yolunu tutmak üzereyken hayatımın en acı haberlerinden birini aldım. Arkadaşım Andreas Christodoulu’nun ölüm haberi. Hala inanmakta güçlük çekiyorum ama siz yazıyı okurken ben büyük olasılıkla cenazede olacağım. Daha ölümünden iki saat önce Andreas bana mesaj atıp “Geçmiş Olsun“ dileğinde bulunmuş. Bir Parti için onu arabayla almaya gelen arkadaşları telefona cevap vermeyince telaşlanıp kapısını kırmışlar. Ve giyinmiş, süslenmiş halde kanepede otururken bulmuşlar cansız bedenini… Kalp krizi… Nasıl da inanılmaz bir durum. Andreas deyince insanın aklına kocaman bir gülümseyiş gelir hep. Şimdi bile onun kendi ölümünün ardından gelen perişan halimizi izleyip ortalığı toparlamaya çalışıp hepimizi teselli etmeye çalıştığını filan hayal ediyorum. Onu tanıyan herkesin aklına o yumuşacık kalbi geliyordur eminim. Çevresindekilerin dertlerini kendine dert edinen, hemen yardıma koşan bir iyilik meleği. Ondan geçmiş zaman kipiyle söz etmeye başlamak bile ne kadar acı…
Bu Pazar gününde sizleri ölüm, hastalık gibi konularla meşgul etmek istemezdim inanın. Hala daha hayretle ölümünden söz ettiğim bu insan sevgi, neşe, yaşama sevinci ve kahkaha demekken üstelik. Şu an ne olur sevdiklerimize, birbirimize iyi bakalım, saçma sapan nedenlerle kalp kırmayalım, uzaklaşmayalım demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Geçen yıl bugün Andreas ile bir butiğe gitmiştik ve bana doğum günü partim için güzel bir kıyafet seçmişti. Ne acı ki onun cenazesini kaldırıyor olacağız bir yıl sonra.
Hayatta acı, tatlı ne yaşarsak yaşayalım en çok da dostlarımızla paylaşmamız önemli bunu… Hayatta dostluktan değerli başka bir şey düşünemiyorum. Birkaç gün sonra “sevgililer günü”nü de idrak edeceğiz ama sevgili mi dost mu derseniz “dost” derim yine de… Sevgililik gerilimli bir durum çünkü. İnsanı cennetten cehenneme doğru savurabiliyor bir anda.
Bunca çatışma, ölüm ve zulüm içinde dünyayı kurtarırsa da dostluk kurtaracak. Gencecik insanların ölüm haberini duymaktan içim parçalanıyor her gün.
Franco gençleri savaşmaya teşvik etmek için “Bir insan hiçbir şeydir” sloganını oluşturmuştu. Bunun karşılığında ise Andre Malraux “Hiçbir şey bir insan değildir” demişti. Tek bir insanı dahi kaybetmemek. Bundan daha kutsal bir amaç olabilir mi?
Benim şimdi içim yanıyor. Canım arkadaşımı kaybettim. Yaşayacak bir hayat vardı önünde. Çevresindekiler için daha çok sevgi ve şefkat vardı heybesinde… Onu götürüp bir mezara bırakıyoruz.
Sevgili Andreas, hoşça kal güzel arkadaşım. Amir Or’un KİTABE şiiriyle veda ediyorum sana:
KİTABE
Yana sap, ey yolcu
Dut ağaçları ve asmalıkların yanına çök
Su ve gölge ve taşın beyazlığı arasında
İşte burada yatıyorum ben, bir genç adam ve bir kral
Yüzüm serin mermer. Eller, ayaklar
Eğrelti otları, sonbahar yaprakları giyindim
Uzun değildi yolculuğum benim de
Ben de yaşıyordum bir zamanlar
Yana sap, ey yolcu
Dutlar ez gözlerim üstünde