1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Hoşgörü ve karşılıklı saygı
Hoşgörü ve karşılıklı saygı

Hoşgörü ve karşılıklı saygı

Hoşgörü ve karşılıklı saygı

A+A-

Tuncer Bağışkan


Elli sekiz yıldan sonra Ortodoks Rumların ilk Paskalya ayini Mağusa surlar içindeki Ayios Yeorgios Eksorinos (Nestorian) Kilisesinde gerçekledi. 18 Nisan 2014 tarihinde gerçekleşen bu ayine gölge düşürmek isteyen ırkçı-şoven ELAM ile Hrisi Avgi’nin kuzeydeki versiyonları da sahnedeydi. Vizyona soktukları gösteri ise güney Kıbrıs’taki Hala Sultan Tekkesi ile Bayraktar Camisinde imamet ile hitabet görevi yapan Kıbrıslı Türk hocalar ile oraları ziyaret edecek olan Türklere misilleme yapmaları için güneydeki faşist ‘partnerlerine’ malzeme vermekti! Bu örgütler geçtiğimiz yıllarda yandaş hükümetlerin destek ve takdirlerine mazhar olmuşlardı. Bu nedenle geçmişin ırkçı-şoven kardeşliğini rafa kaldıran şimdiki hükümet yetkililerini, Mağusa Belediyesini, emniyet güçlerini ve özellikle de İki Toplumlu Mağusa İnsiyatifi’ni kutlamamız gerekiyor.

Gün boyunca bir yandan Başpiskopos II. Hrisostomos ile Din İşleri Dairesi Başkanı Talip Atalay arasındaki olumlu diyaloğu düşünürken, bir yandan da Konstantia-Mağusa Metropoliti Vasilios tarafından kilisede gerçekleştirilen ayine Din İşleri Başkanlığını temsilen Girne Müftüsü Fuat Tosun’un da katılması beni yıllar öncesine götürdü. Bu nedenle Limasol Köprülü Hacı İbrahim Ağa Camisi’nin eski imamı rahmetlik Baysal Gülboy hoca ile ilgili olarak 18.2.2007 tarihinde günlük bir gazetede yayınlanan “Limasol camisinin imamı Baysal Gülboy hoca görevden alındı” başlıklı yazıma bugünkü köşemde yer vermeyi uygun gördüm. Bu arada yazımın bir benzeri ile gazetenin küpürünü zamanın Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a ilettikten bir süre sonra Baysal Gülboy hocanın yeniden göreve başladığını da belirtmem gerekiyor.

18.2.2007 tarihli yazım

“Bu ülkede yıllardır milliyetçilik, şovenizm ve ırkçılık adına nice yakası açılmamış senaryolar üretilip sahnelendi. Adamızda barış, dostluk ve demokrasinin yeşermesi için mücadele verenlerden önce Fazıl Önder ile Derviş Kavazoğlu’nu, sonra Bayraktar Camisi provokasyonunda Ayhan Hikmet ile Ahmet Muzaffer Gürkan’ı ve en sonunda da Kutlu Adalı’yı yitirdik. Katledilmemek için yurtdışına kaçanlar ile bir köşeye çekilmek zorunda bırakılanlar da yitirdiklerimiz arasında yerlerini aldılar ne yazık ki. Ve 1950’li yıllarda başlayan bir mücadele sürecinden geçerek bugünlere geldik. Yıllardır arkamıza bakıp da yitirdiklerimize hayıflanırken, şimdilerde önümüzdeki oluşumlara hayıflanmamak için hem sağır, hem dilsiz, hem de kör olmamız gerekiyor. Bunu da başaramıyoruz ki... Bize bunları söyleten ise, Limasol cami imamı Baysal Gülboy hocanın görevinden alınması nedeninin yanlış bir şekilde kamuoyunun bilgisine getirilmesi. Bakanlar Kurulu kararıyla 2004 yılından itibaren Limasol’daki Köprülü Hacı İbrahım Ağa Camisi’nde imamlık yapan Baysal Gülboy hoca’nın suçu, Dışişleri Bakanlığı Genel Koordinatörü Fahri YÖNLÜER tarafından kamuoyuna şu şekilde aktarılmıştır: “Güney’deki azınlıkların dini liderleri toplantısına katılmak, Kıbrıslı Türkleri azınlık konumuna düşürmek ve belirli günlerde Güney’de yapılan azınlıkların dini liderleri toplantılarına izinsiz katılmak”. Konu gerçekten iddia edildiği şekilde midir? Bu ülkede siyasi erki hasbel kader elinde bulunduranların olmayan şeyleri olmuş gibi aktararak dürüst insanları toplum dışına ittiklerini yakınen bilenlerdeniz. Limasol’daki gelişmeleri başından sonuna kadar bilen bir kişi olarak gerçekleri ayrıntılarıyla ortaya koymak da etik anlayışımızın bir gereği…

