HP’ye kilit vurulur mu?
Bugünlerde siyasi atmosfere damgasını vuran en önemli olgulardan bir tanesi, hükümet ortakları arasındaki kamuoyu önünde cereyan eden, kavga boyutuna çoktan ulaşmış çekişme.
Hükümetin bozulmanın eşiğinde olduğu çeşitli kaynaklardan ulaşan haberlerle giderek daha da güçlü bir kanaat haline dönüşürken, sosyal medyada cereyan eden çeşitli düzeylerdeki atışmalar krizin tarihte benzerine rastlanmayacak derecede kamuoyu önünde yaşanmasına neden oluyor.
Hükümetin UBP kanadını yorumlamak için, partiye özgü bazı çetrefilli dinamiklerden, güç dengelerinden asgari düzeyde haberdar olmak gerekiyor. Geleneksel sağın bu en güçlü partisini analiz edebilmek için, devletin esas sahibi oldukları hususunu asla gözden kaçırmamak gerekiyor. Sonuçta UBP, TMT’nin siyasi alandaki devamı ve KKTC’nin deyim yerindeyse resmi devlet partisi. Bu özellikleriyle UBP, KKTC’deki siyasetin tarihi boyunca muzdarip olduğu popülizmin tüm dönemler boyunca en üretken aktörü hatta kaynağı olması oldukça doğal.
İşin gerçekten üzerinde durulması gereken ilginç boyutu ise, hükümet ortaklarından HP kanadının içine düştüğü durum. Çünkü HP’nin popülizmi, 2012’deki Toparlanıyoruz Hareketi’nden itibaren görülebileceği gibi, geleneksel popülizmden bambaşka, “yeni tarz” bir siyaset anlayışının bir parçası. Sonuçta o da popülizm, ancak özellikle hakikat sonrası siyaset tarzından neşet eden, bu anlamda puan toplamak için bambaşka yöntemleri kullanan yeni bir versiyonu.
Toparlanıyoruz hareketi özellikle orta sınıflar arasında yükselen ve ifadesini yozlaşmış yönetime karşı gösterilen tepkilerde bulan hoşnutsuzluğa yaslanarak kurulmuş, sivil toplum hareketi iddiasındaki bir oluşumdu. İlan ettikleri “Toplum Sözleşmesi” ile bizlere 18. Yüzyılın son çeyreğindeki Avrupa’ya yolculuk yapma imkanı sunarak, sivil toplum alanına konumlanır gibi yaptılar. Kendilerini ideolojiler dışında bir yerlerde ifade etmenin temellerini burada attılar.
“Ne sağ, ne sol olmama” “ideolojilerin ötesinde bir yerlerde olma” iddiasını, ilan edildikten sonra HP de taşımaya devam etti. Partinin toplumsal ilişkilerin gerçek boyutlarını neredeyse yadsıyan, KKTC’nin kurtuluşunu tamamen gerçeklerden kopuk bir “yönetimde ıslahat” fikrine bağlayan siyaseti, kaçınılmaz olarak olgusal gerçekliğe karşı toplumsal algının nasıl yönetileceği kaygısını ön plana çıkaracaktı.
Bugünden bakıldığında HP’nin en başından beri politikaların içeriğini değil, bunların toplumsal algıdaki etkilerini gözeten bir siyaset yürüttüğü açıkça görülebilir. Bunu yaparken dayandıkları en önemli sembollerden birisi de “samimiyet” kavramı olmuştu.
Şeffaflık, iyi yönetim gibi ilkelerle birleşen “samimiyet imajı”, sonuç itibarıyla yitimi halinde HP’nin toplumsal meşruiyetini gittikçe kaybetmesine neden olacak bir karşı silah olabilirdi. Doğrusu toplumsal algıyı ön plana alan, duygulara asli önemi veren bir siyasetin, inandırıcılığını kaybetmesi gerçekten de oldukça hızlı ve kolay oldu.
Bundan böyle, samimiyet yitimini sonuna kadar yaşamış bir HP var. Geleneksel tarzda siyaset yapmakla itham ettiği sağ veya sol’dan farklı bir şeyler yapacağı inancı toplum nezdinde ortadan kalktı. HP de “geleneksel siyaset” icra etti, yarattığı tek fark yukarıda bahsi geçen toplumsal algıya oynama önceliği oldu.
HP, artık siyasi varlığını sürdürebilmesi tamamen hükümette bulunup bulunmamasına bağlı bir parti. Türkiye Cumhuriyeti’nin bürokrasisinin en azından belli kesimleriyle içli dışlı bağları olduğu artık gizlenemeyecek noktaya gelmiş, bu anlamda da maskesi tamamıyla düşmüş bir siyasi oluşumdan söz ediyoruz.
Böyle bir partinin artık muhalefet yapma meşruiyetini yakalaması oldukça güç olsa gerek. Bu durum da onları giderek hükümette olmaya tam bağımlı bir konuma sürüklüyor.
Halkın Partisi’nin, bir partinin hükümetteyken zorlayabileceği popülizmin sınırlarını göstermesi bakımından siyasal tarihimizde önemli bir referans noktası olacağı bir gerçek.
Ancak bu tarihi konum dışında, varlığını geleceğe taşımayı başarabilen bir siyasi oluşum olarak kalmayı başarabilecek mi bunu zaman gösterecek.
Bana sorarsanız 2012 yılında o meçhul diyarlardan beyaz atlarına binerek ülke yönetme basamaklarını çıkmaya yeltenen, o iyi, o samimi insanların, muhalefette kaldıkları herhangi bir senaryoda, meçhul diyarlara geri dönmeleri işten bile olmayacak.
Böyle bir süreç partinin kapısına kilit vurulmasıyla sonuçlanabilir. Artık toplumun iliklerine kadar hissettiği yakıcı gerçeklerden, imaj çalışmaları vasıtasıyla kaçabilmek pek mümkün görünmüyor çünkü.