Tarih Kitaplarımızın Milliyetcilik ile Şövenizmden arındırılması

Ayrılıkçı rejimin göz bebeği gibi koruduğu barikatlardan iki tanesinin kalbura döndüğü 23 Nisan 2003 tarihinden hemen sonra, güney Kıbrıs’taki bazı meslektaşlarımla akademik düzeyde temas kurma olanağı bulmuştum. Daha sonraki günlerde ise şovenizm, militarizm ve kafatasçı milliyetçiliği dışlayan Ortaokul ile Lise Tarih kitaplarımız Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı tarafından okul müfredatlarına sokulmuştu. O sıralarda bu tarih kitaplarını güneydeki meslektaşlarıma örnek göstererek, Kıbrıs sorununun ancak çocuklarımızın okul çağından itibaren bu şekilde eğitilmeleriyle çözümlenebileceğini söylemeye başlamıştım. İkiye bölünmüş adamız ise ancak bu şekilde birleşebilirdi. Bu konuda bir konsensüse de varmıştık. Nitekim bu konu Güney’deki Yeşil Parti’nin genel kurulunda Rum dostlarımdan biri tarafından seslendirilirken, bu konunun Rum medyasının gündemine oturduğu da bilinmektedir. Ve 9 Aralık 2006 tarihinde bilgisayarıma bir mesaj gönderen meslektaşım Andreas Foulias, öğretmen olarak bulunduğu Limasol Lanitis (Lanitium) B Lisesindeki İlahiyat Kolu öğrencilerinin “Kıbrıs’ın Dini Çehresi, Anıtları ve Dini Toplumları” konulu bir etkinlik düzenleme kararı aldıklarını bilgime getirdi. Bu habere çok sevinmiştim. Kendisi bir sanat tarihçi ve bir ilahiyatçı olarak o kolun sorumlu öğretmeniydi. Amacı ise, bir yandan Kıbrıs’taki Maronit, İslam, Latin, Ermeni ve Rum Ortodoks dinlerini öğrencilerine tanıtırken, bir yandan da Limasol Rum halkının bu konuda eğitilmelerine katkı koymaktı. Amaç tekti. Okuldaki çocuklar ile velilerini dinlerle yüzleştirmek suretiyle onların bu dinlere karşı hoşgörülü ve saygılı olmalarını sağlamaktı. Zaten bu nedenle değil miydi Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığımızın da Ortaokul ile Liseler için yeni tarih kitaplarını hazırlayıp okullarımızın müfredatına sokması? Böylece Andreas Foulias ile öğrencileri hummalı bir faaliyet içine girdiler. Sergilenecek dini malzemeleri belirlerlerken, konuşmacıların belirlenmesine de başlanır. Nihayet İslam dini hakkında bilgi verecek kişinin Limasol Köprülü Hacı İbrahim Ağa Camisi imamı Baysal Gülboy’un olması düşünülür. Olayın herhangi bir politik yanı olmadığı gibi, herhangi bir art niyet de yoktu. Nitekim sempozyumda Ermeni piskoposunun konuşamayacağı saptandığından, onun yerine genç bir Ermeni ilahiyatçının konuşmacı olarak sempozyuma katılması bile uygun görülür. Böylece 7 Şubat 2007 tarihinde Lanitis B Lisesinde yapılacak etkinliğe Baysal Gülboy hocayla katıldım. Konuşmaların yönetildiği masada İlahiyat Kolu’nun üç öğrencisi ile Andreas Foulias oturmaktaydı. Konuşmacılar arasında, Dışişleri Bakanlığımızın açıkladığı gibi, salt azınlıklar değil, Limasol Metropoliti Athanasios da vardı. İşin diğer bir ilginç yanı ise, orada hiç bir siyasetçinin olmamasıydı. İzleyicilerin tamamı öğrenci, öğrencilerin aileleri, öğretmenler, din görevlileri ve Limasollulardı. Hepsi birbirlerine karşı saygılıydı. Sempozyumun açılış konuşmaları okulun müdüresi E. Trifonidou ile filolog Yorgo Dionisiou tarafından yapıldı. Daha sonra kürsüye çıkan Andreas Foulias, düzenlenen etkinliğin amacının siyasi değil, öğrenciler ile izleyenlerin bu adada yaşayan dinleri öğrenmelerine katkı sağlamak olduğunu iki kez vurguladı. Konuşmacılar on dakika içinde mensubu oldukları dini anlattılar, konuşmalarının sonunda ise coşkuyla alkışlanarak kürsüden ayrıldılar. Konuşmacılar ise sırasıyla Maronit toplumundan Vicar John Orphanou, İslam toplumundan Baysal Gülboy Hoca, Latin toplumundan Vicar Umberto Barato, Ermeni toplumundan Piskopos Varouzan’ın yerine bir Ermeni ilahiyatçı ve Ortodoks Rum toplumundan Limasol metropoliti Athanasios idi. Sıra Baysal Gülboy hocaya gelince, “İslam dini hakkında bilgi verecek olan Limasol Köprülü Hacı İbrahim Ağa Camisi imamı” sıfatıyla kürsüye çağrıldı. Ve sempati toplayan gülüşüyle Rumca yaptığı kısa konuşma sonrasında büyük bir tezahüratla kürsüden ayrıldı. Baysal hocanın en çok ilgi toplayan konuşmacı olduğunu daha sonra Andreas Foulias’dan öğrendim.

Bayrsal Gülboy Hocanın konuşma metni

“İyi akşamlar sayın katılımcılar.  Genç nesillerin Kıbrıs’taki dinler konusunda bilgilenmeleri için böylesi bir toplantıya katılmama olanak yarattığınız için teşekkür ederim. Okulun gerçekleştirdiği bu toplantıya katılan diğer din adamlarına da iyi akşamlar dilerim. Allah, insanlara doğru yolu göstermesi için Peygamberleri yolladı. Onlar da tanrının talimatları doğrultusunda ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini söylediler.  Onların talimatlarına uyarsak hayatımız mutlu geçer. Bizim görevimiz bu talimatlara uyup doğru olan şeyleri yapmamızdır. Biz Müslümanlar günde beş vakit namaz kılmakla görevliyiz. Dinimize göre Ramazanda 30 gün oruç tutmamız gerekir. Güneş doğmadan oruca başlarız ve o zaman yemeği keser; ne yer ne içeriz. Güneş battığında biraz su içer, bir zeytin yeriz. Hoca da camide ezanı okur ve orucumuzu açarız. Her Müslüman’ın görevi bunu yapmaktır. Allah birdir. Bu ise bütün Müslümanlar ve Hıristiyanlar için aynidir. Hepimiz onun kullarıyız. Allah yardım ve sevgiyi emreder. Daima yemeğimizi paylaşacağız. Fakirlere yardım edeceğiz. Her gelen Peygamber kendinden önce gelen peygamberi kabul ederek gelmiştir. Peygamberler Allah tarafından seçilmiş kimselerdir. Bize doğru yolu göstermek için görevlendirilmişlerdir. Allah kardeşliği, sevgiyi ve yardımı emreder. Savaşmayı, hırsızlığı, kini, intikamı ve cinayeti yasaklar. Eğer Allah’ın yolundan uzaklaşırsak, kötü yola düşersek, Allah’ı unutursak ve Allah’ın yolundan uzaklaşırsak, ne bu dünyada, ne de öteki dünyada huzur bulamayız. Allah birdir. Her canlı ölümü er veya geç tadacaktır. Bu dünyada paylaşamadığımız nedir? Öbür dünyaya bizimle ne götürebiliriz? 1571 yılında Türkler Kıbrıs’a geldi ve Venediklilerden adayı aldılar. 3-4 bin asker burada kaldı, yerleşti, evlendi ve hayat kurdu. Ve bu memleketin iyiliği için yerli halkla birlikte ter döktü. Onlar bu beraberliği kurup birlikte yaşadıklarını göre, biz neden bu memleketin iyiliği için el ele verip çalışmayalım? Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.”

Evet; Baysal Gülboy hocanın konuşması böyle. Yoksa onun kürsüye çıkıp papazlara sağcı basınımız gibi ver yansın etmesini, onlara “Kara cübbeli pis papazlar” demesini mi isterdiniz? Ve konuşmalar sonrasında fuayedeki resepsiyona katıldık. Lise öğrencileri orada enstrümanlarıyla bir konser verdiler. Yine orada beş ayrı din için birer ayrı pano, ikişer tane de masa vardı. Panolarda her dinin değişik yerleşim birimlerindeki ibadet yerlerine ait fotoğraflar asılıydı. Masalarda ise dinlere ait tanıtıcı yayınlar. Müslümanlara ait panoda; Peristerona Camisi, Larnaka Camisi, Fenike Camisi’nin mihrabı, dans eden Mevlevi dervişler ile Lefkoşa Mevlevi Tekkesi, Limasol Köprülü Hacı İbrahim Ağa Camisi’nin minaresi, Kabe, Yeroşibu mezarlığı Osmanlı-Türk mezar taşları, bir Osmanlı minyatürü ve Arap harfleriyle yazılmış mihrap yazıtının birer fotoğrafı vardı. İki ayrı masada ise kilim, kuran ve Osmanlı-Türk eserlerini tanıtan İngilizce ile Türkçe yayınlar.

Şu anda eğri oturup doğru konuşmamız gerekiyor

Baysal hoca, Lanidis Lisesinde öğrencilerin gerçekleştirdikleri sempozyuma azınlıkların temsilcisi olarak katılmadığı gibi, toplumumuzda Rifat Yücelten’den sonra var olmayan MÜFTÜ kimliğiyle de katılmadığının altını öncelikle çizelim. O bir din görevlisi olarak kalmasını bildiği gibi, eli de Cumhurbaşkanımız Mehmet Ali Talat gibi her daima önündeydi. Limasol doğumlu olduğu için orada oturan Türkler tarafından da sevilen bir kişilikti. Bakanlar Kurulumuz tarafından camide görevlendirilip bir maaş aldığından, Kıbrıs Cumhuriyeti yetkililerinin kendisine ödenmeyi teklif ettikleri maaşı kabul etmemişti. O imamlık görevine başladıktan sonra, Limasol’da okuyan Türk çocukların Rum öğretmenleri tarafından Baysal hocanın görev yaptığı camiye götürülmeye başlandığını da biliyor musunuz? Siz Kıbrıs’ın kuzeyinde böylesi bir olaya hiç tanık oldunuz mu? Öğrencilerin abdestsiz olarak elden ayaktan camiye götürülmeleri ancak bizim zamanımızdaydı. O da ‘Laiklik’ adına kısa bir süre sonra kaldırıldı; iyi de oldu. Bir de şu var. Kamu Görevlileri Yasası, kişilerin meslekleriyle ilgili kültürel, sanatsal ve sosyal içerikli faaliyetlerde bulunmaları için herhangi bir makamdan izin alma koşulunu içermemektedir. Bakanlar Kurulu kararının da böyle bir kuralı içermediğini biliyoruz. Hocalarımız ile imamlarımız, ölülere mevlit okumak için çağrıldıkları evlere gidebilmek için Din İşleri Başkanlığı, Vakıflar İdaresi, ya da herhangi bir makamdan izin alma yükümlülüğünde olduklarını kim iddia edebilir? Baysal hocayı bu konuda uyaran biri olmuşsa çıkıp da dobra dobra söylesin. Ondan niye yazılı bir savunma istenmedi? Üstelik Baysal hoca, böyle bir etkinliğe katıldı diye Dışişleri Bakanlığından yolluk veya herhangi bir ücret de talep etmiş değil. Ancak geçek şu ki, Baysal hocanın konuşmasındaki ‘barış’ ve ‘dostluk’ söylemlerinin Dış İşleri Bakanlığı ile Din İşleri Başkanlığı’ndaki ‘fincancı katırlarını ürküttüğü’ kesin. Yine de bunun tersi savunulmaya kalkışılacak olsa bile, Baysal hocanın yerine anında Oğuz Metiner adlı bir imamın görevlendirileceğinin resmi olarak açıklanması bile, planlı bir senaryonun varlığını ortaya koymaya yeterli. Ben nenem gibi tam anlamıyla “dini bütün” bir Müslüman olmasam da, din mensuplarına karşı duyduğum saygının bir gereği olarak, onlardan da yalan-dolandan kaçınmalarını beklerim. Açıkça söylemem gerekirse, olmayan şeyleri olmuş gibi aktararak dürüst kişileri karalayanları bugüne kadar gerçek bir din adamı saymadım, saymıyorum da. Din ile siyaseti birbirine karıştıranları da. Bu gibilerin imam, papaz, ya da haham olmaları da pek fark etmiyor. Ancak eğer konu Güney’deki bazı siyasilerin basına yaptıkları açıklamalar ise, bunun her iki toplumda da var olan ırkçı faşistlerin ortak hastalığı olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanırım. Biz bugüne kadar tanıtım diye diye hep türbinlere oynamakla yetindik. Ne zaman kendimizi başkalarına ağızlı yüzlü tanıtacağımızı da bayağı merak ederim. Ne yazık ki başarıyla tamamlanan bir etkinlik sonrasında Lisesinin din kolu öğretmeni Andreas Foulias perişan, okulun tüm öğretmenleri perişan, kol öğrencileri deseniz daha da perişan, Limasol Türk halkı ise protesto eyleminde. Önümüzdeki günler ise daha çok eylemlere gebe. Olacak şey mi bu?

Bu yazım ise Baysal Gülboy hocanın uğradığı haksızlıklar ile kendisine yöneltilen gerçek dışı ithamlara karşı bir serzeniş niteliği taşıyor. Beklentim ise, Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımızın da böylesi bir senaryoya herhangi bir şekilde müdahil olmamaları.”

Baysal hoca şu anda ışıklar içinde uyuyor olmalı; sevenlerine sabır ve baş sağlığı dileklerimle..

Bu haber toplam 2472 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 157. Sayısı

Adres Kıbrıs 157. Sayısı